Kurban Bİr İslam İnancı mıdır?

05 Aralık 2009 00:48 / 2535 kez okundu!

 


Kurban Bayramı dolayısıyla, kurban kültürü ile ilgili bir yazı yazmaya niyetlendiğimde, bu işin tarihçilik kadar kolay olmadığını gördüm. Yine gördüm ki, Kurban, insanlık tarihi kadar eski bir tarihe sahip ve tarihe baktığımızda, kurban sunmayan kültür yok denecek kadar az.

İnsanoğlu Prehistorik dönemlerden günümüze kadar, totemlere, şeytana, ilâhi ve doğaüstü güçlere, hayali veya gerçek canavarlara, yanardağlara, şimşeklere, azgın okyanuslara ve daha nice güce adaklar adamış, kurbanlar sunmuş. Bazen doğal çevrimin sorunsuz sürmesi için, bazen verimliliği arttırmak, bazen doğayı ya da ilahları kızdırmamak, ya da kızgınlığını yatıştırmak, bazen şükranlarını sunmak, kefaret ödemek, bazen de sevgi ve sadakatini kanıtlamak için.


Kurban sözcüğünün kökeni

Kurbanın ne kadar eski ve köklü bir gelenek olduğunu gösteren kanıtlar dillerin içinde saklı. Sevan Nişanyan’ın uzmanlık alanında ahkâm kesmek istemem ama yüzeysel bir araştırmayla öğrendiğime göre Sümer dilinde kurban için iki ayrı sözcük, ‘puhu’ ve ‘dinanu’ var. Kabala’nın en eski metni olan Seferha-Bahir’de kurbanın birleştiriciliğinden söz ediliyor. İbranicedeki ‘karev’ kökünden gelen ‘korban’ sözcüğü, üç noktayı; tanrı ve insanı, anne ve babayı ve metafizik dünyada erkek ve dişi unsurları birleştiriyormuş. Bunun dışında, Tevrat’ta ‘minha’, ‘iseh’, ‘zebah’, ‘olah’ gibi kurbanla ilişkili kavramlar olduğunu gördüm.

Arapçadaki ‘kurban’ kelimesiyle İbranicedeki ‘korban’ kelimesinin akraba olduğu anlaşılıyor. Arapçanın en eski şekillerinden biri olan Akadçadaki qarabu ya da karabu kökünün anlamı ‘yaklaşmak’, ‘yakınlık kurmak’, ‘dua etmek, yakarmak’. Arapçadaki kurban kelimesi de ‘krb’ kökünden gelip, ‘yakınlık’ ve ‘akrabalık’ anlamları taşıyor. Kur’an’da kurban bahsinde geçen ‘boğazlayarak kesme’ anlamına gelen ‘zebeha’ fiili de İbranicede ‘kan dökme’ anlamına gelen ‘zebah’la akraba olmalı. Bunun dışında, Allah’a yaklaşmak amacıyla kesilen belli cins ve nitelikte hayvanlar için kullanılan ‘uhdiye’, ‘dahiye’, ‘ıhdiye’ gibi terimler var.

Aynı kavram zenginliği Batı dillerinde de var. İlk akla gelenler sacrifice, sacrificie, victim, eucarastie, redemption sözcükleri/kavramları. Bunlardan en yaygın olanı ‘sacrifice’. Latincede ‘kutsal’ anlamına gelen ‘sacer’ ile ‘yapmak’ anlamına gelen ‘facere’ sözcüklerinin birleşmesinden oluşuyor. Yine Latincede bir şey sunmak, takdim etmek anlamına gelen ‘offere’ fiilinden türetilmiş ‘offering’, ‘offrande’, ‘opfer’ gibi sözcükler var. Bugün Batı kültüründeki ‘sacrifice’ terimi, öldürülerek sunulanları yani ‘kanlı kurban’ları anlatırken, her ne şekilde olursa olsun (kanlı ve kansız) tüm sunular için ‘offering’ terimi kullanılıyor.

Çeşitli Türk kavimlerinin kanlı kurban karşılığı kullandığı kavramlar arasında ‘taylga’, ‘yağışlık tapıg’, ‘tablig’, ‘kudayı’, ‘kereh’, ‘tolu’, ‘dolu’ varken, kansız kurban anlamına gelen ‘saçı’, ‘saçu’, ‘saçılga’ sözcükleri yer alıyor.


Habil ve Kâbil Kıssası

İlk kurbanın ne zaman ve hangi kültüre ait olduğunu ve ilk neyin kurbanın edildiğini bilmek kolay değil. Rivayete göre, Adem’in oğullarından Habil, kardeşi Kâbil’le aynı batında doğan kızla evlenmek istediğinde, Kâbil aynı batında doğan kızla evlenmek hakkının kendisinde olduğunu söyleyerek itiraz eder. Bu sorunu çözmek için Tanrı’ya kurban sunmaya karar verdiklerinde, Habil çoban olduğu için sevdiği besili bir koçu (bazı kaynaklara göre semiz bir sığırı), Kâbil ise çiftçi olduğu için mahsulünün değersiz kısmından bir başak demeti sunar. Gökten gelen ateş, Kâbil’in başak demetini yakarken Habil’in hayvanına dokunmaz. Bazı antropologlar pahada ağır olanın Tanrı katında da daha değerli olduğunu söylerlerse İslâmi yorumlarda gerekçe, Kâbil’in niyetinin ‘halis’ olmadığıdır.


Kansız kurbanlar

Yine antropologlara göre, Hâbil avcı toplumların, Kâbil ‘tarım toplumlarının simgesidir. Kâbil’in kurbanı kansız, Habil’in kurbanı ise kanlı kurbanların ilk örneğidir. Ancak ister kansız ister kanlı olsun, tarih boyunca, insanoğlu, toplumsal kültürü açısından en değerli, en önemli gördüğü şeyleri kurban olarak sunmuş. Kansız kurban olarak, buğday pirinç, arpa, darı gibi hububatlar, su, bira, şarap, süt, kımız gibi sıvılar, o kültür için değerli malzemelerden yapılmış yemekler sunulduğu gibi, zenginler mücevherler, fakirler kilden yapılmış heykeller sunmuş. Bazı toplumlarda, kefaret bedeli olarak saç kesme, hadım olma, cinsellikten uzak durma, fahişelik yapmak da, kansız kurban sayılır. Eski Türklerde ölen kişinin atının kuyruğunun kesilmesi, İslâmiyet öncesi Arap toplumlarında ise hayvanların bir parçasının kesilmesi kan içerse bile, kansız kurban türüne örnek olarak gösterilmekte. Yahudilik ve Müslümanlıktaki sünnet uygulamalarının bile kansız kurbanın bir türü olan ‘kefaret kurbanı’ kavramının parçası olduğunu düşünenler var.


Kanlı kurbanlar

Ama pek çok toplumda, kurban denilince ‘kan’ akla gelir. Çünkü tarih boyunca kanın, sözleşme, kutsallaştırma, korunma, arınma, büyü ve statü anlamları içerdiği biliniyor. En yaygın kanlı kurban uygulaması, hayvan kurbanı. Her toplum kendi kültürüne uygun nitelikte ve büyüklükte hayvanları kurban etmiş. Bazı toplumlar, kanatlı hayvanları, bazıları balıkları, bazıları develeri, bazıları küçükbaş hayvanları kurban ederken, Eski Türklerin kanlı kurban için tercih ettikleri hayvanların başında at ve koç geliyor. Bazı araştırmacılar, Eski Türklerde deve dışında her tür evcil hayvanın kurban edildiğini söylemekte, bunlara köpeği ve domuzu da eklemekteler.


İnsan kurbanları

Kansız kurban ve kanlı hayvan kurbanlarının yetmediği yerde insan kurbanına başvurulmuş. İnsan denince de akla ilk olarak çocuklar gelmiş. Özellikle ilk doğan çocuk Tanrı’nın hakkı sayılmış. Çocuk kurbanlarının Samilerde, Fenikelilerde, bazı Kızılderili kültürlerinde, Doğu Afrika yerlilerinde ve eski Ruslarda görüldüğü biliniyor. Bu toplumların bazılarında insanlar küçük parçalara bölünerek, parçaları ekili arazilere savrulurmuş. Hindistan’da, Mısır’da, Mezopotamya, Anadolu ve Ege’deki pek çok kültürde, Amerika Kıtası ve Pasifik Adaları’nda insan kurban edildiğine dair ipuçları var. Mayalar kuraklık zamanlarında genç kızları ve delikanlıları volkanik kuyulara atarlarmış. Azteklerin başkentindeki Teocalli Tapınağı’nda ele geçen 136 bin insan kafatasını kurban ritüeli ile açıklayanlar olduğu gibi, Aztek toplumundaki protein açığını kapatmak için insanların kurban edildiğini ya da siyasi otoritenin kutsalı kullanarak toplumdaki egemenliğini pekiştirdiğini ileri süren ‘dünyevi’ yorumlar da var. Sevindirici haber, Eski Türklerin insan kurban ettiğine dair sağlam kanıtların olmaması.


Kan akmalı mı akmamalı mı

Kanlı kurbanda uygulanan yöntemler temel olarak ikiye ayrılıyor. Bazı kültürlerde, kurbanın kanı akıtılarak, bazılarında akıtılmadan öldürme eylemi gerçekleştiriliyor. Örneğin Eski Türklerde, bel kırma, suda boğma ve atar damarı sıkma, kalbe bıçak sokma yöntemleri uygulanırken, kurbanın kanı akıtılmazmış. Bu anlayış Moğollara da geçmiş. Cengiz Yasaları’na göre, kurbanın kanı akıtılmadığı gibi eti de yenmezmiş. Bazı toplumlarda ise kurbanın mutlaka kanının akması, etinin yenmesi gerekli imiş. Kurbandan yiyen kişinin kutsallaşarak daha güvenli hale geleceğine inanılırmış.


Tek tanrılı dinlerde kurban

Tek tanrılı semavi dinlerin hepsinde kurban kesme geleneği var ve bunun kökeni, Tevrat’a uzanıyor. Tevrat’a göre İbrahim’in, eşi Sara’dan çocuğu olmaz. İbrahim, Sara’dan bir çocuğu olması durumunda bunu Tanrı’ya kurban olarak adar. Bu arada cariyesi Hacer’den İsmail doğar. Sara ilerlemiş yaşında (100 veya 125 yaşında?) bir oğul doğurur. Oğlanın adını İshak koyarlar. İbrahim, Tanrı’nın isteği üzerine oğlu ile birlikte Moriah Dağı’na gider, orada bir sunak hazırlar, üzerine odun dizer ve İshak’ı, sunaktaki odunların üzerine yatırır. Tam onu boğazlamak için bıçağına uzanmıştır ki, Tanrı’nın meleği göklerden seslenir ve “Çocuğa dokunma!” der. “Ona hiçbir şey yapma. Şimdi Tanrı’dan korktuğunu anladım, biricik oğlunu benden esirgemedin.” İbrahim çevresine bakınca, boynuzları sık çalılara takılmış bir koç görür. Gidip koçu getirir. Oğlunun yerine onu kurban eder.


Tapınak’ın yıkılması

Musevilikteki kurban edimi, yeraltı, yerüstü ve gökyüzünün kesişme noktası sayılan ‘Tapınak’ta yapılırmış. Tapınak, Hazreti İbrahim’in oğlu İshak’ı kurban etmek istediği, meleklerin yeryüzüne inip çıktıkları merdivenin bulunduğu, Kudüs yakınlarındaki Moriah Dağı’ndaymış. Tarih boyunca kurban törenlerinin ifa edildiği Tapınak, MS 70 yılında Roma İmparatoru Vespesianus ve oğlu Titus tarafından yerle bir edilince, Tapınak yeniden inşa edilinceye kadar kurban âdetine ara verilmiş. Tapınak bir daha inşa edilmediği için de Musevilerde kurban âdeti yok.

Yeni Ahit’te (İncil), hikâye aynen tekrarlanır ancak, Hıristiyan inancına göre, İsa son kurban olduğu için, artık yeni kurbanlara gerek yoktur. Hıristiyanlar, kurban ritüelini, İsa’nın etini sembolize eden ekmek ile kanını sembolize eden şarabın kullanıldığı ayinlere dönüştürürler.


İslâm geleneğinde kurban

Kur’an’daki ‘Bu kurbanlar atanız İbrahim’in sünnetidir’ hadisi, İslâmiyet’in kurbanı Musevilikten aldığını gösterir. Nitekim her iki din de ilk kurban olayını Hazreti İbrahim’in oğlunu kurban etme olayına bağlar. Tek fark, Hazreti İbrahim’in hangi oğlunun kurban edilmek istendiği konusundadır. İslâmi kaynaklara göre, olay, Moriah Dağı yerine Mekke’de geçmiştir. Kur’an’da Saffat Suresi’nin 99-107. ayetlerinde İbrahim’in, kavminin putlara tapması üzerine, ‘Ey Rabbim! Bana salihlerden olacak bir çocuk bağışla” dediği, Allahın ona ‘uysal bir çocuk’ müjdelediği’, çocuk koşup oynayacak yaşa geldiğinde ise İbrahim’in rüyasından hareketle çocuğu boğazlamak üzere yüzüstü yere yatırdığında bir büyük kurbanlık vererek çocuğun hayatını bağışladığı anlatılır.


İshak mı İsmail mi

Kur’an’da çocuğun ismi açıkça belirtilmediği halde, İslâmi kaynaklar bu ismi ‘İsmail’ olarak verirler. Bilindiği gibi geleneğe göre İsmail Müslümanların atası, İshak ise Yahudilerin atasıdır. İslâm tefsircilerine göre Tevrat’ta kurbanlık oğul için ‘biricik’ tabiri kullanılmaktadır. İsmail, İshak’tan önce doğduğu için ‘biricik’ oğul İsmail olmalıdır. Eğer, ‘biricik’ ifadesi yanlışlıkla yer aldıysa, ikinci oğul olan İshak’ın kurban edilmesi, Tevrat’taki ‘şükran için ilk mahsulün kurban edilmesi’ mantığına uymaz. İlahiyatçı olmayan yorumcular ise Sara’nın ‘ana kraliçe’ konumunda olduğu için, yüz yaşını geçtikten sonra doğurduğu tek oğlunun kurban edilmesine izin vermeyeceğini, halbuki Hacer’in hem cariye hem de genç olması yüzünden, oğlunun kurban edilmesine karşı çık(a)mayacağını söylerler. Ama her iki dinde de sonuçta oğlun kurban edilmediği kabul edilir.


Kurban farz mıdır sünnet mi

Bunlar dışında, kurban konusunda Kur’an’da açık bir hüküm yok. Hac Suresi’ndeki “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Allah’a ulaşacak olan ancak, sizin O’nun için yaptığınız, gösterişten uzak amel ve ibadettir” ifadesi ile Kevser Suresi’ndeki ‘ve’salli’ ve ‘ve’nhar’ ifadelerinin tefsircilerce ‘namaz’ ve ‘kurban’ olarak yorumlanmasını muğlâk bulanlar, konuyu Peygamber’in uygulamalarına (Sünnet) göre değerlendirirler. İlk Kurban Bayramı (Arapça ‘İyd-i Adha’) ilk kez Hicret’in ikinci yılında, zilhicce ayının onuncu gününde (Nisan 624) kutlanmış, ilk gün namazın ardından Peygamber kurban kesmenin faziletlerinden bahsetmiştir. Bu bağlamda, Şafiilere göre kurban kesmek ‘sünnet-i lazime’ (yapılması gereken sünnet), Maliki ve Hanbelilere göre, ‘müekked sünnet’ (güçlü sünnet), Hanefilere göre sadece ‘vacip’tir. Yani, imkânı olan kurban kesmelidir, ancak kurban kesilmemesi günah değildir. Nitekim Tırmizi ve Ebu Eyüp Ensari’ye göre, Peygamber’in sağlığında kurban kesme çok revaçta değildir, kurban âdeti daha sonra yaygınlaşmıştır.

İslâmi teamüllere göre, kurban kesmek için belli bir yerde oturuyor olmak, zengin olmak, hür olmak, aklı başında olmak ve Müslüman olmak gerekir. Koyun, keçi, sığır ve deve cinsinden, belli yaşlarda ve kusursuz hayvanlar, kanı akıtılarak öldürülür. Kurbanın eti üçe bölünüp bir parçası ev halkına, biri eş, dost ve akrabalara, kalanı ise ihtiyaç sahibi fakirlere dağıtılmalıdır.


Kurban teorilerinden bir demet

Kurban konusundaki sadece ilahiyatçılar değil, antropologlar, sosyologlar, psikologlar da kafa yormuşlar. Yerim sınırlı olduğundan bir kaçına özet olarak değinmek istiyorum, isteyen daha ileri araştırmaları kendileri yapabilir. Bu konuda geliştirilen bilimsel teorilerden ilki Edward B, Taylor’un ‘Hediye Teorisi’. Taylor’a göre, insanlar, toplumsal hayatta başkalarını etkilemek, onlar tarafından beğenilmek, sevgilerini kazanmak, yaşanmış tatsızlıkları unutturmak, hatayı telafi etmek ya da karşıdan gelecek bir kötülüğü aza indirmek veya yok etmek için hediye verir. Bu davranışın dini hayata uyarlanmış şekli kurbandır. Ancak Taylor’a göre, kurban ritüelinde kutsala yer yoktur. Çünkü kendilerine hediye sunulan doğaüstü varlıklar, insan eylemlerinin ahlaki boyutlarıyla ilgilenmezler. Bunu bilen insan da, ‘ben veriyorum ki, sen de ver’ (Latince ‘do ut des’) anlayışına göre davranır, yani kurbanı kendisine bir çıkar edinmek için ‘rüşvet’ olarak sunar.


Kutsal mı kutsal dışı mı

Taylor’a karşı çıkan Wilhelm Schmidt’e göre, kurban olayı tamamen ‘kutsal’la ilgilidir. İnsanlar kendi üretemedikleri ürünleri, kendi yetiştiremedikleri av hayvanlarını verdiği için ilahi güçlere karşı şükran görevlerini yerine getirme, minnettarlıklarını belirtme amacıyla kurban sunmaya başlamışlardır. Schmidt, ‘ilk mahsul’ için sunulan (kanlı veya kansız) ilk kurbanın, kurban ritüelinin en eski formu olduğunu savunur.

Henri Hubert ve Marcel Mauss’a göre kurban “kutsal olmayanla kutsal arasında ilişki kurma’ aracıdır. Onlara göre, kurban her toplumda vardır, hepsinin temelinde doğaüstü varlıklarla ilişki kurmak vardır ama her kurban özel bir amaca yöneliktir. Kurban, toplumsal dayanışmayı canlandırır, birlik ve beraberliği, paylaşmayı ve özveriyi artırır. Bunların yanında kurbanın şükür, sözleşme ve tövbe işlevleri vardır. Hubert ve Mauss, kutsalı reddetmezler, fakat onun baştan olmadığını, kurban etme eylemi sırasında ortaya çıktığını ileri sürerler.

Emile Durkheim’a göre ise, Tanrı toplumun fertleri kontrol altında tutmak için geliştirdiği hayal ürünü bir kavram olup, toplumun yaptırım gücünü temsil eden bir semboldür. Durkheim, kurbanın kökeni konusunda Hubert ve Mauss’a katılır, fakat kutsalla ilişki kurmanın toplumsal hayattaki mübadelenin yansıması olduğunu ileri sürer.


Tanrıyla alış-veriş

Fransız sosyoloji ekolünden etkilenen araştırmacıların çoğu kurbanın ‘karşılıklı alış-veriş’ olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Georges Gusdorf, kutsalla insan arasında karşılıklı ticaret olduğunu fakat bunun derin duygularla maskelendiğini ileri sürerken, Jacques Derrida kurbanın kökeninde ilkellerin ekonomi anlayışı olduğunu ve bunun günümüze kadar geldiğini, Lucien Lévy-Bruhl kurbanın görünenle görünmeyenin, doğayla doğaüstünün karşılıklı etkileşimi olduğunu savunur.

Gerardus van der Leeuw’un ‘Büyü Teorisi’ne göre kurban ne karşılıklı bir alışveriş ne de rüşvettir. Kurban büyüsel gücün aktarımını sağlayan bir hediyedir. İlk aşamada, yaratırken enerjisinin azaldığına inanılan Tanrı güçlendirilir; Tanrı güçlenince de gücünü insana verir. Bu teoride ‘do ut es’ kavramı, ‘ben veriyorum ki karşılığında sen de veresin’ yerine ‘ben gücü sana veriyorum ki böylece sen de onu bana geri verebilesin’ şekline dönüşmüştür.


Oedipus Kompleksi

Sigmund Freud’un ‘Psikanalitik Teorisi’ne göre ise, klanın atası sayılan ve onunla bütünleşmek için öldürülen kutsal hayvan, ‘baba figürü’nü temsil eder. ‘Baba’yı öldürme nedeni ise erkeklerin anneye duyduğu cinsel istek ve onu ele geçirme arzusudur.

René Girard’ın ‘Şiddet Teorisi’ne göre toplum kendi içindeki şiddeti gidermek için kendi dışında bir şeye şiddetini kanalize eder. Kurbanın amacı, iç çatışmaları yatıştırmak, çatışmaları önlemek ve şiddeti başka yöne çevirmektir.

‘Vahiy Teorisi’nin müellifi Mircea Eliade’ye göre tüm kurbanlar Tanrı tarafından gösterilen ilk kurban töreninin tekrarı ve onun muadilidir ve ilk kurbanın mitsel denkliğinde icra edilir. Bu süreç içinde, insanoğlu her şeyi kutsallaştırabilir; hayvanları, bitkileri, eşyaları, zamanı ve hatta kendisini kutsalın sınırları içine sokabilir.

Herkese iyi bayramlar…

Ayşe Hür

Taraf

Not: Bu yazıyı yazarken, esas olarak Özer Çetin’in 2008 yılında Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde kabul edilmiş “Kurban ile ilgili inanç ve tutumlar” başlıklı doktora tezinden yararlandım.

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
30 Kasım 2009 11:07

deren

Sevgili Ayşe Hür, günledir bu konuda bir yazınızı arıyordum. En düzgününü yazsa yazsa Ayşe Hür yazar diyordum. Teşekkürler...
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.