Yok artık Sayın Başbakan!! - Perihan Mağden

05 Ocak 2012 08:30  

 

Yok artık Sayın Başbakan!! - Perihan Mağden

Yıllar yıllar önceydi: Konservatuardan yeni mezun olmuştum. Dokuz-on yaşlarındaydım.

Deniz Gezmiş’le avluda misket oynardım. Bülent Ersoy isminde çıtı pıtı bir kızoğlan büyükdedeme baby-sitting’e gelirdi.

O zamanlar üç mecidiyeye Mecidiyeköy’de beş han alınırdı. Ama ben Kıbrıs’ta kumar oynamayı tercih ederdim.

Harbiden: Sayın Okur, bir yazım yüzünden başbakana (ve eşine) hakaretten ON BİN LİRA tazminata mahkûm edildim.

“Bu parayı kendi cebimden öderim. Başbakana kapak olsun,” yazdım.

Aydın Doğan ödedi. Yani gazete ödedi.

Ama Radikal’de yazdığım onca yıl boyunca yüzlerce kez mahkemeye verilmiş, bir dolu tazminat ödemeye mahkûm edilmiş–

Şunu da söylemezsem ukte(si) kalır içimde: NE tazminatlarınız için üzerler sizi, ne de maaşınızı bir saniye geciktirirler. Çalışanlarına Doğan Medya’nın yalnız ve yalnızca inanılmaz şerefli (olması gerektiği gibi) davrandığını da geçmişe ışınlanırken BAŞBAKANA HAKARET yazım yüzünden; belirteyim.

O yazımda (şimdi hatırlamadığım) muhtelif şeyler söyledim Başbakana. Fizikî kimi özelliklerini de tasvir ettim.

Bu özelliklerden biri kafasının arkasının dümdüz olmasıydı.

Hani Amerikalı bebeklerin yumurta gibi olur kafasının arkası. Zira yüzükoyun uyumayı tercih eder bebekler ve öyle uyutulurlar.

Benim kafamın arkası da aynen Başbakanınki gibi dümdüz. Zira bebeğiyle kafayı bozmuş anneler yüzükoyun uyutmazlar bebeklerini. Sinirleri dayanmaz.

Ben de kızımı bir türlü yüzükoyun uyutmadım. “Varsın kafasının şekli süper olmasın. Yeter ki uykuda başına bir şey gelmesin!” oldum.

Benim babam yüzde yüz Gürcü. O yüzden de yüzde elli (tam) Gürcü’yüm. Gürcülüğün yalnızca ırksal bir özellikten öte, bir nevî şiddetli gelgitli haletiruhiyeye de tekabül ettiği görüşündeyim.

Zira öfkelendiğim zaman geri dönüşsüz ve kapkara bir öfkeye yenik düşüyorum.

Nedamet getiriyor muyum?

Hayır, getirmiyorum.

Haklılığıma o kadar güveniyorum ki, orantısız güç kullanmış da olsam (zira benim çenemi ya da kalemimi açmam demek karşımdakinin (ruhen) parçalara ayrılması demek) pişmanlık duymuyorum.

Bence için için kara öfkemden memnunum. Ve hakikaten: öfke baldan tatlıdır.

Aynı zamanda bir iptila öfkeye kapılma halleri. Bağımlılığın tadı da karışıyor öfkeli insanın göz kararması anlarına.

Birileri tarafından haksızlığa uğratıldığımı düşünüyorsam–

Tut tutabilirsen!

“Ona DA cevap vermezsin; değil mi” diye sorarlar bazen arkadaşlarım.

Yani o kişiye DAHİ cevap şaklatmaya tenezzül etmeyeceğimi, ümit etmek isterler.

Oysa o kişi benim sinirlerimle oynamışsa, kim olduğunun (isterse denyoların/ düşüklerin önde gideni olsun) zerre kadar önemi kalmayabilir.

Zira, ok yaydan fırlamıştır. Oku yayından habire fırlatmak da (ister Genelkurmay’a, ister Medyanın Deccali’ne) bir bağımlılık esasında.

Hem bal gibi öfkenden nasipleniyorsun, hem de okçuluğunun tadına varıyorsun.

Benim Başbakanın ruhu kadar anladığım bir ruh yok aslında.

Ve rahatsızlık duyduğum.

Ve hoşlanmadığım.

Ve gözümü dahi değdirmek istemediğim.

Başbakan bindi bir ultra-güç alâmetine, son sürat gidiyor–

Endişeleniyorum lan ben Başbakanın bu kadar karlanmasından.

Hasta olduğunda, ameliyat geçirdiğinde korkmadık mı cümleten?

Korktuk.

Şimdi “Establishment” tarafından mandepsiye getirilen, gözünü Başkanlık Sevdası bürümüş, tüm rasyonalite gemilerini yakmış bir Başbakan da korkutucu harbiden.

Noluyoruz yani? Seçim kürsüsünden Allah’ın denyolarına/ namertlerine saydırdı. Sanki çok lâzımdı!

Şimdi tamamen freninden boşalmış: çok düzgün bir gazeteci olduğuna inandığım Baransu’ya saydırıyor. Taraf’a giydiriyor.

İki topuk selamına sattı satıyor hakikatle olan hassas bağını.

Bu askerî ve sivil bürokrasi, bu çakaloğlu kurtlar adamı suya götürüp susuz getirirler.

Sınır köylüsü gençlerini parça parça ettirir, sonra da izan ve mantıktan elinde avucunda ne kalmışsa Pinokyo gibi ağacın altına gömdürtüp “SANA NE LAN?” diye dellendirtirler.

Pinokyo’yu rezil-i rüsva eden Tilki’nin yerine Sivil’i, Kedi’nin yerine Askerî’yi koy. Bunlar kaçın tilkisi, kedisi. Adama (Pinok Başbakana) mantosunu da sattırırlar, kitaplarını da.

Sonra da Eşekler Adası’na anca yollarlar valla.

Başbakan bizim Hakiki Demokrasi’ye geçme ihtimalimizdi. Milyonda bir ihtimalimizdi. Ama milyonda bir bile; hiç yoktan iyidir.

Şimdi Başbakan o azıcık, o düşük mü düşük, o içler acısı ihtimali sıfırlamakla meşgul. Eksilemekle bozdu yüzde elli oy aldığından beri.

İki fotoğraf demokrasisine: iki topuk şaklatmaya resmî merasimlerde–

Olur mu ya; bu kadar da dolmuşa binilir mi?

Onların dolmuşuyla Çankaya’ya, Başkanlık makamına gidilir mi?

İçimde en sevmediğim/ istemediğim/ korktuğum yanların Başbakanı bu işte.

Ben daha fazla bir şey demeyeyim.

Medyanın Deccalleri, Ergenekon Süprüntüleri atılıp atılıp dediler zaten.

Başbakanı alkışlamaya, okkalamaya, göklere çıkarmaya doyamıyorlar. Son saydırmaları üstüne.

Deccallerin, Süprüntülerin, Denyoların tebrikleri/ şakşakları/ topuk selamları Başbakana kapak olsun.

Üstünde PİNOKYO yazsın.

ARABA SEVDASI yazsın.

KARAMANIN KOYUNU yazsın.

Hangi başlığı münasip görüyorsa –o yazsın.

Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0