Eğitim, öğretmenlik kaç para eder usta?
30 Kasım 2010 15:17 / 2027 kez okundu!
Ne kutlaması!
Din, iki kelime öğreteni mübarek kılıyor;
Modern dünya sürekli eğitim diyor.
Bu ülkede ise
Eğitim de, eğiten de yerlerde sürünüyor.
Nerede bir kutlama günü varsa, orada dert var demek, biliyoruz. Kutlama günlerinin “günah çıkarma” günleri olmaktan öteye gidemedikleri de ortada. Böyle olunca, insan, acaba sorunları çözmek açısından bu kutlamaları bırakmak mı daha iyi olur diye düşünmeden edemiyor. Bu hafta da “öğretmenler günü” kutlandı; yıllardır da kutlanıyor. İyi de, neresinden baksanız, ancak “bir dokun bin ah işit” özdeyişi ile anlatılabilecek bir sistem varsa karşımızda neyi kutluyoruz?
Bu ülkeyi biraz bilen her lafın sonunun eğitime bağlandığını da bilir. Yoksulluktan şiddete, trafik vahşetinden töre cinayetlerine kadar ne konuşsanız sorunun kökeni eğitimsizliğe bağlanır, çözüm de eğitimde aranır. Tabii ki söylenenler haksız değil. Ancak her lafın eğitime bağlandığı bu ülkede eğitimin içinde bulunduğu içler acısı durumu nereye koymalı?
Lafa bakılırsa, öğretmenleri de pek severiz; yaptıkları iş de kutsaldır. Peki, yere göğe koyamadığımız öğretmenler nasıl yaşar? Öğretmenliğin iş piyasasında bu kadar aşağılarda gezinmesinin garabeti nedendir? Bu soruları ne yapmalı?
Öğrencilere gelince, eğitim bir haktır; ama eğitim hakkından “hakkıyla” yararlanmak için paranın gerektiği çoktan anlaşılmıştır. Kendini “HALKTAN” sayan, elitist yaklaşımlara veryansın eden bugünkü iktidarın da, tüm “halkçı” söylemine karşın, eğitimi piyasalaştırmaktan geri durmadığı ve fırsat eşitsizliğini arttırdığı ortadadır. Çocuğunu özel okula göndereni desteklemeyi ister de, okula gidemeyeni dert etmez. Dünya devleti olmaya niyetlenir de, devlet okullarında buna göre bir eğitim verilmesini umursamaz. Zaten, devletin iyi bir eğitim veremediğini çoktan kabul etmiş, bu işi piyasaya havale etmiştir. Özel okullar, özel üniversiteler, dershaneler durmadan artar ve eğitim hakkı güme gider, ama dert değildir.
Ne derdi, istenen budur! Siyasetin ve ekonominin iktidarına hizmet edecek elemanları özel okullar yetiştirirken, gerisinin ara elemanlarla güdülecek koyunlar olması neye yetmez!
Kısacası yönetenler değişse de, “yöneten-yönetilen” ikilemi değişmez. Eğitimde de hak ve eşitlik hikaye, farklılılar ve ayrıcalıklar esastır. Bugün teknoloji kullansa da, beynini kullanmayan insanlara ihtiyaç varsa bunlar yetiştirilir. Adı da, “teknoloji destekli” eğitim olur.
Şimdi “Fırsatları Arttırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi” diye ismi de kendi gibi zorlama (Fatih) bir projeden söz ediliyor. 40 bin okula bilgisayar, projeksiyon, fotokopi makinesi sağlayarak fırsatları arttıracak, eğitimin kalitesini yükselteceklermiş. Projenin gerçekleşme olasılığı ve seçim yatırımı kalma olasılığı bir yana, kendisi koca bir sorun.
Örneğin ne kadar teknoloji aşığı olsanız da, fırsatlar veya kalitenin teknik bir konu olmadığı bilinmez mi? Eğitimde bunca eşitsizlik varken bu projenin bunu daha da arttıracağı ve uygun okul, sınıf, temel malzeme gibi giderilmesi çok daha acil sorunlar varken, bu projenin bunlar üzerine tüy dikmek anlamı taşıyacağı görülmez mi?
Yani bugün boya, badana, temizlik gibi en temel ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorlanan ve bunun için velilerden para toplayan okulların bulunduğu, 70-80 kişilik sınıfların olduğu bir ülkede bu proje neyin nesidir? Lafın gelişi tabii, yoksa neyin nesi olduğunu bilmemek mümkün mü?
Fırsatların artmasından mı söz ediliyor? Öyleyse, üniversite yaşındaki gençlerin dörtte biri bundan yararlanırken, geride kalanların doğru dürüst mesleğinin, işinin ve umudunun olmamasını konuşalım. İleri basamaklarda okullaşma oranları bu kadar düşerken, bunun insan hakları ve özgürlükleriyle ilişkisini kuralım. Eğitim konusunda en önemli engelin bölgeye ve aileye bağlı yetersizlikler olduğu, yani sosyo-ekonomik koşullardan kaynaklandığı bilindiğine göre, bunlara çare arayalım.
Fırsat ve iyileştirme mi isteniyor? Buyurun, üniversitesine girebilmiş “şanslıların” halini ele alalım. Yeterli öğretim üyesi olmadan açılan üniversiteleri, öğrencilerin neye niyet neye kısmet durumlarını, yüksek öğrenimin işsizlik kabusunu dört-beş yıl ertelemekten öteye gidemeyişini konuşalım.
Yok, iyileştirme dedik de, bu kadar da demedik mi diyorsunuz? Eğitim hakkı ve özgürlüğü de üniversiteye gidemeyenler arasında yüzde 1 gibi çok küçük bir kesimi temsil eden “türbanlı kızlara” kadar uzanır, ama ama sosyo-ekonomik koşullar bizi ilgilendirmeze mi geliyorsunuz? Yani, insan hakları “aşkınız”, eşitlik “derdiniz” buraya kadar mı?
Ya öğretmenlerin durumu; onlar için nasıl bir fırsat ve iyileştirme düşünülmekte acaba? Örneğin araştırma verileri vahim sonuçlar gösteriyor: Öğretmenlerin yüzde 72’si ek işle geçiniyormuş; yüzde 80’i borçluymuş; yüzde 42’si şans oyunları oynuyormuş; en az yarısı bu mesleğe girmekten pişmanmış, bunların yüzde 95’i de neden olarak meseğin itibarının kalmadığını gösteriyormuş. Bunlara yanıtınız nedir?
Düşünün; 5-6 yaşından başlayarak 24-25 yaşına kadar çocuklarımızı bu geçim derdinde, bu borçlarını ödeme sıkıntısı çeken, bu mesleğinden memnun olmayan öğretmenlere emanet ediyoruz. Ne bekleyebileceğimiz de ortada değil mi? Evet sorunun kaynağı öğretmenler değil, sistem; ama sonuçta olan çocuklara, gençlere olmakta ve bu toplum yarı cahil insanlar yetiştirmekten öteye gidememekte. Kısacası eğitim alanın da, eğitim verenin de, dolayısıyla toplumun çoğunluğunun şu veya bu nedenle muzdarip olduğu bir sistem karşısındayız. Öyleyse...
Öyleyse fırsat, iyileştirme lafları edilecekse, bunların başlayacağı yer, el atacağı konular belli. Yok, buralara dokunmayalım deniyorsa, o zaman da fırsattı, iyileştirmeydi lafları etmeyelim. Hele topluma hizmete hiç gelmeyelim. Bu toplumu eğitim diye eğitimsizliğe, fırsat diye fırsat eşitsizliğine mahkum etmekten öte bir şeye niyetlenmediğimiz ortada çünkü.
Meryem Koray
26.11.2010