ForumYeni kitaplar  Yeni Konu 

Cehaletin sonu ve masumiyet müzesi

01 Ekim 2008

hurkus





Kitaplara oldum olası düşkündüm. Bunun nedenini uzun süre anlayamadım. Çünkü derdim ‘bilgi’ değil,’sanat’ değil. Kaynağı ‘yüksek’ olan şeylerin, kaynağı ‘alçak’ olan şeyler kadar büyük felaketler yaratabildiğine de kısa ömrümde zaten defalarca şahit oldum.

Kitapları niye sevdiğimi, bir gün bir müze gezerken idrak ettim. Hayatımda çok çok az müze gezdim. Müze gezmeyi hiç mi hiç sevemedim. Bunun nedenini de, kitaba olan düşkünlüğüm gibi, hiçbir zaman anlamamıştım. Kısmet ikisini birarada anlamakmış.

Birden farkettim ki her müzenin arkasında biri var. Bir editör diyin, bir montajcı, bir otör ya da bir yazar diyin, farketmez. Tek bir kişi var. Koskoca bir müze yalnızca alıntılarla yazılmış tek bir kitap gibi. Zaten plastik sanatlarda var olabilmek için bir müzede ‘alıntılanabilmek’ gerekiyor.

Bir küratörün seni alıntılayabileceği bir kıvamda olmalısın ki, var olabilesin. Yoksa, yok olur gidersin ve büyük ihtimalle tarihten siliniverirsin. Plastik sanatlarda ‘tanınmayan’ yok olur gider. Var olabilmek için hayatta kalman lazım. Hayatta kalmak için de tanınman.

Bu garabeti en iyi anlatan cümleyi Orhan Pamuk kurdu. Kitabını okumasam da, müzesini görmesem de, şunun farkındayım ki, Orhan Pamuk, ikisiyle birlikte, çok önemli bir cümle kurdu. Projesine, müzesiyle birlikte kitap yazma fikrine yani, istediğiniz kadar ‘hesaplı, hesapçı’ deyin, farketmez. Bu cümle, kitabından daha değerli benim için. Ayrıca ilgi çekici cümleler kurabilen insanların ‘hiç hesapsız’ olması gerektiğini size kim söyledi? Yani ehemmiyetli şeyler, bir bebeğin ağlaması ve gülümsemesi kadar içten ve masum mu olmalı? Niye yazarlarda masumiyet aranır, bilemem, ama ben bunu insanların kutsal kitap arayışına bağlarım. Kutsal kitapların arkasında Tanrı ve peygamberler vardır. Tanrı zaten masumiyetin ötesindedir. Peygamberler de onun masum elçileri.

Bu sayede, kutsal kitaplar kandırmazlar, ya da kandırmadıklarına inanılır. Ama maalesef insan denen fani masum değil. Zaten o yüzden bir kitap yazmıyor, milyonlarca kitap yazıyor.

Kitabın sihri kütüphanede. Bir kütüphanede Proust’la, dünyada adını kimsenin duymadığı bir yazar yanyana durur. Siz hiç bir müzede Van Gogh’la ismi hiç duyulmamış bir ressamın yanyana sergilendiğini gördünüz mü?

Kütüphane demokrasinin resmi gibidir. Bir müze ise hayatta bulabileceğiniz en totaliter şeydir. Tek bir kişinin kurguladığı kutsal bir kitap gibidir. Ve bu kitabın içindeki kelimeler de yazara ait değildir. Müzenin içindeki eserler, icazeti önceden alınmış kutsal kelimelerdir.

Müze sizi belli bir okumaya doğru iter. Zorlar. Kütüphane ise size hiçbir tavsiyede bulunmaz. Kitap güzeldir, çünkü kütüphaneliktir. Plastik sanatlar problemlidir ve bazen problemdir, çünkü müzeliktir.

Her kitap klasikleşmeyi arzulamaz, ama her resim klasikleşmeyi arzular. Buna mecburdur, çünkü yoksa, yok olur. Kitap klasikleşmeden de hayatını sürdürür. Güçsüz de var olabilir.

Orhan Pamuk’un ‘müzesindeki’ her şey, artık klasiktir. Orhan Pamuk kitabıyla onları klasikleştirmiştir. Ama, kitabının bir edebiyat klasiği olup olmayacağı meçhul. Olmasa da kütüphanede yerini alır. Masumiyet müzesindeki nesneler ise, onun kitabıyla klasikleştirilmemiş olsa, birer eskici parçasıdır.

Bu proje eksensizleşen bir dünyanın resmi gibi. Artık mesela demokrasiyi anlamak için demokrasinin klasiklerini bilmek, okumak gerekmiyor. Zaten bu kadar kitap, yazı ve mecra bolluğunda aynı dünya görüşüne sahip iki kişinin ortak tek bir kitabı okumamış olması çok mümkün. Galactica dizisi, ya da Matrix filmi üzerinden siyaset tartışan ve klasikleri yalayıp yutmuş kişilerden siyaseti daha ‘iyi’ kavramış çoluk çocuk dolu dünya.

Bilginin bir ekseni kalmadı. Dolayısıyla, cehaletin de bir ekseni yok artık. Öyle toplu halde parmakla işaret edilebilecek anlamda cehaletin sonu geliyor.

Orhan Pamuk bir kişi hayal etti, ve onu psikologlara, ve hatta edebiyat eleştirmenlerine teslim etmedi. Tek bir kişinin ve aşkın etrafında bir ‘kültür’ yarattı. Ve onu hınzırca korumaya aldı. Demek tek bir kişiden de bir ‘kültür’ çıkabiliyormuş. Demek bir birey, tedaviye açık bir ‘ruh’tan ziyade, kabulü hak eden bir kültürü andırabiliyormuş,

Demek birey, bağımsız davranabilmeyi, düşünebilmeyi, kendini ifade edebilmeyi, gerçekten de hak edebiliyormuş.

Dünya bunu hissediyordu, şimdi idrak da ediyor. Yeni olan, idrak. Dünya demokrasiye inanıyormuş gibi yapıyordu. Artık gerçekten inanmaya başlayacak.

Nobel ödüllü bir edebiyatçı beş sene uğraşıyor, ve bir ‘müze rehberi’ yazıyor. Birileri de bunu küçümsemeye çalışıyor. Çünkü kitabı küçümsüyorlar. Edebiyatı yüceltiyorlar. Edebiyatla birlikte de kendilerini.

Edebiyat, plastik sanatların güç dünyasına heves etmektir. Müzeyi kütüphaneye tercih etmektir.

Tabii, her şeyi yanlış anlamış olabilirim. Yani, müzelik olmayabilirim. Rafta kalabilirim.

01 Aralık 2008

sultan

"Koku" yu saklamaya çalışan biri gibi "masumiyeti" korumaya çalışmışlar. Gelecek için, kalmazsa diye telaş etmişler. Orhan Bey mi, Kemal Bey mi?
Zeki bir kurgu, evrensel bir denge. Mahrem ve merhamet kokan bir roman Masumiyet Müzesi.
Yıllardır Duygu Müzesi kurulsun diyordum. Orhan Pamuk çok güzel ifade ediyor; "Oysa hayatımızdaki utanç verici şeyler bir müzede sergilenirse, hemen gururlanacak şeylere dönüşür." diyor.
" Kalpten gelen dürtülerle yapılmış ve iyi kurulmuş şiirsel müzelerde, sevdiğimiz eski eşyalarla karşılaştığımız için değil, Zaman kaybolduğu için severiz." diye ekliyor sonradan.
Zamanda kaybolmayan masumiyetimizi arıyoruz belki de. :twisted:
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0