son yaprak
|
Uzak bile olmayacak bir yerde, küçük görünümlü, çok şirin bir köydü orası. Sonu görünmeyen masmavi okyanusun hemen kıyısındaydı. Tek bir ahşap müstakil ev vardı o kıyıda. Tıpkı kaybolan sevdamız gibi. Oranın gözleri kendi içinde hep yaşlıydı. Ağaçların arasında, masmavi sulara gülümseyen ay ile yüz yüze bakıyordu çiçeklerle dolu bahçesi. Çitleri yarım insan boyu, ağaçları yalnızca yıldızlara izin verecek kadar uzundu. Çiçek kokan inceden üşüten esintileri, seni çağıran dalga sesleri, ağustos böceklerinin harmonisi ve uzaktaki gece kuşlarının inleyişleri kalbimin çarpan ritmiyle harmanlanıyordu geceleri. Bahçesinde uyumamak için direndiğimde inadına gözlerime çarpıp uyutmaya çalışırdı iskelede sallanan sandal. Bazen yenik düşsem de çoğunlukla direnir inadına uyumazdım. Çiçek kokularıyla başbaşa yaşardım geceyi. Yanım boştu ama yalnız değildim. Belki de ben öyle zannediyordum. Annesini kaybeden ve umudunu bekleyen bir çocuk misali gözlerim bir okyanusun yansıyan derin sularına dalıyor bir ellerime bir de yanımdaki boş mindere dalıp kalıyordu. Ellerim de şuursuzca süzülen kan kırmızısıyla tanışmaya başlamıştı. Doğa üstü gerçek rüyalarda dans etmeye başlamıştık ikimiz de. Nedeni ise eleştiri yediğim yaranın mutluluk zehri akıtmasıydı. Özlemimi henüz yaşayamadığı için çok kızıyordu o köy bana. Ama söyleyemiyordum onun kalbini dünyanın tek rengine kaptırdığını, oyun olmayan körebede gözlerinin tanıdığını sandığı insanlar tarafından kapatıldığını, aklının da başkalarına ait olduğunu. Söyleyemiyordum nabzını duyamadığımı, ellerimin kalbine uzanamadığını, onu artık ismi kadar narin göremediğimi ve ona dokunmak isterken uçuruma itildiğimi. Söyleyemezdim. O buraya ait değil demesine dayanamazdım çünkü. Yanları papatyalarla dolu yeşil yollarında yaz geceleri yürüyüp yıldızları izleyecektik beraber, hani ıslanacaktık ya özlemin sağanağında, ağlayacaktın sonunda omuzlarımda sessizce hıçkıra hıçkıra? Bu ağlayışın anlamını çok iyi bilecektik ikimizde ve sonunda gülecektik korkmadan saçma, içi boş ve tatsız mantıkların kölesi olmadan. Tam tersine mantıkları kölemiz yaparak inadına gülecektik hayata. Hayat siz de kaybettiniz deyip gülüyor şimdi bize. Belki sende gülüyorsun hayatın yanında bana. Kimin kaybettiğini sorgulamaya gerek var mı? Ben veya sen veya onlar. Saniyelerimizin en derin köşesinde kalan nefeslerimizi almaya çalışırken anladım ki bastığım yerden öteye gitmeyen biriymiş bu özlemin adı. Sonu bitmeyen, doğruları gerçeklerle kesişip ekseni etrafında dönmeyen bir güzelliğin adı. O kendini tanımış olsa da olmasa da, onun adı o okyanusların derinliklerinde gizli kalmış.Onun habersiz olduğu, cesaretini kat kat aşan bir yerde. O köy de hiç bir zaman uzaklarda bile kalamamış. Ama yalnız bırakmadan hep daha da artan güzellikleriyle kalmış. Mühürlü ama hep tazelenen yerde. Eğer bir yaz akşamı ve ya bulutların izin aldığı bir gece kafanızı kaldırıp gökyüzüne bakarsanız göz kırpacak gücü kaldıysa, düşler dramasının melek yüzlü acımasız prensesini artık ben hariç hepiniz görebilirsiniz.
|