Þems'le Mevlana, Atatürk'le Mevlevilik ve Bektaþilik

18 Mayýs 2015 00:22 / 1886 kez okundu!

 

 

Mevlana'nýn aþk tanýmý nedir? Mevlana'nýn Tebrizli Þems'le iliþkisinin niteliði nasýldý?  Atatürk Mevlevi  miydi? Atatürk Bektaþi miydi? Bu sorularýn yanýtlarýna bakalým

 

Ýþ adamý Ethem Sancak’ýn “…Kentli sýnýfa da önderlik edeceðim diyen Tayyip Erdoðan çýktý. Tanýdým, dürüstlüðünü gördüm. Erdoðan’ýn eteklerine tutunup oradan bir þey beklemek niyetim yoktu. Siirt seçimleri vesilesiyle Siirt’ten baþbakan çýksýn diye, dürüstlüðünü, yiðitliðini gördüm, gördükçe de aþýk oldum. Doðrusu solculuk dönemimde Mevlana ile Þems’in arasýndaki aþka anlam veremiyordum. Tanýdýktan sonra gördüm ki böyle bir ilahi aþk iki erkek arasýnda olabiliyor..” sözlerinden sonra bazý okurlar, iki yýl önce yazdýðým “Mevlana hakkýnda yanlýþ bildiklerimiz” (okumak için týklayýn) baþlýklý yazýmýn bitiriþ cümlesini hatýrlattýlar bana. Demiþtim ki “Mevlana’nýn Tebrizli Þems’le iliþkisinin niteliði, Mevlana’nýn Moðol ajaný olup olmadýðý, Atatürk’ün Mevlevi olup olmadýðý, Mevleviliðin ne zaman doðduðu, Batý’nýn Mevlana sevgisinin tarihçesi gibi sorularý cevaplamayý ise baþka bir zamana býrakalým.”

Bu okurlarýn muradlarý eðer Þems ile Mevlana arasýndaki iliþkinin mahiyetini anlayýp oradan Ethem Sancak’ýn Tayyip Erdoðan’a duyduðu aþkýn mahiyetini anlamaya gitmekse, maalesef bu konuda yardýmcý olamayabilirim. Çünkü ikili arasýndaki iliþki sadece ruhani bir alýþveriþ miydi, yoksa tensel bir iliþki de var mýydý sorusuna kaynaklara dayalý bir cevap vermek zor. Yine de bazý bilgi kýrýntýlarýný paylaþmak isterim.

ÝSLAMÝ KAYNAKLARDA ‘AÞK’ TERÝMÝ

Mevlana’nýn eserlerinde sýk sýk karþýmýza çýkan ‘aþk’ teriminin ne anlama geldiðine deðinmeden, ‘aþk’ teriminin Ýslami kaynaklardaki izini sürelim. Kur’an’da ‘aþk’ terimi geçmez. ‘Sevgi’ karþýlýðýnda ise ‘hubb’ (örneðin Bakara, 165), ‘hudd’ (örneðin Meryem, 96 ve Yunus, 90) terimleri kullanýlýr. Sevginin “düþkünlük halini almasý” karþýlýðý ‘heva’ ise negatif bir durum olarak örneðin Sa’d, 26’da geçer. Ayrýca, ‘alaka’, ‘ðamaraat’, ‘hulle’, ‘ceva’, ‘þevc’, ‘þevk’, ‘hilabe’, ‘belabil’, ‘tebarih’ ve daha nice ‘sevgi’nin çeþitlerini anlatan kelime vardýr Kur’an’da ancak dediðim gibi ‘aþk’ yoktur.

Kur’an’da ‘aþk’ geçmediði için olsa gerek, Rabiatu’ul-Adeviyye, Bayezid-i Bistami, Cüneyd-i Baðdadi ve Hallac-ý Mansur gibi radikal þahsiyetler bile eserlerinde bu terimi kullanmamýþlardýr. Rivayede göre ‘aþk’ kelimesini ilk kez “Ben Allah’a aðýþýðým, o da bana aþýktýr” cümlesinde kullanan Ebu’l-Hüseyin Nuri, “küfre düþtüðü için” önce sürgüne, ardýndan idama mahkum edilmiþtir. Uzun bir aradan sonra ‘aþk’ kelimesini Ýmam Gazali’nin eserlerinde görürüz. Mevlana ise onu yolunu izlemiþe benzer.

 (W. Forrest, “Sema yapan Mevleviler”, ahþap baský, 1860)

 

MEVLANA’NIN ESERLERÝNDE ‘AÞK’

Mevlana’nýn eserlerinden içinde ‘aþk’ geçen (sadeleþtirilmiþ dille) bir kaç dize aktararak, Mevlana’nýn ‘aþk’ý nasýl tanýmladýðýný anlamaya çalýþalým:

“Tövbe bir kurtcaðýzdýr, aþksa ejderhaya benzer.Tövbe halkýn sýfatýdýr, aþksa yaradanýn sýfatý.Aþk kimseye niyazý ve ihtiyacý olmayan yaradanýn vasýflarýndandýr./Ondan baþkasýna aþk, altýnlarla bezenmiþ bir güzelliktir. Görünüþü nurdur, fakat için dumandýr.” (Mesnevi C.6, 970) 

“Yaradýnýn hikmeti ezelde bizi birbirimize aþýk etti. O’nun ezeli hükmüne göre kainatýn bütün  zerreleri çift çifttir ve her cü’üde kendi çiftine aþýktýr.” (Mesnevi, C. 3, 4400)

 “Bu birlikte alem beka bulsun diye yaradan erkekle kadýna da birbirlerine meyil verdi. (…) Ýki cinsin birleþmesinden bir þey doðar, bir þey vücut bulur.” (Mesnevi, C. 3, 415)

 “Aþk öyle bir fazilettir ki, insaný faziletler sahibi yapar. Fakat insan bu haddinden fazla dileyiþ yüzünden hem pek zalimdir, hem de pek cahil.” (Mesnevi, C. 3, 4672)

“Aþk büyüklere baldýr, çocuklara süt. O her gemiye yüklenen ve geminin aðýrlýðýndan fzla olduðu için batmasýna sebep olan son yüktür.” (Mesnevi, C. 3, 4672)

“Aþýk, gece gündüz gah çadýr yerlerinde kalan çerçöpe, gah harebelere hitap eder.” (Mesnevi, C. 3, 1345)

“Aþýkýn gýdasý ekmeksiz ekmeðe aþýk olmaktýr./Aþkýnda doðru olan kiþi, varlýða baðlanmaz./Aþýklarýn varlýkla iþi yoktur. Aþýklar karý sermayesiz elde ederler./Kanatlarý yoktur, alemin etrafýnda uçarlar./Elleri yoktur topu meydandan kaparlar.” (Mesnevi, C. 3, 3020)

“Aþýklara her yanýþta bir yanýþ vardýr./Yýkýk köyden haraç, öþür alýnmaz.” (Mesnevi, C. 2, 1763)

“Ey aslý nesli belli kiþi, bu edeplilikle edepsizliði bir birine uygun bil./Zahirine bakarsan edepsiz gibi görünür./Çünkü baþýnda aþk davasý vardýr.” (Mesnevi, C. 3, 3680)

“Aþk bir denizdir, gökyüzü bu denizde bir köpük/Aþk Yusuf’un havasýna kapýlan Züleyha gibi insaný hayran eder/Gönüllerin dönüþünü aþktan bil/Aþk olmasaydý dünya donar kalýrdý/Aþk olmasaydý nerden cansýz bir þey nebata girer, onda mahvolurdu?/Büyüyüp yetiþen nebatlar nerden kendilerini canlýlara feda ederlerdi?/Ruh nasýl olur da o nefese feda olurdu/Onun esintisinden Meryem gebe kalýrdý?” (Mesnevi, C.5, 3853)

ÞEMS ÝLE MEVLANA’NIN ‘AÞK’I

Bu ve benzeri dizelerden görüldüðü gibi Mevlana için ‘aþk’ kelimesinin kapsamý çok geniþtir. Bazen tanrý aþký, bazen beþeri, bazen cismani aþk, bazen hepsi birden. Bazen biriyle baþlayýp diðeriyle biter. Kýsacasý Mevlevi için ‘aþk’ þudur deyip çýkmak kolay deðil. Lafý uzatmadan Mevlana ile Þems arasýndaki ‘aþk’ýn mahiyetini merak edenlere cevap vermeye çalýþalým.

Giriþte sözünü ettiðim yazýda da anlatmýþtým, biraz daha geniþleterek tekrarlayayým. Mevlana’nýn hayatý, 1244 yýlýnýn Konya'nýn ünlü Þekerfuruþan (Þeker tacirleri) Haný’nýn (bazý kaynaklara göre Pirinçciler Haný) kapýsýnda baþtan ayaða karalar giymiþ bir gezginle tanýþtýðýnda radikal biçimde deðiþecektir. Bu siyahlý gezginin adý Tebrizli Þems idi. Karþýlaþtýklarýnda Þems 60 yaþýnda, Mevlana 37 yaþýndaydý. Þems’ten önce Mevlana binlerce insanýn izlediði örnek bir imamdý. Þems’le karþýlaþtýktan sonra bu sýra dýþý ve geleneklere meydan okuyan biri oldu. Ýkili, Mevlana'nýn seçkin müritlerinden kuyumcu esnafýndan Selahaddin Zerkub'un hücresine gittiler ve ‘halvet’ (iki kiþilik kesin bir yalnýzlýk içinde) oldular. Bazý kaynaklara göre 40 gün, bazýlarýna göre üç ay, bazýlarýna göre altý ay sürdü bu ‘halvet’. Ardýndan Mevlana, müritlerini þaþkýna çeviren bir kararla medresenin ve evinin kapýlarýný kapadý ve ‘gönül eðitimi’ adýný verdiði sürece girdi.

ÞEMS’ÝN KAYBOLUÞU

Günlerini Þems ile sohbet etmekle geçiren Mevlana’ya karþý, gerek ailesi gerekse öðrencileri baþlangýçta serzeniþlerde bulunurken zaman içinde bu çevrelerde Þems’e karþý bir kin oluþmaya baþladý. Halk da Mevlana'ya Tebrizli Þems geldikten sonra ders ve vaaz vermeyi býraktýðý, sema ve raksa baþladýðý, fýkýh bilginlerine özgü kýyafetini deðiþtirip Hint alacasý renginde bir hýrka ve bal rengi bir külah giydiði için kýzýyordu. Büyüyen tepkiler dolayýsýyla Þems, 1 Mart 1246’da (yani karþýlaþmalarýndan 15 ay 20 gün sonra) Konya’dan ayrýlýp Þam’a gitti. Ancak Mevlana bu ayrýlýða dayanamadý. Þems’e sürekli mektuplar yazdý.

Sonunda babasýnýn haline dayanamayan oðlu Mehmed Bahaeddin (Sultan Veled) Þam’a gidip Þems’i buldu ve Konya’ya getirdi. Kaynaklara göre ‘Bahr-i Farisi’ (Ýran denizi) ile ‘Bahr-i Rumi’nin (Rum/Anadolu denizi) kavuþmasý 1247’de idi. Ancak ilkine benzer tepkilerin ortaya çýkmasý gecikmedi. Çünkü Mevlana sema ve raksa devam ediyor, yaslýlarýn giydiði siyah renkli giysileri giyiyordu. Meyhanelerden destilerle þarap getirip içiyordu. Üstelik bu alemlere karýsý ve oðlunu da dahil ediyordu. Küçük oðul Alaeddin bunlarý duyunca zývanadan çýktý. Þems 1247 yýlýnýn sonunda esrarengiz biçimde ortadan kayboldu. Döneme dair önemli bir kaynak olan Ahmed Eflaki’ye göre ise Mevlana’nýn oðlu Alaeddin ve arkadaþlarý tarafýndan öldürüldü. Þems’in cesedinin bulunmamasýndan dolayý öldüðüne bir türlü inanmayan Mevlana (ki Þems’in geleceðini hisseden birinin öldüðünü hissetmemesi garipti) Þems’i aramak üzere 1247 ila 1249 yýllarý arasýnda dört kere Þam’a gitti. Mevlana sonunda umudunu kesip Konya’ya döndü. Ancak Þems’ten sonra klasik medrese eðitimine devam edemedi. Þems’in kayboluþunun 40. Gününde baþýna duman rengi bir sarýk saran ve Yemen ve Hint kumaþýndan bir ferace giyen Mevlana bu giysileri ölünceye kadar üzerinden çýkarmadý. Büyük kaybýnýn acýsýyla yaptýðý semalar öylesine cazibeliydi ki birçok kiþi onun semasýnýn arkasýndan gitmeye baþlayýnca Sünni ulema iyice kýzmaya baþladý. Sema bidat sayýlmaya baþladý.

Hikaye böyle devam ediyor. Konumuza dönersek, acaba Þems Mevlana’ya ne öðretti de kendisine böyle baðladý? Buna cevap vermek bu yazýnýn boyutu aþar. Ama Mevlana ile Þems arasýnda yalnýzca ruhsal bir iliþki mi vardý yoksa ayný zamanda tensel bir iliþki de var mýydý sorusu son derece meþrudur çünkü öncelikle o dönemde eþcinsellik hem gerçek anlamda yaygýndý hem de mecazi anlamda çok revaçtaydý. Mesela Mevlana ve Þems’in çevresindekilerden Evheddin Kirmani adlý bir Türk Sufi, oðlanlara düþkünlüðüyle tanýnýrdý. Öte yandan Þems ve Mesnevi’nin þiirlerinde de eþcinsel imgeler bol bol kullanýyorlardý. Örneðin Þems’in þu satýrlarýný okuyan birinin aklýna eþcinselliðin gelmesi þaþýrtýcý olabilir mi: “ Seni nasýl incitebilirim? Ayaðýna bir öpücük kondurayým desem korkarým ki kirpiklerimin dikeni ayaðýna batar da rahatsýz eder.”  (Makalat, 99-100) “Düþünmüyor musun ki. Benim bu eve yol bulmaklýðým kendi kadýnýma kavuþmaklýðým gibi Cebrail’den gelen bir gayret yüzündendir.” (Makalat, 661) Veya þu satýrlar: “Tebrizli Þems altmýþýndan sonra cilveler göreyim, iþveler seyredeyim diye , beni yeniden gençleþtirdi.” (Muvahhid, 127-128)

ÞEMS’ÝN MEVLANA’YA BAKIÞI

Evet bu dizelerde ruhsal ve tensel aþk birbirine karýþmýþ görünüyor ama böyle bir karýþým varsa da bunun Mevlana cephesinden gelmesi daha olasý, çünkü Þems’in þu satýrlarý aralarýndaki iliþkinin niteliðini daha iyi anlatýyor sanki: “Mevlana’ya önce onun þeyhi olmayacaðýmý bilerek geldim. Allah Mevlana’nýn þeyhi olabilecek birini daha dünyaya getirmemiþtir. O kiþi ölümlü biri olamaz. Fakat ben mürit olacak biri de deðilim. Bu artýk bana göre deðil. Dostluk ve gönül ferahlýðý için geliyorum. Böyle olmalý ki nifaka ihtiyaç duymayayým. Peygamberlerin çoðu niyetlerini gizlemiþtir...” (Makalat, 777) “Karþýmda beni dinlerken, kendini iki yaþýndaki bir çocuk, Ýslama dair hiçbir þey bilmeyen yeni bir mühtedi gibi sayar kendini. Bu ne muhteþem bir uysallýktýr!” (Makalat, 730) “Hayatýmýzýn ne þekilde müþterek olacaðýnýn belli olmasýna ihtiyacým var. Kardeþlik ve dostluk mu, yoksa Þeyhlik ve müritlik mi? Bundan hoþlanmýyorum. Öðrenci öðretmen?” (Makalat, 682)

Öte yandan gerek Mevlana, eþcinsellik hikayeleriyle tanýnan Evheddin Kirmani’den “dünyaya kötü bir miras býraktý” diye bahsederken, Þems de onun hakkýnda olumsuz imalarda bulunur. Yine bu ikili yazýlarýnda müritlere uyuþturucudan ve livatadan uzak durmalarýný tavsiye ederler. Elbette bütün bunlar Mevlana ve Þems’in iliþkilerinin sadece ruhsal olduðunu kabul etmemizi de saðlamaz. Peki sadece ruhsal olmasa tensel olsa bu ayýp mýdýr? Bence hayýr. Osmanlý döneminde eþcinsellik tarihine dair “Elinde tesbih, evinde oðlar, dudaðýnda dua” baþlýklý yazýmý (okumak için týklayýn) okuyanlar eþcinselliðin tarihimiz boyunca çok yaygýn ve saygýn olduðunu görürler.

ATATÜRK MEVLEVÝ MÝYDÝ?

Madem baþladým, iki yýl önce anlatmayý vaat ettiðim konulardan birine daha deðineyim: Atatürk Mevlevi miydi? Bu konuda da çok az belge var elimizde. Atatürk’ün en yakýnlarýndaki yazarlardan Falih Rýfký Atay’a göre ise Atatürk Harb Akademisinde öðrenci iken, Selanik’e evci olarak gittiði zamanlar, Mevlevîlerin ayinlerine katýldýðýný ve ‘Hu Hu’ diyerek onlar gibi sema yaptýðýnýn söylendiðini, ancak bu ayinlerin Atatürk’te dinî duygulardan çok klasik müzik sevgisini oluþturmaktan öte gitmemiþtir. 1920 sonrasýna dair ise epeyce bilgimiz var.  Örneðin ilk olarak 3-5Aðustos 1920’de Konya’ya gelen Mustafa Kemal, Konya’da kaldýðý iki gün içinde hem bu müzeyi, hem de Mevlana Dergâhý’ný ve Türbesi’ni ziyaret etmiþ, kendisine verilen bilgileri dikkatle dinlemiþti. Ýkinci ziyaretini 1-4 Nisan 1922’de yaptý ve kendisi için yapýlan Sema ayinini izledi.  24-25 Temmuz 1922 günü yaptýðý üçüncü ziyarette postniþin Abdülhalim Çelebi'nin davetlisi olarak dergâhta yemek yedi ve Mevlana'nýn büyüklüðü üzerine takdir ve hayranlýk dolu sözler söyledi.

               

(Mustafa Kemal, Mevlevi Dergâhý Postniþini Abdülhalim Çelebi ve Mevlevilerle birlikte, 3 Aðustos 1920)

 

“MEVLANA’NIN HUZURUNA KUPKURU GÝDÝLMEZ!”

20 Mart 1923’teki ziyaretinde ise Dergâhýn ziyaretçi defterine, Konya’ya, Mevlana’ya ve Mevleviliðe dair övücü cümleler yazdý. Bu gezide kendisine eþlik eden gazeteci Ýsmail Habib Sevük o gün Mustafa Kemal ile birlikte izledikleri Mevlevî ayinden sonraki izlenimlerini þöyle aktarýyor: “Ayinden memnun. Beni imtihan etmek istermiþ gibi, "Bu Mevlana nasýl adamdýr" dedi. Ben: "Bilmiyorum ama büyük bir adam olacak ki raks, þiir gibi esas yapmýþ (....) dedim. O: "Onun ne liberal kafalý bir þair olduðunu bildiðim için huzuruna kupkuru girilmez dedim (…)"

“MEVLANA BÜYÜK BÝR REFORMÝSTTÝR”

Bu tarihten 1937 yýlýna kadar 9 kere daha Konya’yý ziyaret edecek olan Mustafa Kemal Atatürk, Sadi Borak’ýn anlattýðýna göre ise, bu ziyaretlerden birinden hemen sonra, Çankaya’daki meþhur akþam yemeklerinden birinde Maarif Vekili Hasan Ali Yücel için "Zeki bir genç" demiþ, sofrada bulunanlardan biri atýlarak “Efendim, Hasan Ali Mevlevi’dir, babasý da Mevlevi’dir” demiþti. Borak’ýn dediðine göre bu açýklamanýn amacý, Hasan Ali’yi gözden düþürmekti. Ama tam tersi olacak ve Mustafa Kemal þöyle cevap verecekti: “Bana hiç bahsetmedi, halbuki ben Mevlana’yý takdir ederim.” Bu sözlerden sonra derin bir sessizlik olmuþ, ardýndan kimi tekkelerin aleyhine atýp tutmaya, kimi Mevleviliðin tuhaf adetlerine iliþkin hikâyeler anlatmaya baþlamýþtý. Sonunda birisi “Efendim Mevlevilik ibadete çalgý sokarak dini gülünç eden ve Müslümanlýðý dejenere eden teþebbüslerden birisidir” deyince Mustafa Kemal’in cevabý þu olmuþtu: "Mevlana bilakis Müslümanlýðý Türk ruhuna uygun hale getiren büyük bir reformisttir. Müslümanlýk aslýnda hoþgörülü ve modern bir dindir. Araplar onu kendi bünyelerine göre almýþlar ve uygulamýþlardýr. Sýcak bir iklimde oturan, suyu nadiren bulan ve kullanan genel bir hareketsizlik içinde ömür süren Araplar için, günde beþ defa abdest alýp, beþ defa namaz kýlmak, çok ileri bir hareket adýmýdýr. Hazreti Muhammed’in dini, insanlarý harekete geçirmek esasýna dayanýr. Bu uygulama Türkler için çok hareketsiz sayýlabilir. Sarp daðlarda at oynatan, erimiþ kar sularýyla yýkanan Türk için, abdest ve namazla sýnýrlý ibadet tarzý çok hareketsiz kalmýþtýr. Þaman dininde iken dans eden, þarkýlar söyleyen, kopuzlar çalan, þiir okuyan Türk, namazý az ve hareketsiz bir ibadet saymýþtý. Türk hayat tarzý, bu hareketsizliðe karþý harekete geçilmesinden doðmuþtur. Mevleviliðe gelince, o tamamýyla Türk geleneklerinin Müslümanlýða nüfuz örneðidir. Mevlana büyük bir reformisttir. Ayakta dönerek ve hareketli Allah'a yaklaþma fikri, Türk dehasýnýn en doðal ifadesidir. Bir tarafta müzik çalýyor, diðer tarafta insanlar ilahiler söylüyor ve ayaða kalkmýþ diðerleri, hayali bir dönüþle ellerini göklere kaldýrýyorlar. Bunun estetiði fevkaladedir."

MEVLANA MÜZESÝ’NÝN AÇILIÞ MÖNÜSÜ

1925’te ülkedeki tüm tekke ve dergâhlar kapatýldýðýnda Maarif Vekili Hamdullah Suphi (Tanrýöver) Bey’in önerisi ile Mevlana Dergâhý’nýn Âsâr-ý Atîka Müzesi (Eski Eserler Müzesi) haline getirilmesini çalýþmalarýna baþlanmýþtý. 2 Mart 1927 Çarþamba günü müze yemekli bir törenle açýlmýþtý. Yemeðin mönüsünde (orijinal sýrasýyla) þunlar vardý: 1. Un çorbasý, 2. Kekikli dað eti (Sokollu Mehmed Paþa Devri’ne ait), 3) Peynirli, soðanlý börek, 4) Sebzeli kefal balýðý paçasý, 5. Portakal peltesi, 6. Çalý fasulyesi, 7. Þehriyeli pilav, 8. Kaymaklý Medine hurmasý tatlýsý (Nevþehirli Ýbrahim Paþa Devri’ne aittir), 9. Turþu, 10. Turp salatasý, 11. Marul salatasý. (Misafirlerin yemek hakkýndaki düþüncelerini ne yazýk öðrenemedim, umarým beðenmiþlerdir.)

“SENÝN KAPIN AÇIK KALMIÞTIR”

Bir iddiaya göre Mustafa Kemal 21 Mart 1931’de müzeyi gezerken Niyaz Penceresi kemeri üzerinde , bir iddiaya göre ise Topkapý Sarayý’nýn Kutsal Emanetler Dairesi önünde Mevlana’nýn þu Farsça rubaisini görmüþtü:  “Derhâ heme bestend illâ der-i tu/Tâ reh nebered garip illâ ber-i tu/Ey der Kerem-u-izzet-u nur-efþânî/Horþid-u mâh-u sitaregân çâker-i tu.”

Mustafa Kemal yanýnda bulunanlardan birisine (kimine göre Hasan Ali Yücel’e, kimine göre Konya Milletvekili Fuat Gökbudak’a) dörtlüðü tercüme ettirmiþti. Tercüme þöyleydi: “Ey keremde, yücelikte ve nur saçýcýlýkta güneþin, ayýn, yýldýzlarýn kul olduðu sen (Allah). Garip âþýklar, senin kapýndan baþka bir kapýya yol bulmasýnlar diye, öteki bütün kapýlar kapanmýþ, yalnýz senin kapýn açýk kalmýþtýr.”

Ýddialara göre Mustafa Kemal tercümeyi dikkatle dinledikten sonra, þöyle demiþti: “Demek bütün kapýlar kapandýðý hâlde, bu kapý açýk oluyor. Doðrusu ben, 1923 yýlýnda burayý ziyaretim sýrasýnda, bu dergâhý kapatmayalým, müze olarak halkýn ziyaretine açalým, diye düþünmüþ ve bir yýl sonra, Dergâh ve Tekkelerin Kapatýlmasý Kanunu çýkar çýkmaz, Ýsmet Paþa’ya Mevlana Dergâhý ve Türbesi’ni kendi eþyasý ile müze haline getiriniz demiþtim. Görüyorum ki, þu okunan þiirin hükmünü yerine getirmiþim.”

Son bir bilgi: 1925’te tarikatlarýn kapatýlmasý sýrasýnda Abdülhalim Çelebi’nin oðlu Bakýr Çelebi Halep Mevlevîhanesi’nde idi. Babasýnýn ölümü üzerine, Suriye’deki Fransýz Manda Ýdaresi’nden izin alarak ‘Çelebilik”' makamýný Halep’e taþýmýþtý. Buna raðmen Mustafa Kemal Bakýr Çelebi’ye,  Hatay’ýn ilhakýnda görev verecek kadar güveniyordu. (Hatay’ýn ilhaký konusunda þu yazýma bakýlabilir: (okumak için týklayýn) Bakýr Çelebi bu görevi yerine getirmek için 1937’de Türkiye’ye geldi ve Fransýz Manda Ýdaresi tarafýndan casusluk suçlamasýyla Suriye’ye dönüþü engellendi.

Þimdi bu anlatýlardan kalkarak, “Atatürk Mevlevi idi” demek mümkün mü?

ATATÜRK BEKTAÞÝ MÝYDÝ?

“Laf lafý açar” derler ya, “Atatürk Mevlevi miydi?” sorusunun simetriði  olan “Atatürk Bektaþi miydi?” sorusuna dair de bir kaç kelam edeyim. Atatürk’ün Bektaþi olmasý ihtimalini ilk ortaya atanlardan biri olan Enver Behnan Þapolyo’ya göre kýzkardeþi Makbule Atadan kendisine Anadolu’dan göçetmiþ bir Yörük ailesinden (Kýzýl Oðuzlar?) geldiklerini anlatmýþ, Yörükler arasýnda Alevilik-Kýzýlbaþlýk-Bektaþilik geleneðinin yaygýn olmasýndan kalkan Þapolyo ve þürekasý ise Atatürk’ün Bektaþi olabileceðini düþünmekten kendilerini alamamýþlardýr. Ancak modern dönem uzmanlarýndan Mete Tunçay da Milliyet Sanat Dergisi’nin 7 Ekim 1977 tarihli 246. sayýsýnda yayýmlanan mülakatýnda “Atatürk?ün aile itibariyle Rumeli Alevi/Bektaþilerinden geldiði, ayrýca gençlik arayýþlarý içinde bir tarikatla ilgilendiði yolunda söylentilerin olduðunu, Nutuk’ta aktarýlan, saray telgrafhanesindeki Abdülkerim Paþa ile konuþmasýnda parola olarak kullandýðý bazý tekke terimleri (Kutbü’l-Aktap, Hazret-i Evvel vb.) bu söylentileri doðrular gibi görünmekte” der.  Bilindiði gibi ‘Kutbü’l-aktap’ ve ‘Hazret-i Evvel’, Bektaþilik literatüründe Hacý Bektaþi Veli’nin unvanýdýr.

MECLÝS’ÝN BEKTAÞÝLERÝ

Mete Tunçay’a ben de þu katkýlarý yapayým: Mustafa Kemal Mayýs 1919’da Samsun’a, daha doðrusu Havza’ya gittiðinde, Ali Baba adlý nüfuzlu bir Bektaþi þeyhinin Mesudiye adlý otelinde (kiracý) olarak kalmýþ, kendisini halka Ali Baba takdim etmiþti. 23 Nisan 1920 Cuma günü Hacý Bayram Camii’nde yapýlan Meclis’in açýlýþ töreninde (özellikle cumaya denk getirilmiþti) Kuran’dan ayetler okunduktan sonra hatim indirilmiþ, Hacý Bayram Veli’nin türbesi ziyaret edilmiþti. Millî Mücadele’nin muhafazakâr liderlerinden Kâzým Karabekir bile töreni ‘gereðinden fazla aþýrý’, ‘koyu dindar’ ve ‘derviþane’ bularak, “tarihimizde hiçbir meclis böyle açýlmadý,” diye yakýnmýþtý. Hâlbuki 8 þeyh, 61 din adamýnýn milletvekili olduðu bir meclis için bu tören doðal ve kaçýnýlmazdý. Þeyhlerden ikisi Nakþibendî, biri Bayramî, ikisi Halveti, biri Mevlevi, ikisi ise Bektaþi þeyhi idi. Hem iþlevsel hem de sembolik açýdan büyük önemi olan meclis baþkan vekillerinden biri Mevlana Celaleddin Rumi’nin 19. göbekten akrabasý olan Abdülhalim Çelebi, diðeri ise Hacý Bektaþ Veli soyundan gelen Cemaleddin Çelebi idi. (Çelebi, 1919’da Amasya’da da Mustafa Kemal’in yanýndaydý.) Ýlerki yýllarda, Atatürk Çamlýca Bektaþi Dergâhý Postniþini Nuri Baba’nýn oðlu Ali Nutki Baba’yý Çankaya’da her yýl aðýrlardý. Doðrusu bunlardan kalkarak Atatürk Bektaþi idi demek doðru deðil. Nitekim Ali Nutki Baba’nýn ziyaretlerine dair ayrýntýlar veren Atatürk’ün özel doktoru Hasan Ragýp Erensel’in hatýratýnda görülüyor ki, bu sohbetlerde Atatürk misafirlere Bektaþilik hakkýnda sorular soruyor, misafirler Atatürk’e Bektaþilik üzerine bilgiler veriyor.

 HACI BEKTAÞ DERGÂHI’NI ZÝYARET

Ama Cumhuriyet tarihi boyunca Bektaþiler, özellikle Mustafa Kemal’in 22-23 Aralýk 1919’da Hacýbektaþ’a yaptýðý kýsa ziyareti Mustafa Kemal’in Bektaþiliðe giriþi olarak ele alma eðilimindedirler. Bu ziyaretten dolayý, Mustafa Kemal’i ‘don (kýyafet) deðiþtirmiþ Hazreti Ali/Hacý Bektaþ Veli’ sayanlar,  hatta ‘mehdi’ gibi görenler bile vardýr. Onlara göre, bu ziyaret sýrasýnda Mustafa Kemal, kendisine cumhuriyet hakkýnda ne düþündüðünü soran Cemaleddin Çelebi’nin kulaðýna, Millî Mücadele’nin baþarýya ulaþmasýndan sonra saltanat ve hilafetin kaldýrýlacaðýný fýsýldamýþtý. Bektaþiler de Mustafa Kemal’e destek sözü ile birlikte 1.800 altýn vermiþlerdi. Bektaþilerin övünerek aktardýðý bu hikâyenin Sünnî kesimden bazý kiþileri ne kadar kýzdýrdýðýný söylemeye herhalde gerek yok. Peki, bu iddialar doðru mudur?

Aslýnda, Eylül 1919’da hem Millî Mücadeleci kadrolar, hem de muhalifleri (örneðin Ankara Valisi Muhiddin Paþa) Hacýbektaþ’ý ziyaret etmiþti. Çünkü Bektaþi çelebilerinin Alevi Kürtler üzerindeki etkisinden faydalanmak istiyorlardý. Bilindiði gibi Mustafa Kemal, Samsun’a çýkar çýkmaz pek çok tarikat þeyhine telgraflar çekmiþ, mektuplar yazmýþ, kendilerine bazý görevler vermiþti. Mustafa Kemal’in, Bektaþilerin Millî Mücadele’ye katýlmasýný istemesi kadar doðal bir þey olamazdý.

1.800 ALTIN MI VERDÝLER?

Ziyarete katýlanlardan Mazhar Müfid (Kansu) Bey’in anlattýðýna göre heyeti yolda karþýlayan Babagân kolunun ‘Dedebabasý’ Salih Niyazi Baba, Mazhar Müfid ve Rauf beylerin bulunduðu arabaya binmiþ, yol boyunca masonluktan söz etmiþlerdi. Hacýbektaþ’a varýldýðýnda Salih Niyazi Baba dergâhýna çekilmiþ, misafirlerse Çelebiyan kolundan Cemaleddin Çelebi’nin basitçe döþenmiþ odasýna alýnmýþtý. Gruptakilerden Enver Behnan (Þapolyo) Bey’e bakýlýrsa, Mustafa Kemal burada “Bektaþilerin havasýna uyup kendisini Çelebi’ye adamýþ güzel kýzlarýn sunduðu” içkileri içmiþti. Cemaleddin Çelebi ise bir anlatýya göre hasta olduðu için içki içmemiþ, bir anlatýya göre ise Mustafa Kemal’e eþlik etmek için bir kadeh içmiþti. Konuþma sýrasýnda Cemaleddin Çelebi Milli Mücadele’yi destekleyeceðini ve cumhuriyetten yana olduðunu söylemiþ, Mustafa Kemal ise henüz zamaný olmadýðý gerekçesi ile cumhuriyet meselesini konuþmak istememiþti. Ertesi gün Salih Niyazi Baba ile Cemaleddin Çelebi arasýnda anlaþmazlýk çýkmýþ, Mustafa Kemal ve arkadaþlarý oradan ayrýlmak zorunda kalmýþlardý. Her iki yazar da Bektaþilerin 1.800 altýn verdiðinden bahsetmediði gibi, Mazhar Müfid Bey’e göre, asýl Mustafa Kemal ileri gelen Bektaþi babalarýna 50’þer lira vermiþti.

Görüldüðü gibi gerçek herkese göre farklýdýr. Mustafa Kemal’in daha baþýndan beri aklýnda cumhuriyet kurma fikri olduðunda kuþku yok. Ancak, Millî Mücadele’nin daha baþýnda bu kadar rahatça cumhuriyet adýný aðzýna almasý hele de bir tarikat liderine bu konuda söz vermesi mantýklý görünmüyor. Hacý Bektaþ’a yapýlan bu ziyaretin o dönemde harekete yandaþ toplamak için pek çok çevreye yapýlan nezaket ziyaretleri veya çaðrýlarý içinde yer aldýðý açýk. Para meselesine gelince, 1.800 altýn gibi büyük bir miktardan olayýn tanýklarýnýn söz etmemesi bir þeyi ispat etmez ama, böyle bir paranýn devletin kayýtlarýnda olmamasý, dahasý Milli Mücadele’den sonra bütün tarikatlar verdikleri paralarý geri istedikleri halde, Bektaþilerin böyle bir talebinin olmamasý bu ‘yardým’ meselesinin bir Bektaþi efsanesi olduðunu düþündürüyor. Bunu, tarikatýn âlicenaplýðý diye açýklamak mümkün, ancak tarikat 1923’te Ankara’ya baþvurarak, Osmanlý Ýmparatorluðu’ndan alamadýklarý birikmiþ alacaklarý karþýlýðýnda bir misafirhane inþa edilmesini istemiþ, bu istek Ankara tarafýndan yerine getirilmiþti. Yani o dönemde kimse devlette ‘hakkýný býrakmýyordu’ (!) Dolayýsýyla eðer 1.800 altýnlýk bir alacaklarý olsaydý onu da isterlerdi.

 (Hacý Bektaþ Veli Dergâhý)

 

TARÝKATLARIN KAPATILMASI

Konu açýlmýþken bir baþka iddiaya da açýklýk getirelim. Sünni kesim, Alevi/Bektaþilerin Kemalist rejim tarafýndan koruma altýna alýndýðý, buna karþýlýk kendilerine karþý sert davranýldýðýný ileri sürer. Ancak bu iddia da doðru deðildir. Kemalist rejim, 1923’te Cumhuriyet’in ilanýndan sonra tarikatlarla iliþkisini yeniden tarif etmeye koyulmuþtur. 1924’te Halifeliðin kaldýrýlmasýný, Þubat-Nisan 1925’te yaþanan Þeyh Said Ýsyaný’ný takiben tarikatlarýn kapatýlmasý izledi. 13 Aralýk 1925 tarihli kanunla bütün tekke ve tarikatlar kapatýldýktan sonra mal varlýklarý Evkaf Müdürlüðü’ne devredildi, kitaplarý kütüphanelere taþýndý. Ancak tekkelerin son þeyhlerine vefatlarýna kadar tekkede oturma ve maaþ alma hakký verildi. (1927 yýlýnda ‘mülga’ (kaldýrýlmýþ) tekke ve zaviye þeyhlerine ödenen maaþ miktarý 18 bin lira idi.) Bazý þeyhler ise diyanet iþlerine ve vakýflarýn mütevelli heyetlerine alýndýlar.

Sünni kesimin Kemalist rejim tarafýndan kollandýðýný ileri sürdüðü Bektaþilik de bundan muaf tutulmadý. Mecliste bu konu görüþülürken Bektaþi dergâhlarýndan ‘mezellegah’, Bektaþi babalarýndan ve çelebilerinden ‘haneberduþ’, ‘tufeyli babalar’, ‘Arnavutluktan gelme bir takým katil cani adamlar’, ‘etraftan oluk gibi akan milletin paralarýyla tarlalar almýþ, deðirmenler almýþ adamlar’ diye söz edilirken buna meclisin hiçbir üyesi tepki vermemiþti. Hacýbektaþ’taki dergâh güzel bir bitki örtüsüne sahip olan bahçesinden dolayý Numune Ziraat Mektebi yapýldý, sonra araba parký olarak kullanýldý. (Müze olmasý 1964’dedir.) Kitaplarý Ankara’daki Milli Kütüphane’ye gönderildi.

Dergâhta ‘Kilerevi Babasý’ olarak bulunan Salih Niyazi Baba kararý duyunca ‘bu demektir ki biz bu göreve layýk deðiliz’ diyerek dergâhý terk etti. Bir süre Ankara Ulus’ta Anadolu Oteli’ni iþletti, burayý gizli dergâh olarak kullanmasýna izin verilmeyince,  1930’da bazý ‘mücerred’ (bekar) babalarla Arnavutluðun baþkenti Tiran’a gitti. Ýstanbul’daki Takiyeciler/Takkeciler Tekkesi þeyhi Bektaþ Baba da onu izledi. Ancak Salih Niyazi Baba’nýn Bektaþiliðin merkezini Arnavutluða taþýma fikri Arnavutluk kralý Zogo tarafýndan kabul görmedi. Salih Niyazi Baba Ýtalyanlarca öldürüldüðü 1941’e kadar Arnavutlukta Bektaþi cemaatinin ‘dedebabasý’ olarak yaþadý. Bazý kaynaklara göre Salih Baba Ýtalyanlarla iþbirliði yaptýðý için komünistlerce öldürüldü. Bir kaynaða göre ise dergâhýn parasýný çalmaya çalýþan bir hýrsýz tarafýndan öldürüldü. Sonuç olarak, Alevi/Bektaþilerin Cumhuriyet döneminde kayrýldýklarý meselesi de tartýþýlmaya muhtaç bir tez olarak ortada duruyor.

(Salih Niyazi Baba ve derviþleri, Kaynak: www.conspiracyarchive.com)

 

 

Özet Kaynakça: Franklin Lewis, Mevlana:Geçmiþ ve þimdi, Doðu ve Batý : Mevlana Celaleddin Rumi'nin hayatý, öðretisi ve þiiri, Çevirenler: Gül Çaðalý Güven ve Hamide Koyukan, Kabalcý, 2010; Zeynep Köse, “Mevlana’nýn Mesnevi’sinde Aþk Kavramý”, Konya Selçuk Üniversitesi’nde 2004 yýlýnda kabul edilmiþ yüksek lisans tezi. Hülya Küçük, Kurtuluþ Savaþý’nda Bektaþiler, Kitap Yayýnevi, 2003; Cemal Kutay, Kurtuluþun ve Cumhuriyetin Manevi Liderleri, Enver Behnan Þapolyo, Ýstanbul ve Millî Mücadele’nin Iç Âlemi, 1967.

Ek Okuma: Ýttihatçý ve Kemalistlerin Alevi-Bektaþi politikalarý” (okumak için týklayýn

 

Ayþe HÜR

Radikal, 17.05.2015

 

 

Bu yazýyý Facebook'ta paylaþabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaþ
0
Yorumlar
Uyarý

Yorum yazabilmek için üye olmalý ve oturum açmalýsýnýz.

Eðer sitemize üye deðilseniz buraya týklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eðer üye iseniz oturum açmak için buraya týklayýn.