Milli birlik beraberlik

18 Kasım 2013 22:34 / 1476 kez okundu!

 

 

Kutsalı boldur memleketimin. Mesela “23 Nisan 1923” geniş bir siyasi kesim için “resmî” kutsaldır. Üstelik çocuklara armağan edilerek bir “temizlik” halesiyle pekiştirilmiştir. Tartışılmaz, tartışılamaz, tartışılması teklif dahi edilemez bir durum yani! Mezhebimde “kul yapısı kutsal” yoktur ve her şey edebiyle tartışılabilir.

Benzer bir kutsal ve sihirli bir kavram da “Milli birlik”. Biri ak derken öteki kara diyenler bu renksiz kavram “anons” edilince barışıverir. Bu “milli birlik” barışmaları, geçmişi “hatırlama ve yüzleşme”nin önüne çekilen duvardır.


HÂKİMİYET KİMİN

Hâkimiyet Bila Kayd ü Şart Milletindir.” Bu cümle “resmî” olarak 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda yer alır. Bugünün diliyle: Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Doğrudan demokrasiyi çağrıştırır “gibi”, değil mi? İşte bu “gibi” kelimesi tartışmaya davet oluyor.

Daveti kabul ederek soruyorum: Buradaki “millet” kelimesi ne anlamda kullanılıyor? Türk ulusu mu, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları mı? Ya da?..

Milli Mücadele’nin başlangıcından Cumhuriyet’in ilanına kadar, halk arasında ulusçu bir tutunum (cohesion) yaygın olmaması nedeniyle, İslami dayanışmadan yararlanılmıştı. Hatta ‘dinin siyasete alet edilmesi’ yolunda, Osmanlı dönemine oranla daha da ileriye gidilmiştir.” (Mete Tunçay,Eleştirel Tarih Yazıları, s.155)

İslam vurgusuna bakarsak, “millet” kelimesi, Türk ulusu değil, İslam millet, yani “Milleti Hâkime” anlamında kullanılıyor. “Büyük” Millet Meclisi’nin Hacı Bayram’da topluca kılınan Cuma namazı ve ardından dualarla açıldığını da hatırlarsak...

Bir soru daha: Erzurum, Sivas, Ankara üçlemesinde hep İslam millet namına vekiller vardır ve hiç Hıristiyan yoktur. Niye yoktur?

Kimse kalkıp da “ama onlar düşman” demesin. Onlar çocuk, kadın ve erkek Osmanlı vatandaşlarıdır. Hiçbir savaşta siviller toptan düşman ilan edilmez. Ama, Almanlarla “ortak” olup milleti gizlice savaşa sokan, İslam askerlerini Hıristiyan Mareşal Liman von Sanders’in emrine veren İttihatçılar, altı yüz yıldır aynı topraklarda yaşadıkları Hıristiyan vatandaşları toptan “düşman” ilan eder. Çünkü “birlikte yaşamak” istememektedirler! Acaba Hıristiyanlarla aralarında“alıp da vermedikleri” bir şeyler mi vardır?

İttihatçılar içindeki “tek milletçi ve şiddetçi” çete, günümüzdeki takipçileri gibi hiç halkın desteğini alamamıştır. Bu çetenin Osmanlı milletlerinin tümünü ve hatta İslam milletin çoğunluğunu bile temsile yetkisi yoktur. Ama silahı ve şiddeti vardır. Buna dayanarak “Milleti Hâkime” adına davranır.

Anayasal düzene erişmiş Osmanlı toplumunda “Büyük Millet” niteliği her dilden ve dinden anayasal vatandaşlar topluluğu için kullanılsa doğru olur. “Milleti Hâkime Meclisi” demek de doğru olmadığına göre, yıllar önce çizdikleri “tek milletçi” yolda “başarı” ile ilerleyen “İttihatçı çekirdek”i çağrıştıracak bir sıfat, daha yerinde olur.


VATANDAŞ- AZINLIK- VATANDAŞ

BMM’nin dualarla açılışının ertesi günü M. Kemal Paşa uzun bir konuşma yapar ve çok önemli bir noktaya pek kısa olarak değinir:

Mütarekenin (Mondros? TU) imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihinde çizdiği sınır sınırımız olacaktır... Doğu sınırına Elviyei Selase’yi dâhil ederek canlandırınız. Batı sınırı Edirne’den bildiğimiz gibi geçiyor... Efendiler: Bu çizgi sadece askeri düşüncelerle çizilmiş bir sınır değildir, milli sınırdır... Yine Erzurum Kongresi’nin milliyet esasından birisi, efendiler, işte bu milli sınır yönetiminin hâkimiyeti milliye esasına dayanmasıdır... Kongre’nin ortaya koyduğu esas yön Müslüman olmayan unsurlara, Müslüman unsurlara verilmiş olan hakları vermekten ibaret olacaktır ve bundan daha doğal bir esas bulamam. Bununla aynı sınırlar içinde yaşayan insanlara aynı yasal haklar bağışlanmış oluyordu...” (Cilt: 1 İçtima Senesi: 1; TBMM. Zabıt Ceridesi, İkinci İçtima).

Nitekim, konuşmadaki “uzak görüşlü” sözler gerçekleşir: Lozan ile Misak-ı Milli sınırları içindeki Hıristiyanlar “azınlık” olur, ama çok geçmeden “azınlık” haklarından da zorla vazgeçirilip “kod numaralı” vatandaş yapılırlar.


İTTİHATÇI CUMHURİYET HEPİMİZİNDİR!

1920 Meclisi ve devamındaki Cumhuriyet açık bir “İttihatçı” zaferidir. Ancak zaferden sonra “tek milletçi” İttihatçı “çekirdek” ikiye bölünür ve aralarında “paylaşım savaşı” başlar. Paylaşılamayan, Hıristiyanlardan “alınıp da Lozan’a rağmen verilmeyen” her şeydir!

Bugün kimi “İttihatsever”ler Ermeni katliamının sorumlusu Talat Paşa’yı, kimi de Sarıkamış Faciası’nın sorumlusu Enver Paşa’yı çok sever. Biri duvarına “kalpaklı Önder” fotoğrafı asar, öteki “dua eden Önder” resmini asar. Bu derin farklılık, iki tarafın İttihatçı “milli birlik” içinde olduklarının ifadesi değil mi? Astıkları resimler başka da olsa, “kul yapısı kutsal”ları birdir.

İttihatçı Cumhuriyet’te siyasi mücadele hep “İslamcı gericiler” ile “Batıcı ilericiler” arasında “gibi” gösterildi, gösteriliyor. Karabekir gericidir, M. Kemal ilerici; Bayar gericidir, İnönü ilerici,Erdoğan gerici, Kılıçdar ilerici! Dikkat edin hepsi siyasi kavgalarını 1923 ve sonrasıyla sınırlı tutarlar. 1923 öncesinde tam bir “milli birlik” vardır.

İttihatçı Cumhuriyet’in iki ana akım siyasi kanadı işte böyle köklü bir “geçmiş ve “zihniyet kardeşi”dir. İttihatçı Cumhuriyet “kardeş”lerinin “hani bunun ilk sahibi” sorusu karşısında “birlik” oluşları bundandır.

Türkiye’de sol ya da sağ olsun, “hak ve adalet”ten söz edenlerin, kendilerine “milli birlik” içinde olmayan bir siyasi hat çizmeleri gerekir.

 

Talat ULUSOY

17.11.2013

 

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.