Psikiyatrist Mustafa Merter, Batı dünyasında Hz. Mevlana algısını değerlendirdi

23 Aralık 2021 19:33  

 

Psikiyatrist Mustafa Merter, Batı dünyasında Hz. Mevlana algısını değerlendirdi

Psikiyatrist ve Psikoterapist Dr. Mustafa Merter, hakiki İslam'a ulaştırmayan Mevlana algısının yanlış olduğunu belirterek, manevi istismarın insanları komaya sokabileceğini söyledi.

Psikiyatrist ve Psikoterapist Dr. Mustafa Merter, Batı dünyasında Hz. Mevlana algısına ilişkin AA Analiz Masası’nın sorularını yanıtladı.

 

Batı'da Mesnevi neden bu kadar karşılık buluyor? Burada popüler olan gerçekten Hz. Mevlana mı?

Batı dünyası çok büyük bir manevi açlık yaşıyor. Bu açlık dalga dalga artmış durumda. Hristiyanlığın başından beri yaşadığı ama Orta Çağ’da doruk noktasına gelen meselesi nedir diye sorarsanız, tevhidin bozulması derim.

Bütün dinlerin esas meselesi, insanlığı parçalanmışlıktan kurtarmaktır. Eğer siz tek bir ilah fikrini bölerseniz, teslis akidesini kastediyorum -baba, oğul, kutsal ruh- insanlıkta çok büyük bir gerilim başlar.

Kur’an-ı Kerim’de anlatılan Hz. İbrahim’in hikayesini düşünelim. En'am Suresi’nin 75, 76, 77 ve 78. ayetlerinde anlatılan hadise. Hz. İbrahim önce bir yıldız görüyor ve "Rabb'im budur" diyor. Yıldız batınca, Hz. İbrahim "Ben, batanları sevmem” diyor. Ardından Hz. İbrahim ayı doğarken görüyor ve "Rabb’im budur" diyor. Ay da batınca Hz. İbrahim "Yemin ederim ki, Rabb’im bana doğru yolu göstermeseydi, elbette sapıklığa düşen topluluktan olurdum" diyor. Ardından ise güneşi doğarken görüyor ve “Rabb'im budur, bu hepsinden büyük" diyor. Fakat güneş de batınca "Ey kavmim! Ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Ben yüzümü tamamen, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve artık ben asla Allah'a ortak koşanlardan değilim" diyor. Yani Hz. İbrahim, Rabb’im birdir, tektir, mütealdir diyor. Bu şuura erişiyor.

İlginçtir aynı süreci Gautama Buddha'da da buluruz. Buddha'nın aydınlanması sabah yıldızını gördüğü zaman, hakikatin bir olduğunu anlamasıdır. Dolayısıyla tevhit bozulursa, insanlığın içinde çok büyük bir gerilim başlar. Sonrasında ise metafizik bir gerilimden kurtulma, felah arayışı başlar. Avrupa’da bu başlamıştır. Dini bir şekilde ıslahat etme çabalarına girmişlerdir. Batı'nın serüveni budur. Protestanlık hareketi de çare olmayınca en son tek çare akla güven, akla tapma, her şeyi akılla çözme kıymete bindi. 1750’lerden sonra özellikle Almanya’da ve Fransa’da başlayan Aydınlanma Hareketi’nin özeti budur. Ancak bugün Batı insanı çok büyük bir daral içindedir, kurtuluş arayışındadır. 1970’lere geldiğimizde özellikle ABD’de çok ilginç bir şey oluyor. Entelektüeller -ki bunların çoğu Nobel ödüllüdür - “Bu durumun sebebi nedir?” diye sorduklarında tek bir adres gösteriyorlar: Bilimsel materyalizm.

Bu teşhis konulduktan sonra 70-80'lerde hippi hareketi başlamıştır. Nedir hippi? Yeniden doğuş hareketidir. O yıllarda baktılar ki Hristiyanlık üzerinden bunu çözmek mümkün değil. Batı kaynaklı bir kurtuluş artık mümkün olmadığı için Doğu’ya yöneldiler. Buradan Hinduizme, Budizme, Şamanizme yöneldiler. Burada tasavvufu keşfettiler. Bu New Age, Yeni Çağ manevi arayışlarının bir özelliği vardır, arı gibi çiçekten çiçeğe gezerler, tek çiçekte kalmazlar. Bunların çoğu böyle manevi dönemlere girmişlerdir. Dolayısıyla hakikatin biraz tadını alırlar ama bu hakikat tatbikata tebdil olmaz. İşte Hz. Mevlana’ya olan bu muhabbet, mesela ABD’deki en fazla satan kitaplardan bir tanesi Coleman Barks’ın Hz. Mevlana üzerine yazdığı kitaplardır. Andrew Harvey diye biri yine kendine göre Hz. Mevlana’yı bir şekilde değerlendirdi. Çok duygulandıran, biraz değiştirerek yayınlanan Hz. Mevlana şiirleri insanın içine işledi. Fakat şunun altını çizmek gerekiyor; kişiyi Hakikat-i Muhammediye’ye ulaştırmayan Hz. Mevlana sevgisi, bir çıkmaz sokaktır.

Ceviz misali üzerinden gidersek cevizin üzerindeki yeşil kabuk maneviyatı olmayan ilimdir. Bunu yerseniz tadı acıdır. Çok yerseniz midenizi de bozar. Bugünkü dünyada gördüğümüz o yeşil kabuk ilmi ile çok paradoks şeyler ortaya çıkıyor. Mesela çok şey bilmemize rağmen dünyayı yok ediyoruz. Bu nasıl bir paradokstur? Dünya tarihinde hiç bu kadar bilgi birikimi olmadı ancak özellikle de çevresel anlamda, ekolojik anlamda dünya tarihinde bu zamanki kadar ağır bir bozulma da olmadı. O cevizin yeşil kabuğunun altında ise sert kahverengi kabuk vardır. O kahverengi sert kabuk ise şeriattır. Şeriata geçmeden hakikate gidilmez. O kahverengi kabuğun altında ise çok ince kahverengi renk bir tabaka daha vardır; cevizin zarıdır orası ve buna tarikat derler. O kahverengi renk ince zarın altında ise bembeyaz cevizin kendi vardır. Ona da işte hakikat derler. O cevizin yağına da marifet derler. Bu katmanları geçmeden cevizi yeşil kabuğuyla yersek iş sakat olur.

Hz. Mevlana’yı tanımıyoruz. Hz. Mevlana hakkında bildiklerimiz Konya ve semazenlerle sınırlı. Mesela kaç kişi Hz. Mevlana’nın büyük bir fıkıh alimi olduğunu biliyor. Kaç kişi Hz. Mevlana’nın Kübrevi tarikatına mensup olduğunu biliyor? Çok az yerde var bu bilgiler. Taklidi olarak Hz. Mevlana’ya muhabbet göstermek ama bunun çok yüzeysel kalması insana fayda vermez, uzun vadede zarar da verir.

Hz. Mevlana bir "aşk gurusu" haline getirildi. Tüm kültürel ve dini kimliklerinden arındırılmış bir Mevlana görüyoruz. Hz. Mevlana Batı’da sekülerleştirildi mi?

Bir yandan çok büyük bir manevi açlık, bir yandan da tetiklenmiş bir İslam düşmanlığı ile ikiye bölünmüş durumda Batı. İslam düşmanlığı doğal bir süreç değildir Batı’da. Tetiklenmiş bir süreçtir. Kadim Batı’nın içinde bir kadim manevi savaş vardır. Bu Musevilik ile Hristiyanlık arasındaki 2 bin senedir devam eden savaştır. Bu savaşta Hristiyanlık son zamanlarda pozisyon kaybetmiş gözüküyor. Hristiyanlık bir şekilde çökertildikten sonra Hristiyan vasıtasıyla İslam da çökertilmek isteniyor. Bu tetiklenmiş İslam düşmanlığının içinde Hz. Mevlana da tahrif edilmiştir.

Hz. Mevlana gerektiğinde çok celallenen biridir. Hz. Mevlana, İranlı bir ressamın tasvirinde çizdiği gibi kenarda köşede oturmuş, vur ensesine al ekmeğini elinden bir zat değildir asla. Ciddi anlamda asabi ve celalli bir zattır. Mesnevi-i Şerif okuyanlar, bazı pasajlardaki dilde bunu görebilirler. Tabii şunu da ifade etmek gerekir; Hz. Mevlana’nın celali öfke değildir. Hz. Mevlana ve onun gibi zevat-ı kiramın celali bir tecellidir. Rahmani bir celaldir. İnsanlığın iyiliği için zuhur eden bir celaldir.Herkes kendi gözlüğünden Hz. Mevlana’ya baktığı için birçok saptırılmış Hz. Mevlana telakkileri ortaya çıkmıştır.

Hz. Mevlana ile Şems-i Tebrizi arasındaki ilişki üzerinden manipülasyon yapılmaya çalışılıyor, bunun sebebi nedir?

İnsanın aklı başındadır. Fakat baştaki akıl tek başına yetmez. Aklın, kalple birleşmesi lazımdır. Ancak akıl, kalple birleşmek yerine bel altına indirgenirse, insan her şeyi Freud efendinin yaptığı gibi cinsellik üzerinden algılamaya başlar. Hz. Mevlana ile Şems-i Tebrizi’nin arasındaki derin muhabbeti, farklı şekilde algılamak zavallılıktır. Canların, cinsiyeti yoktur, cinselliği yoktur. Canların beraberliği, zaman ve mekan ötesidir. Beden ile ilişkisi olmayan bir boyutta ilişkidir bu. Hz. Mevlana ile Şems-i Tebrizi, bu boyutta bir gönül ilişkisi canlar arası bir ilişki yaşıyorlar. Şems-i Tebrizi, Hz. Mevlana’nın sohbet şeyhidir. Bu sohbetlerde Hz. Mevlana’da zaten var olan o eşsiz potansiyel bir kıvılcım ile tutuşmuştur. Şunu da belirtmek gerekir; sadece Hz. Mevlana Şems’ten istifade etmemiştir. Şems-i Tebrizi de Hz. Mevlana’dan istifade etmiştir. Buna; iki denizin buluşması denilebilir. İki denizin birleşmesinden okyanus doğar.

Çok az insan anlamıştır psikolojinin dramını. Abraham Maslow’da bunlardan biridir. Der ki "Biz insanı beline kadar anladık". İnsanı beline kadar anlayan bir psikoloji bütün bu olayları da (can/gönül meselelerini) ancak o kadar anlayabilir.

Tasavvufun insanları pasifize ettiği eleştirisi doğru mudur?

Yanlış telakki bunu getiriyor. Hümanistik bir olay olarak anlamak istiyorlar. İlahi rabıtası olmayan hümanizmin bir kolu olarak algılamak istiyorlar Hz. Mevlana’yı ve öğretisini. Hz. Mevlana kesinlikle böyle biri değildir. Tasavvufun tanımlarından biri de Efendimizin (SAV) halleri ile hallenmektir. Efendimiz (SAV) eli kılıç tutan biridir. Sinirlendiği zaman anlındaki damar kabarmıştır. İslam, cemal ve celalin sentezini yapan ve o sentezden kemal doğuran bir dindir.

Batı’da Mevlana hazretleri nasıl tanındı?

Batı’da Hz. Mevlana’yı tercüme edenler, Hz. Mevlana’ya ilgili insanlardı. Tasavvufun Avrupa’ya girmesi, daha ziyade 1800’lerde gerçekleşti. Batılılar, Doğu bilgeliğini anlamak için Hz. Mevlana’ya yöneldi. New Age hareketleri çerçevesinde diğer ekollerinin yanında tasavvufa da odaklandı Batılılar. Burada da aşk yolunun temsili olan Hz. Mevlana dikkatlerini çekti.

Süleyman Hayati dedenin yetiştirdiği, ondan feyz alan insanlar Almanya’da, Amerika’da Hz. Mevlana’yı bir tarikat olarak temsil etmeye başlamışlardır. Ancak bu zevatın yanı sıra bu işe ehil olmayan, icazeti olmayan bazı "şarlatanlar" da çıktı. Onlar, çok büyük zararlar verdiler. Hala da vermeye devam ediyorlar. Bu noktaya şu sebeple dikkat çekiyorum: Mürşid-i kamil olmayan insanların, öyleymiş gibi davranarak insanlara verdiği zararı anlatmaya çalışıyorum. Bu tiplerden biri, bu havalarda dolanırken, bir İngiliz hanım kendisine aşık oluyor. Bu hanımefendi de hiç erkek ilişkisi olmamış, alımlı güzel bir hanımefendi. Büyük psikolojik sorunlar yaşayan bir hanımefendi. Olmayacak şeyler cereyan ediyor. Bakınız; bir mürşidin evladını yani dervişesini istismar etmesi, olabilecek en ağır travmalardan biridir. Bu hanım, komaya giriyor. Amerika'da bir hastaneye kaldırıyorlar kadıncağızı. Hastanede uzun süre teşhis konulamıyor. "psikojen koma" dediğimiz olağanüstü bir durum yaşanıyor. Bir müddet sonra çıkıyor komadan. Ancak et yiyen bakteriler, kadının ayak parmaklarını yiyorlar yoğun bakımda. Bir Mevlevi toplantısına Amerika’dan bu kadını getirdiler. İçeri girdi. Kaliforniyalı eski bir şarkıcı, çok alımlı bir hanımdı. Koltuk değnekleriyle girdi içeri. Bize dediler ki; bu yolda istismar olursa işte insanlar bu hale geliyor. Bu sebeple, icazeti olmadan, gereken vasıfları taşımadan bu işler yapılırsa, inanılmaz zararlar görür insanlar. Bu şakaya gelmez. Keşke, Osmanlı’da olduğu gibi bir meşayih meclisi olsa da insanlar uyarılsalar.

Türk halkı ve gençler bu büyük değerleri yeterince tanıyor mu?

Biz geçmişimizi inkar eden, Alzheimer olmuş bir toplumuz. Dili değiştirilmiş bir toplum Ahmet Avni Konuk hazretlerinin Mesnevi şerhini nasıl okuyup anlayacak? Türkiye’de kaç kişi Tahir'ül Mevlevi hazretlerinin eserlerini okuyup anlayacak? Kaç kişi Şefik Can hocanın eserlerini okuyup anlayabilecek? 1500 kelimeye sığdırılmış, zoraki bir projenin parçası olarak fakirleştirilmiş bir Türkçe ile bu eserler nasıl anlaşılacak? Biz kendi kendisiyle kavgalı bir toplumuz. Dolayısı ile Alzheimer hastaları gibi etrafta dolaşıyoruz. Mesnevi Şerif’i 10 bin kelimelik İngilizce ile anlayıp anlatmak, fakirleştirilmiş Türkçemizle anlayıp anlatmaktan çok daha kolay.

AA

19.12.2021

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0