hurkus
|
Sessiz Ayakkabılar etkinliği bireysel silahsızlanma bilincinin insanlarda oluşması ve her yıl ortalama 3 bin kişinin hayatına mal olan bireysel silahlanma sorununa dikkat çekmek amacıyla düzenleniyor. Bireysel silahlanmanın boyutu her yıl giderek artıyor. Türkiye’de her 100 kişiden 13’ü ateşli silahlara sahip ve yılda 3 bin kişi bu silahlarla ölüyor. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün açıkladığı rakamlara göre, 2007 yılında meydana gelen asayiş olaylarında kullanılan ateşli silahların yüzde 15’i ruhsatlı, yüzde 85’i ise ruhsatsız. Ateşli silahlara ulaşmak hiç de zor değil. Devlet eliyle hala taksitle silah satışı yapılıyor. Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu (MKE) internet sitesi üzerinden 10 taksitle silah satışı yapıyor. Bireysel silahlanma sadece Türkiye’nin sorunu da değil. Merkezi İsviçre’de bulunan Uluslararası Araştırmalar Enstitüsü tarafından her yıl hazırlanan hafif silahlar raporu 2008 yılına ait önemli veriler sunuyor. Dünyada sivillere ait yaklaşık 650 bin hafif silahın kayıp olduğu belirtilen raporda yer alan bilgiler, bireysel silahlanmanın büyük suç örgütleri ve iç çatışmalar için de önemli bir kaynak oluşturduğunu ortaya koyuyor. Sivillerin silah sayısı devletlerdeki silah sayısından daha fazla.
Hafif silahların yüzde 60’ı sivillerin elinde. Bireysel silahlanmayla ilgili tablo hiç de iç açıcı değil. Avukat Abdurrahman Bayramoğlu “İşin içinde silah üretenler, silah tekelleri var. Sorunu ekonomik yönünden bağımsız düşünemeyiz ve çözemeyiz” diyor. Umut Vakfı Koordinatörü Esengül Ayyıldız’a göreyse 1950’lilerden kalma yasayla sorun çözülemiyor. Toplumsal zihniyetin değişmesi gerekiyor. Psikiyatrist Ayhan Akcan da “İnsanlar güvenlik için silah alıyor ama silah korumuyor suç oranını arttırıyor. Çözüm yasaklamada ve yasa uygulamakta” diyor. NTVMSNBC bireysel silahlanma sorununu uzmanlarla konuştu.
Türkiye’de yapılan bir araştırmaya göre insanlar silah bulundurmak istemelerine gerekçe olarak en fazla güvenliği gösteriyorlar. Diğer nedenlerse; iş riski, evde bulunsun diye, hobi maksatlı, avcılık ya da atıcılık yapmak için, sahip oldukları meslek gereği ya da koleksiyon maksadıyla olarak sıralanıyor. Bunun dışında küçük bir bölüm de “Benim için anısı var” diyor. En önemli neden ise gazetelerde görülen ve silah sahibi kişilerin söylediği güvenlik. “Güvenlik amacıyla silah bulunduruyorum” demeleri bahane, bu gerekçe gerçeği yansıtmıyor. Çünkü aslında sizin silahınız olsa dahi, tehlikeyle yüzyüze kaldığınızda sizi tehdit eden kişiler şiddet uygulamaya hazırlıklı olduğu için sizden önce davranıp zarar verebiliyor. Dolayısıyla bu doğru bir neden değil.
Biz güvenlik gerekçesiyle silah bulundurduğunu söyleyenlere karşı, “Toplumda güvenliğimizi sağlamakla görevli kolluk güçleri var” diyoruz. Kentlerde polisler, kırsal bölgelerde jandarma güvenliği sağlamakla görevli. O zaman bize verilen cevap “Ama onlar örneğin bir hırsızlık olayı oldu. Bunun takibinde, suçun tespitinde, cezalandırma mekanizmalarında problem var” diyorlar. Dolayısıyla insanların adalet sürecinde ya da hukukun uygulanma sürecinde ve güvenlik güçlerine karşı bir güvensizliği var.
Herhangi bir yasaklama hali ya da davranışı elbette suçu kısa zamanda önlemeye yönelik olacaktır. Önleyici tedbirlerin iyice yerleşmesi önemli ama daha önemlisi bireylerin kendi hak ve sorumluluklarının farkında olarak bunu kendi içlerinde yerleştirmeleri lazım. Bu uzun bir zaman alacak bir süreçtir. Bütün sosyal süreçler, eğitim tamamlansa dahi diyelim ki 10 sene sonra etkileri görmeye başlarız. Çünkü bu bir toplumsal değişim sürecidir. Yasalarda silah bulundurma yaşının yükseltilmesi engelleyici tedbir olacaktır. Silah bulundurulması gereken alanların sınırlandırılmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Örneğin, Türkiye’de kültürel olarak silahın kullanılmasını en çok kutlamalar sırasında görüyoruz. Maç sonraları, düğünler gibi. Bu tür alanlarda silahların bulundurulması kesinlikle yasaklanmalı. 2007 yılının başında Ateşli Silahlar Kanunu’nu ele aldığı zaman İçişleri Komisyonu’na, Umut Vakfı olarak biz de katıldık. Bizim orada özellikle üzerinde durduğumuz noktalardan biriydi. Ama komisyonda o çalışmada bulunan bazı milletvekilleri buna karşı çıkarak orada “Bilmem ne kadar uzaklıktan gelecek insanlar silahlarını koyacak yer bulamayacakları için bu yasaklanamaz.” dediler. Mantıksız kanun yapıcının öne sürdüğü, mantıksız nedenler var. Tabii bunlar insan hayatının önüne geçemiyor. Silah bulundurulması gereken yerlerin kısıtlandırılmasının çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Yasaklamalar bu tip durumlarda işe yarayacaktır.
Zaman zaman taksitli silah satışı gündeme geliyor. Bir kere buna tepki göstermek için hem basın açıklaması yaptık hemde kendilerine resmi olarak ilettik. Bu satışı yapan bankalarla da temasa geçtik ve buna alet olmamalarını istedik. Bazı bankalar bu uygulamayı durdurdu. Onun üzerine Makina Kimya Endüstrisi’nden arandık ve bize “Böyle bir haber yok, doğru değil” dediler. “Biz daha önce böyle bir uygulama yapmıştık ama tepki duyulduğu için kaldırdık” dediler. Ama web sitelerinde hala devam ediyor. Burada şöyle birşey ortaya çıkıyor: Devlet kurumları aslında bu tip şeylerde kamuoyundaki görünürlüklerini temiz tutmaya çalışıyorlar. Bu ikili enformasyon karışıklığı bunu gösteriyor. Kendi imajlarını düzgün tutmaya çalışıyorlar ama bu tip devam eden satış çalışmaları, insanları silahlanmaya teşvik ediyor ve silahlanmalarını kolaylaştırıyor.
Silahlanmayla mücadelede konuyu çalışırken alt başlıklara ayırıyoruz. İki konunun çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Birincisi, bireysel silahlanmayla ilgili toplumsal zihniyetin değişmesi süreci bizce çok önemli. Bunun için öncelikle eğitim sisteminin içine, bireysel silahlanmanın kültürel bir unsur olmadığını ve olmasının da mümkün olmadığını yerleştirmek gerekiyor. Yani “Erkek adamın silahı olur” ve “At, avrat, silah” mantığından, kültüründen vazgeçmek ve bunu eleştiren süreçleri eğitimin içine almak gerekiyor. İkincisi, anaokullarında ve özellikle ebeveynlere yönelik çalışmalarda yine bu unsurun yerleştirilmesi gerekiyor. Aynı şekilde kampanyalarla ama sadece Umut Vakfı’nın değil Türkiye’deki yaşam hakkıyla ilgili bütün toplumsal kesimlerin içinde olacağı etkili kampanyaların düzenlenmesi lazım. Medyanın çok önemli etkisi var. Kanun yapıcının önemi, özellikle toplumsal zihniyetin değişmesi sürecinde ortaya çıkıyor.
Bireysel silahlanmayla mücadeleyle ilgili mevzuat değişimi de gerekli. Orası da en az toplumsal zihniyet değişimi kadar önemli. Çünkü, 6136 sayılı Ateşli Silahlar Kanunu 1950’lilerden kalma. Bu yasa 2007 başında ele alınmaya başlandı ama yeni dönemle birlikte yasa kadük oldu. Bu yasanın ivedilikle elden geçirilmesi lazım. Kuru sıkı silahlar meselesi çok önemli dünyada da kuru sıkı silahlarla ilgili mevzuat çok az ülkede var. Ancak kurusıkı silahların serbest olduğu ülkelerde çok ciddi bir önleyici tedbir var. O da namlusu gerçeğiyle değiştirilemez şekilde üretilmek zorunda. Bu senenin başında kurusıkı silahlarla ilgili yönetmelikler tamamlandı ve yürürlüğe girdi. Çok önemli bir gelişme bizce bunun takip edilmesi lazım. İyi uygulanması lazım. Bunların dışında da yine Türk Ceza Kanunu’ndaki caydırıcı cezalarda yükseltilmeli. Türk Ceza Kanunu’nun silah tanımını veren altıncı maddesinde, kurusıkı silahlar silah tanımı olarak geçmiyor. Bunun da düzenlenmesi gerekiyor. Yine kurusıkı silahla ilgili olarak normal silah ruhsatı aldığınız zaman sizden belge istiyorlar. Ama bu gerçek silah ruhsatı aldığınızdaki gibi değil kurusıkı silah alırken de psikolojik süreçten geçmeniz lazım. Bu da yine eksikliklerden biri.
Abdurrahman Bayramoğlu (İstanbul Barosu Bireysel Silahsızlanma Komisyonu Başkanı):
Bireysel silahlanmada daha çok sosyolojik nedenler etkili diye düşünüyorum. İnsanların kendilerine olan güvenleri sadece can güvenliği değil silah bir güç veriyor, özgüven temin ediyor. Silahla kendimize bir güç edindiğimizi düşünüyoruz. Böyle bir hastalıklı bir anlayışımız var. Kiminin makamıyla, kiminin aidiyetle alakalı bir durum. Kendini silahla güçlü bir hale getiriyor. Genetik olarakta silaha merakımız var. İnsanların kendi güvenliğini sağlamakla ilgili bir durum ve bu durumu gerçekçi bulmuyorum. Sözgelimi, İstanbul’un bir yerinde kuyumcu dükkanı olan bir kişi silah taşıma ruhsatı elde ediyor fakat bakıyorsunuz Bodrum’daki barda yanında taşıyor. Takdir edersiniz ki hiç alakası olmayan bir durum. Kuyumcuysanız bu işinizle bağlantılı işlerde taşımanız sizin için bir anlam ifade ediyor.
Yasalarla, özellikle taşıma ruhsatının hiçbir istisna getirmeksizin, kimi insanlara kesinlikle verilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Yasalarımız o kadar çok istisna getirmiş ki istisnalar bir anlamda esas haline dönüşmüş. Silah taşımak için izin vermemek bir istisna haline gelmiş. Neredeyse belli bir yaşa gelen bütün Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına taşıma ruhsatı verilmesi sözkonusu. Yasalar o anlamda çok geniş. Ticaret yapanlar, meslekleri nedeniyle, eskiden yaptıkları görevler nedeniyle insanların silah edinmesi çok kolay. Yasalar üzerindeki bu taşımaya olanak veren genişliklerin daraltılmasını, ortadan kaldırılması gerektiğini düşünüyorum. Esasen yasalarla da halledilebilecek bir konu da değil. Yasalarla yasaklanınca ne olacak? Bunu yasalarla yasakladığınızda insanlar bir şekilde suç işleyerek taşımaya başlayacak. Şimdi, sözgelimi siz yasayla iki kat inşaata izin veriyorsunuz ama insanlar orda beş katlı kaçak bina yapıyor. Bu, tamamıyla bir bakış açısıyla alakalıdır.
Burada konunun özünden de uzaklaşmamak lazım. Burada üretim vardır ve bu üretime talep yaratılır. Silahın üreticileri varsa, tüketicileri de olması lazım. Silahlanmayla ilgili işin esasının bu olduğunu düşünüyorum. Bu konuyu kapitalizmin kendi üretim ve tüketim ilişkileri dışında düşünemezsiniz. Ondan soyutlayarak bir çözüm, ondan soyutlayarak bir projeyle çözeceğinizi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Kaçak olarak bunu yurda sokanlar, dağıtanlar var. İşin içinde silah üretenler, silah tekelleri var.
Ayhan Akcan (Psikiyatrist):
İnsanlar caydırıcı olsun, kendimi güvende hissedeyim duygusuyla daha çok silaha başvuruyor ama bunun gerçekle alakası yok. Silah insanı korumuyor, hırsızın eve girmesini engellemiyor. Asıl gerçekle örtüşmüyor. İnsanların silah sahibi olmak istemelerinin diğer nedenleri de yatırım olsun, hatıra, babadan kalma gibi birçok nedenleri de var ama daha çok güvenlik nedeniyle insanlar silah alıyor. Türkiye’de rakamlar 7 milyon silah olduğunu gösteriyor. Bunların 2 milyonu ruhsatlı 5 milyonu ruhsatsız. Her iki erişkin erkekden biri silahlı, her üç evden birinde de silah var. Trafikte hareket halindeki 300 bin araçta silah bulunuyor. Geçmiş yıllara göre de ciddi artış var. Silahlanmadaki artışla birlikte maalesef asayiş olaylarında da artış görülüyor. Yani vatandaş kendimi güvende hissedeyim mantığıyla silah alıyor ama o aldığı silah kendisinin maruz kaldığı o asayiş olaylarını engellemiyor aksine, artırıyor. Silahlanma asayişi, güvenliği sağlamak yerine suça teşvik ediyor. Yani sistemin işlemesi engellenmiş oluyor. Silahlar artık riskli gurpların eline geçiyor çocuklara, yaşlılara, akıl hastalarına gibi. Bu da sosyal anlamda silahın yaygın olduğunu gösteriyor.
Kişinin en önemlisi kentli olması lazım, entelektüel olması lazım, başkalarının haklarına saygılı olması lazım, eğitimli olması lazım ama maalesef ülkemizde biz bunu altyapı olarak tamamlayamadık. Aslında göçebe kültürünün getirdiklerini aynen devam ettiriyoruz. Kişinin 20 yıl, 30 yıl Ankara, İstanbul gibi büyük metropollerde yaşaması bir şey değiştirmiyor. Düşünce ve davranış biçimi olarak da yasaları hakim kılan veya hukukun üstünlüğüne inanan bir yapısı yok. Bu eğitimle ilgili bir şey. Dolaylı yoldan da böyle bir talep var. Kendisi şehirde oturuyor ama mantık aynı, yastığının altında silah bulunması ya da silah sahibi olması sanki kendisini koruyormuş gibi düşüncesi var.
Vatandaşların tercihine bırakırsan, bir de kolay elde edebiliyorsa silah alır. Çok caydırıcı tedbirler de yoksa yine alır. Cezai müeyyideleri artırmak lazım. Polis ve asker dışında silah kullanılmasının yasaklanması lazım. Fakat henüz siyasi iradenin böyle bir niyeti yok. Siyasi irade bu olayların kaçak ya da kayıp silahlarla işlendiğini düşünüyor. “Ne kadar kayda alırsak o kadar engelleriz” diye düşünüyor ama o da yanlış. Olayların yüzde 15’in de ruhsatlı silah kullanılıyor. Polis ve asker müdahale edemiyor birçok olaya, toplumsal olaylara. Mesela; takibi gereken olaylarda silah kullanımında artış var faili meçhullerde olduğu gibi. Hepsi aslında olayın kayıt altına alınmasıyla çözülemeyeceğinin göstergesi. Aslında yasaklamak gerekiyor bütün dünyada olduğu gibi. Avustralya tartıştı yasakladı, Almanya tartıştı yasakladı. Orada da mantık yasaklamak, artı varolan yasayı da uygulamak. Türkiye’de bu konulara çözüm üretecek yer Meclis ama Meclis’teki milletvekillerinin mantığı olayı hala siyasi propaganda malzemesi olarak bakıyorlar. Hala Şark kültürü mantığıyla bakıyor. Dolayısıyla da çözüm üretemiyor.
28.09.2008
|