DEDELER ÖLMEZ
23 Mart 2011 10:20 / 3901 kez okundu!
Arap Ali Reis oğlu Barka Mustafa’ya; dedeme…
Bodrum’dan çağırmışlar. O da hemen yola çıkmış. Böyle haber yollamış babam. Herhalde birkaç günden önce gelemeyecekmiş. Annemle Nazmiye yengem küçük odada konuşuyorlardı usulca ve benden gizli. Neler oluyordu ki Bodrum’da?
Birkaç gün sonra babam, hiç de görmeğe alışık olmadığımız bir zamanda evdeydi. Bitkindi. İçeri girer girmez kapının arkasına çöktü ve elindeki gömleğe gömdü yüzünü. İçini çeke çeke ağlıyordu. Babalar ağlar mıydı? Ya annemle Nazmiye yengem niye ağlıyorlardı? Babamın yüzünü gömerek ağladığı gömleği tanıdım. O dedeciğimin gömleğiydi; yakasız, gri ve incecik beyaz çizgili. Dedeciğimin gömleği diyebildim. Babam bana baktı ve göğsüne çekerek “Sana kim ‘koçum’ diyecek şimdi?” diye sordu. Ben de O’nun elindeki gömleğe uzandım ve kokladım. Dede dede kokuyordu; Gökova kokuyordu.
Sabah güneşini üzerine doğdurmazdı. “Allahın melekleri güneş doğmadan önce insanların kısmetlerini dağıtırmış. Onun için güneş doğmadan kalkıp, kısmetimizi almalıymışız. Sonra yine yat canın isterseymiş.” Birgün güneşten önce kalkamamış dedeciğim. Ama Gökova kokuşlu, Akdeniz gülüşlü dedemin üstüne birkaç gün daha güneş doğunca babama haber vermişler. Zaten babam vardıktan az sonra da uyumuş, uyanmamış bir daha. Dedemi evin çok yakınındaki mezarlığa gömmüşler. Başucunda çitlembik ağacı varmış, denize de çok yakınmış.
Demek artık evimizde çitlembik olmayacak, badem de, kuru incir de. Kim getirecek ki koçuna artık bunları? Frenk incirini de kendim soyacağım bundan böyle demek ki; dikenleri ellerime kaçacak. Ya Karaada’ya, Adaboğazı’na, Haremten’e, Tavşanburnu’na kimle gideceğim? Gemici düğümlerini de tam öğretmemişti daha. En sağlam, en kolay çözülür düğümleri nasıl öğreneceğim şimdi? Dedem, ben, deniz, adalar, koylar, ormanlar, tüm canlılar hep birden Gökova’ydık. Nasıl ayrılırdık? Dedemsiz Gökova olur muydu? Ya Gökova dedemsiz? Olamazdı! Benden başka herkes ağlıyordu. Ağlamamama şaşırdılar evdekiler. Dedemi sevdiğimi biliyorlardı ve ben ağlamıyordum.
Zaman geçti, okullar tatile girdi. Babam "Doğru babaannenin yanına Bodrum’a" dedi. Dedem yok ya… Babaannem, “gel bakalım kuzucuğum” diye karşıladı beni. Her zamankinden bir farklı sarıldı bana. Öptü, kokladı. Dedem “koçum” derdi bana, sen “kuzucuğum” diyorsun. “Deden de özlemiştir seni, yarın gidersin ziyaretine” dedi.
Ertesi günü dedemin sandalındaydım. Önce koylarımızı gezdim teker teker. Hepsinden çakıl taşları topladım. Her koydan bir maşrapa su koydum bidona. Dönüşte yalı kıyına çıkardım hepsini. Sonra ağır mağır dinlemedim, hepsini bir bir taşıdım yakındaki mezarlığa. Götürdüm çakıl taşlarını dedemin mezarının üstüne serdim. Bir bidon Gökova’yı da döktüm mezarına. Sonra uzandım dedeciğimin üstüne. İşte; dedem, çitlembik ağacımız, Gökova’mız ve ben yine bütünleşmiştik.
Artık ağlayabilirdim; kavuşmuştuk ve kucaklaşabiliyorduk dedeciğimle; Gökova şahidimizdir.
Ertuğrul Barka
23.03.2011
Son Güncelleme Tarihi: 24 Mart 2011 17:23