Ordu çok değişti, artık alıştığımız kalıplardan farklı

01 Haziran 2009 03:00  

 

Ordu çok değişti, artık alıştığımız kalıplardan farklı

TÜSİAD üyesi Ümit Boyner ordudaki değişimden memnun ama kriz konusunda kötümser ve siyasette boşluk görüyor. On beş yıl önce eşi Cem Boyner ile birlikte Yeni Demokrasi Hareketi için çalışan Boyner, Ergenekon davasına ordunun katkı yaptığı düşünüyor. Başkan yardımcısı olduğu TÜSİAD ise ona göre sadece demokrasiye taraf. YaşlandIkça kendisini daha çok Egeli hissettiğini söyleyen Boyner, “Savaş bitsin Güneydoğu’da zeytin yetiştirelim” diyor

Türkan Saylan’ın vefatının ardından kızların eğitim hakkı, kadınların toplumda temsili tekrar konuşulmaya başladı. Sizin de bu konuda çalışmalarınız var...
Türkan Hanım, Türkiye’ye müthiş bir hizmet yaptı. Türkiye’de kızların okullaşma oranına dikkat çekmek adına, nüfusun çok önemli bir kısmı olan kadınların eğitilmemesi, iş hayatına katılmamaları ve ekonomik özgürlüklerinin olmaması tartışmasının ortada olması için çalıştı. Fikirlerini paylaşırsınız, paylaşmazsınız o ayrı. Hâlâ kadının eğitim haklarının güçlenmesi, haklarının verilmesi üzerine konuşuyoruz. Cinsiyet eşitliğine dayalı politikalar üretemiyoruz. Aileler imkanları ölçüsünde erkek çocuklarının eğitilmesine daha çok önem veriyor. Kız çocuklarının görevi aile içiyle sınırlı. Kadına öyle roller biçiliyor ki, zaten istedikleri eğitim hakları ellerinden alınıyor. Devlet politikası olarak da bunun çok ciddi şekilde gündeme gelmemesi, aynı zihniyetin uzantısı gibi görünüyor. Beni endişelendiren, sosyal hizmetlerin engelliler, yaşlılar ve çocuklar için gündeme gelmesinin ardından, kadınlara yardımın da gündeme gelmesi. Sosyal hizmetleri batı standartlarına getirmek yerine, vatandaşlara para vermeye başlanırsa çok farklı bir yere geliriz. Kadın temsilinin her anlamda çok geri gittiği bir ülkede buluruz kendimizi.

Kadın hakları konusunda hiç ilerleme yok mu sizce?
Farkındalık adına bir ilerleme var. Ama rakamlara baktığımız zaman gerileme var görünüyor. Kadın istihdamı yüzde 22’lere gerilemiş durumda. Bakanlığın “Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanlık” olarak tasvir edilmesi bile bana ters geliyor. Kadını aile içindeki geleneksel rolüne hapsetmek isteyen bir yaklaşım. Cinsiyete bağlı olmayan bir sosyal politikanın olması lazım.

Seçimler döneminde bıyık takarak KADER’e destek vermeniz çok tartışılmıştı...
Bu tip konular bence buzla yazı yazmak gibi. Belki o an bir farkındalık yarattı. Tartışma sürüyor, ümitsizliğe kapılmak istemiyorum. O kadar yerleşmiş bir zihniyet ve kalıplaşmış düşünceler var ki, hâlâ töreler konuşuyor, devletin silahıyla işlenmiş suçlar var ve en çok şiddete uğrayan gene kadınlar ve çocuklar. Açıkçası sabahtan akşama değişiklik olmasını beklemiyorum ama biraz daha bu konularda böyle bir çoğunlukla başa gelmiş hükümetten bir şeyler bekleme hakkımız var diye düşünüyorum.

Ünlü kadınların annelik üzerinden kariyer yapması gündemde. Arka arkaya hamile kalan ünlü çok...
Bunlar seçim meselesi, ben burada bir genelleme yapmak istemiyorum. Bazı kadınlar kariyer sahibi olmak istemeyebilirler, tamamıyla aile içinde biçilen roller onlara uygun geliyorsa, o da onların seçimidir. Bunun bir örnek haline getirilmesini yanlış buluyorum. Burada esas olan seçimlerin hür olması. Devlete düşen eşitlikçi, fırsat eşitliğini gözetleyen seçimlerin ortaya konması. Devletin cinsi ayrımcılığa dayalı bir politika gütmesi çok yanlış. Medyanın da açıkçası bu cinsiyet farkını gözeten söylemlere karşı uyanık olması gerekiyor.

90’larda kadınlar iş hayatına girme konusunda bir yol açmaya başlamışlardı oysa.
Dünyada yükselen bir muhafazakârlık var. Bunu Avrupa’da da, Amerika’da da yaşadık. Muhafazakâr politikalar kadının geleneksel rolünü daha çok ön plana çıkarıyor. Ama en çok kadınlara rol düşüyor bu eşitsizliği yok etmek için. Zaten kalıplar böyle, zaten erkekler bunu bilerek ya da bilmeyerek sorgulamıyorlar.

"YDH ile tabuları yıkmaya başladık"

Eşiniz Yeni Demokrasi Hareketi’ni kurduğunda ona destek verdiniz...
Benim için çok aydınlatıcı bir süreçti. 90’lar problemlerin halının altına itildiği bir dönemdi. Şimdi tartışılan konular Türkiye’nin gündemine gelmek zorundaydı. YDH bunların konuşulmasını sağladı. Çevremiz, ailemiz dahil olmak üzere bunun işlerimizi etkileyeceğini söyleyenler oldu. Türkiye’de siyaset yapan bir insanın işadamı olması bence doğru bir şey değil. O zaman Cem de işlerini bir kayyuma devretmişti. Zamanı gelmiş fikir kadar kuvvetli hiçbir şey yok. O kadar baskıyı kabul etmiş bir toplumuz ki bazı konuların tartışılması zaman aldı. Kuvvetler ayrılığı çok önemli. Bu konuda tavır değiştiren hükümetler çok gördük. Ama halk sandıkta doğru cevabı veriyor. “Benim dediğim olur” yaklaşımıyla Türkiye’yi yönetmemek lazım. Siyaseten önemli bir boşluk yaşıyoruz diye düşünüyorum. hükümetin ilk dönemki performansını çok farklı görüyorum. Umuyorum ki yerel seçimlerden ciddi mesajlar almışlardır.

İlk iş başvurunuzda sizde böyle bir ayrımcılıkla karşılaştınız değil mi?
Karşımda çok uluslu bir bankanın üst düzey yöneticisi vardı. 1984’tü. “Bir kadın olarak kendini beş yıl sonra nerede görüyorsun” dedi. “Beş yıl sonra aynı yerde olmak istemem” dedim, Türkiye’de bu işler bu kadar kolay değil, hiçbir erkek kendi ile aynı pozisyonda bir kadın görmek istemez” dedi. Özal’la Türkiye’nin iş aleminin yurtdışına açılmasıyla bu kalıplar kırıldı. Kadınların en yoğun olduğu sektör hizmetler sektörü. Türkiye’de bir takım kadın girişimcilerimiz var, kanaat önderlerimiz var ama az sayıda. Az örnekle “Kadının rolü çok değişti” dememiz çok zor. Kişisel olarak sorunla karşılaşmadım ama hep hizmet sektöründe çalıştım. Bankacılıkla başladım, perakendecilikle devam ettim. Bunlar çok daha az cam tavanların olduğu sektörler.

Kadınların kadınlıklarından feragat etmesi gerekiyor mu farklı sektörlere girmek için?
O da enteresan bir tartışma. Şöyle bir soruyla karşılaştım, “Duygusallık, merhamet kadınlara has özellikler, yönetici olmak için bu özelliklerinden vazgeçmeliler mi” Açıkçası merhametli olmayan yönetici ben düşünemiyorum. Mesela erkek Fatma tipi var toplumda. Erkek olmak erkek için iyi, kadın için kötü bir şey.

KAGİDER’de çalışmalarınız nasıl gidiyor?
Enteresan bir dernek oldu KAGİDER İstanbul’dan 36 kadınla başladık. Büyükşehir odaklı bir örgüttü. Anadolu’dan çok ciddi ilgiyle karşılaştık. Hiç beklemediğiniz bölgelerde kadının sosyal etkinliğinin artması için yapılan projeler gördük. Şiddet konusunda yapılmış sayısız çalışma var ve buna en çok kadınlar sahip çıkmışlar. Bu insanı ümitlendiriyor. Şiddet konusu mesela özel sektörün yan yana gelmek istemediği bir konuydu. “Ben hiçbir sorunla karşılaşmadım, kadınlar niye yükselemesin” diyen yöneticilerle çok karşılaştım. Çok uluslu şirketlerde çalışmışsanız, onlar nispeten daha rahat. O çevrede yaşarsanız, Trabzon’daki kadının sosyal ve ekonomik etkinliği konusunda çok fazla bir bilginiz olmuyor. Bu konuda özellikle sivil toplum örgütleri ciddi iş başardılar. Artık kolay kolay hiçbir kadın yönetici bu konuda hassasiyet göstermeden bir değer yaratamıyor. O konuda çok yol aldığımızı düşünüyorum bir de şu kriz olmasaydı.

Krizi nasıl hissediyorsunuz?
Bu sefer reel sektör çok ciddi hissediyor. Bankalar da yok da bizde var. Likidite problemi var, marj problemi var, vadeler uzadı. Bu da işsizliğe yansıyor. Teğet meğet geçmedi. Nispeten bankacılık sağlam olduğu için Amerika’dan falan iyiyiz biz ama daha derin bir kriz var. Döviz likiditesi yok. İhracat pazarları çok küçüldüğü için kapasite kullanım alanları çok problemli. Daha çıkış çok uzun sürecek. Bence dibe vurduk. Ama dipten fırlamayacağız. Bir takım dış pazarlar düzelmeden Türkiye’nin düzelmesi zor. Her krizde özel sektör kendi sermayesiyle ayakta durdu. 2001 krizi bizi bir sarstı ama durdu, bu daha derin. Bu krizin etkilerinin 2010 yılında da hissedileceğini düşünüyorum.

TÜSİAD içinde de kadın etkinliği arttı. Artık eskisi gibi “Erkekler Kulubü” olarak anılmıyor...
Bence son 10 yıldır ciddi atılım yaptı. Hatta adında hâlâ işadamları var diye eleştiriyle karşılaşıyoruz. Ama TÜSİAD etkinlik adına cinsiyet ayrımının pek olmadığı bir yer. TÜSİAD’ta hep kota sistemini savunuyoruz ama gelin görün ki parlamentodaki kadınlardan bile destek alamıyoruz.

İş dünyası da politikayla çok ilgili Türkiye’de...
Fiili olarak siyaset yapmak, yönetime talip olmak ayrı konu, siyasi konularda çalışmalar yapmak ayrı konu. TÜSİAD’ın yaptığı gibi. TÜSİAD siyaset yapar. Siyasi konularda bilgi, fikir, rapor üretir. Türkiye sivil toplum son 10 yılda atağa kalktı. Özel sektöre çok büyük görevler düşüyor diye düşünüyorum. Tabii ki siyasi partilere eşit mesafede durabilirsiniz ama siyasi konularda fikir yürütmeyen bir sivil toplum örgütü olamaz. TÜSİAD Türkiye’nin önemli bir gücüdür diye düşünüyorum.

TÜSİAD’ın açıklamaları da uzun süre tartışılıyor...
TÜSİAD doğru bildiğini, insan haklarına ve eşitlikçi sosyal politikalara inancından sapmadan yapar. Türkiye’de insanlar hep bir taraf bekliyor. Böyle bir şey yok aslında. Demokrasinin tarafı olmak demek belli ilkelerden ödün vermemek demek. Siyasi partiler zaman zaman öyle değişik şeyler yapıyorlar ki, bir gün onun yanında gibi oluyorsunuz bir gün karşısında yer almanız gerekiyor.

TÜSİAD’ı eleştirenler kimi zaman açıklamalarını orduyla kıyaslıyor.
Orduyla TÜSİAD karşılaştırılabilecek bir şey değil. Ordu elinde silah gücü bulunduran, Türkiye’yi dış güçlere karşı koruması gereken bir kurum. TÜSİAD bir sivil toplum örgütü. Ordunun siyasi açıklamalarına gelince, Türkiye orada gelmesi gereken noktaya gelmiştir. Modern demokrasilerde olması gereken noktadadır. Ergenekon sürecinde ordunun da katkıları olduğunu düşünüyorum. Alıştığımız kalıplardan çok farklı artık. Siyasi partiler görevlerini yaparlarsa orduya görev düşmez.

“Nar Taneleri” projesi nasıl şekillendi?
Grup şirketler olarak geçtiğimiz yıllarda KAGİDER ve AÇEV’le çalıştık, Türkan Saylan’ın birkaç projesine destek verdik. Bütün şirketlerimizin hep beraber desteklediği bir proje bulalım istedik. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’yla birlikte, 18-24 yaş arasında yetiştirme yurtlarında kalan 305 kadının hayatını değiştirmek için yola çıktık. O kadar dışlanmış bir kesim ki. Eğitim sahibi olsalar bile sosyal olarak toplumda etkinlikleri çok az, dışlanmaya maruz kalmışlar. Bu kadar fırsatların dışında kalmış bir kesime eğer biz psikolojik destekten istihdama yerleştirmeye kadar destek verebilirsek, “Toplumda kadının yeriyle ilgili önemli mesajlar verebiliriz” diye düşündük. Nimet Çubukçu’dan da çok destek aldık. Mart ayında başladık, üç yetiştirme yurdunda mülakatlarımız tamamlandı, beş yıl sürecek bu proje.

"Çocuklar da bizim gibi sosyal konulara meraklı"

Bu kadar iş arasında size vakit kalıyor mu?
Kalıyor. O kadar zor değil. Sevdiğim şeyleri yapıyorum. Açıkçası ciddi olarak manevi haz duyarak yapıyorum. Hepsi benim gerçek hayatım. Kendime de, aileme de vakit bulabiliyorum. Özel hayatımda kendimi daha verimli ve mutlu hissediyorum bu projelere dahil olduğum için. Şu sıralar su altında çekim yapmaya çok zaman ayıramıyorum ancak tatillerde fırsat bulup yaptığım şeyler.

Çocuklar da sizin gibi sosyal projelerle ilgili mi?
En küçük yaştan itibaren siyasi, sosyal konuların içinde yoğruldular. Büyük oğlum siyasal bilgiler okuyor. Kızlarımız kadın konularıyla çok ilgili. Bir kızımız sosyal konularla çok iç içe. Stajlarını hep sivil toplum örgütlerinde yapıyor.

Kadınların ağırlıkta olduğu bir ailede büyüdünüz değil mi?
Ailemde kadınlar çoktu evet. Babamı çok genç yaşta kaybettim. Dedemi de genç yaşta kaybetmiş bir babaanneyle büyüdüm. Kadınlarla birlikte büyümenin farklı yanları da var. Sigorta nasıl bağlanır öğreniyorsunuz mesela. “Ayakların üzerinde dur, eğitimine dikkat et” uyarısı hep yoğun olarak vardı.

"Yaşlandıkça daha çok Egeli hissetmeye başladım"

Zeytinliğinizden zeytinyağı üretiyormuşsunuz...
Kendi zeytinlerimiz var. Bahçemizdeki zeytinleri sıktırıp dostlarımızla paylaşıyoruz. Zeytinyağı işi emeklilik hayalimiz. Güneydoğu’daki topraklar savaş yüzünden hep tarıma kapalı kaldı ve orası organik tarım yapmak için çok önemli bir kaynak diye düşünüyorum. Yeter ki bu Kürt sorununu çözebilelim. Ama bunun Türkiye’nin hangi beş yılına koyacaklar bilmiyorum.

Aslen Ayvalıklısınız değil mi?
Ailem Ayvalıklı. Ayvalık çocukluğumda yazlarımı geçirdiğim, İstanbul’daki yoğun tempodan uzaklaştığımız yer. Orası ev, yuva. Hâlâ havası temiz, suyu temiz, çevre sorunları yok, o da insanı dinlendiriyor. Ben kendimi Egeli görüyorum. Yaşım ilerledikçe iyice Egeli olarak tanımlamaya başladım. Genelde İstanbul’da yaşamasına rağmen aile, herkesin evi orada, bağı orada, kimse Ayvalık’la bağını kesemiyor. Sonradan olanlar da Ayvalıklı oluyor, eşim gibi. Benden daha Ayvalıklı tarafları var Cem’in. Zaten zeytinyağı sevdiğimiz bir şey, zeytin sevdiğimiz bir şey, tarım ikimizi de dinlendiren bir şey. Ev yapmaktan çok önce zeytin ağacımız olsun düşüncesi vardı. Zeytin çok güzel bir ağaç. Sebze mi meyve mi hâlâ tartışılıyor ama.

Ayvalık’ın otlarını seviyor musunuz? 
Mevsimleri var maalesef bazılarının mevsimlerini kaçırıyoruz. Mesela Şevketibostan bitti, izbinye bitti. İstifno her zaman var. Deniz börülcesinin en güzel zamanı şimdi. Turp otu her zaman var. Radika’yı da çok seviyorum. 

Ayça Örer
Taraf


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0