Forumİzmir'in Köpüleri  Yeni Konu 

Bir zabıta memurundan mektup

10 Ağustos 2008

hurkus



Yıl 1983
20 li yaşlardaydım.
Üsküdar Belediyesi Ümraniye Şubesinde Zabıta Memuruydum.
Yaka numaram 6641
Sicil numaram 28700
Aynı zamanda İstanbul Üniversitesinde okuyordum.

Bir gün zabıta amirliğine bir şikayet telefonu geldi.
Adamın biri bahçesine bağladığı köpeğinin gözlerinden kuduz diye şüphelenmiş.
Amir "Sen Karadenizlisin, tabancayla o işi üzerine al" dedi.
Gururum okşandı.
"Tamam" dedim.
Arabaya atlayıp zanlının(!) adresine gittik.
7.65 çapında bir tabanca verdiler elime
"Hadi" dediler..
Köpeğe yaklaştığımda önce elimdekini yiyecek bir şey sanıp kuyruğunu sallamaya başladı.
İyice yanaşıp alnına nişan aldım.
Son birkaç saniyede onu öldüreceğimi anlamış gibi canhıraş ipini çekmeye çalıştı.
Tetiği düşürdüm.
Alnının tam ortasında bir beyazlık gördüm sanki, ardından kan fışkırdı.
Hayvan geriye doğru bir takla attı.
Sürünerek zincirinden kurtulmaya, benden kaçmaya çalışıyordu...
Bir daha sıktım.
Boynu düştü..
Beni tebrik ettiler.

Belediyenin temizlik işlerine bağlı iki kişilik köpek itlaf ekibi vardı.
Bu kişiler köpek zehirlemeye çıktıkları zaman vatandaşınn tepkisini
çektiklerinden beni onların başına hem koruma hem de amir olarak vermişlerdi.
Silahla yaptığım şov amirimin beni ödüllendirmesine yetmişti.

Sabahleyin belediyenin altındaki kasaptan 3-4 kilo kıyma alır içine zehri iyice karıştırır ve infaza çıkardık.

Aslında duygusal bir insandım.
Hatırı sayılırr dergi ve gazetede yayınlanmış onlarca şiirim vardı.
Dalida, Rodrigo; Beethoven bile dinlerdim.
İşin garibi yakında psikoloji öğretmeni olacaktım.
Ama bunlar hayvan katliamı yapmamı engellemiyordu.
Öldürdüklerimiz ne de olsa köpekti..
Bir köpek için üzülmenin mantığı olabilir miydi..

O zamanlar Ümraniye köpek cenneti gibiydi.
Her tarafta koloniler halinde köpekler mevcuttu.
Genellikle şehrin dışındaki gecekondu mahallelerinde öldürmeye giderdik.
Oradaki köpekler kuru ekmeğe hasretti.
Bizim kıymanın kokusunu metrelerce uzaktan alır etrafımızda pervane olurlardı.
Heyecanla kuyruk sallar "Ne olur bize bir tutam verin" diye adeta yalvarırlardı.
Kıymayı attığımızda bu karşılıksız iyiliğimizin mantığını çözemeden, minnet dolu şaşkın bakışarla onu havada kaparlardı.
Damaklarına bulaşan et kokusunun mutluluğuyla kuyruklarını sallar, bize teşekkür etmek için üzerimize sürtünürlerdi..

Sonra..

Sonra titremeye başlarlardı.
Ardından nefes almaları zorlaşırdı.
Boğulur gibi hırıltılar çıkararak nefes almaya çalışırlardı...
Ağızlarından burunlarından köpükler çıkmaya başlardı.
Bazen kan kusarlardı..
Soluk borularını, midelerini parçalardı zehir...

Bunlar olurken genellikle gözzlerimize bakmaya çalışırlardı...
"Bana bir şey mi yaptın? Beni kurtarabilir misin" der gibi bakarlardı.
"lütfen bana yardım et, beni neden kandırdın? bana bunu neden yaptın" der gibi bakarlardı.

En çok da çırpınırlardı ölürken.
Vücutlarının bir kısmı felç olur,
Bir kısmı kasılır,
Bir kısmı titrer..

Çok karmaşık bir olaydır zehirlenen köpeğin ölümü.

Bazıları çığlık çığlığa can çekişirken,
bazıları hafif iniltilerle,
bazıları da sessizce ölürlerdi..

Nedense hepsi ağlardı can verirken..
Bakışları bir bilmece gibi olurdu hep..
Bakışlarının okunmasına asla izin vermezlerdi ölürken.

Kıyma yetsin diye az az atardık...
Az attığımız için daha zor ölürlerdi..
Çırpına çırpına ölürlerdi...
Can çekişmeleri dakikalarca sürer, çocuklar onları izlerdi..

Şişmiş cesetlerini bir kamyonete atıp çöp sahasına götürürdük.

İki kişinin amiri olmak beni fazlasıyla mutlu ederdi.
Bir sorumluluğumun olması önemliydi benim için.
Düşünebiliyor musunuz? Öldürme emri verebiliyordum!
Hayvanların kaderleri iki dudağımın arasındaydı...
Zabıta şapkamla gurur duyuyordum.
Ekiptekilerin biraz önlerinden yürürdüm hep.
Amirleriydim ne de olsa..
Koskoca Ümraniyenin bu büyük sorununun sorumluluğu benim üzerimdeydi.
Az iş değildi bu: Yöneticilik yeteneği ve dirayet isterdi..
Öyle sıradan insanın yapacağı kadar basit bir iş değildi.
Bir ilçenin köpek sorununu çözen önemli bir memurdum ben..

Akşamları rakı masasında süsler süsler anlatırdım bu infazları...
Çeşitli maskaralıklarla ölen köpeğin taklidini yapar güldürürdüm herkesi..

Bir cellattım ben.
Dilediğimi öldürtüyordum.
Yok etmenin psişik cazibesi beni sarmıştı.
Gücün doruklarında hastalıklı bir mutluluk yaşıyordum.

Köpeklerin tanrısıydım ben.
Asırlardır süren bastırılmış vahşi duygularımı tatmin ediyordum.
Avlanma çağlarından beri genlerimden silinmeyen ilkel duygularımı besliyordum.
Ölüm emri vermenin girdabıyla, karanlık, sadist duygularımı doyuruyordum.

Sanırım 20 gün kadar sürdü bu katliamlara katılmam.
Benim için biçilmiş kaftandı bu iş.
Çünkü işimizi kısa sürede bitirip ellerimi yıkayıp üniversiteye gidebiliyordum.

Ben bir toplumbilimci adayıydım...
Felsefe, mantık, sosyoloji, psikoloji dersleri verecek formasyonla donatılıyordum.

Bir gün infaz için Ümraniye Kazım Karabekir Mahallesine gidecektik.
Orada çok köpek vardı.
Dolayısıyla zehirli kıymayı daha çok hazırlamıştık.

İlk iki köpeğe kıymayı attığımı hatırlıyorum.
Yaşlı bir adam bizi kömürlüğüne götürdü.
Orada, tanımadığı bir köpek doğurmuş, 7-8 yavru yapmıştı.
Onları öldürmemizi istiyordu.

Yavrular ananın memelerine yumulmuştu.
Ana bizi görünce tedirgin oldu.
Yavrularını korumakla kaçırmak arası kıvranmaya başladı.
Ancak kıymayı görünce sevindi.
Çocuklarına süt verecekti.
Yemeli, sütü çoğalmalıydı.
Üstelik bu gecekondu semtinde kıyma onun için olağanüstü bir ziyafetti.
Mutlulukla ete uzandı.
Kuyruğnu salladı.
Bakışlarıyla teşekkür etti.
Bir tane daha attık.
Onu da bir hamlede yuttu..

Titreme nöbetleri başladı...

Sarsıldıkça yavrularının ağzı memesinden kopuyordu,
onları patisiyle tekrar memesine iterken ölüm nöbetleri sıklaşıyordu.

İhtiyar..
"Yavrularına da, yavrularına da verin.. Ben ne yapacağım onları?"
diye sürekli söyleniyordu...

Kıymadan küçük parçalar koparıp yavrulara yedirmeye çalışıyordum.
Ama çok miniklerdi ve yemekte zorlanıyorlardı.

Bu arada ağzından köpükler çıkmaya başlayan anne, bana doğru sürüklenerek geldi.
Isıracak diye bir elime aldığımm taşı kafasına vurmaya hazırlanıyordum ki
olağanüstü bir şey oldu; Ayağımı, ellerimi kanlı diliyle yalamaya başladı...
Bir yandan burnunun ucuyla yavrularını iterek yerdeki zehirli kıymadan
uzaklaştırmaya çalışıyor,
diger yandan gözlerime yalvararak bakıp "Ne olur onlara zehirli kıyma verme"
der gibi başını sallıyordu...
İki-üç kıyma yediği halde ölmemekte direniyordu.
Ağzından kanlar gelmeye başladığı halde can havliyle yavrularını uzaklaştırmaya
çalışması, ellerimi yalvarır gibi yalaması ilginc bir sahne oluşturuyordu.

Sanırım manzara şuurumu biraz bulandırmıştı.

İhtiyar adam yavruları gösterip
"Memur bey ağzını parmaklarınla açıp öyle sok kıymayı.. ağzını açıp öyle sok."
deyip duruyordu...

Birdenbire bir şeyler oldu bana..
Devletin memuruydum ve adam bana emir veriyordu..
Sinirlendim.
"Ben devlet memuruyum. Bana nasıl emir verir gibi konuşursun lan" diye bağırdım.

Yavruların hali sanırım etkilemişti beni.
İçimdeki insani duygular canlanmıştı sanırım.

Sonra "Ben ne yapıyorum yahu?" dedim kendi kendime.
"Sapık mısın lan? dedim kendi kendime.
"Yavruları var daha gözleri açılmamış,
bu şerefsiz ihtiyarın sözüne bakıp onları nasıl öldürüyorsun lan?"
dedim kendi kendime.

Adama daha çok sinirlendim.
"Öldürmüyorum lan pezevenk. Defol git!" diye bağırdım.
Emrimdeki itlaf işçilerine "Bugün bu kadar yeter, hadi gidiyoruz" dedim.

Uzaklaşırken yavruların, yerde son çırpınışlarını yapan annenin memelerini
emmeye çalıştıklarını gördüm en son..
Bir de; kıyma yediği için yerde çırpınan, gözleri henüz açılmamış yavrunun
o durumdayken bile annesini arandığını gördüm...

Belediyeye döndüğümüzde moralim bozuktu...
Mutsuzdum.
Garip bir hüzün çöreklenmişti içime...
Elbisemi değiştirip meyhaneye gittim.

O gece sabaha kadar kabus gördüm..

İnsanların beni zehirlediklerini...
Ağzımdan kanlar geldiğini...
Nefes alamadığımı...

Sabaha kadar o yavru köpeklerle uğraştım.
Onların "Anamı neden öldürdün amca?" diye ağlaştıklarını gördüm...

Ertesi gün zabıta amiri Zaim Sancak'a bu ekipte çalışmak istemediğimi söyledim.
...ve o ekipten böylece ayrıldım.

Sonraki günlerde vicdan azabı beni kuşatmaya başladı.
Bu azap gün geçtikçe çığ gibi büyüdü.
Orman yangını gibi büyüdü.
Bu azap gün geçtikçe işkence olmaya başladı.
Bu azap boynuma bir kement gibi,
Beynimde bir yangınn gibi,
Alnıma bir leke gibi kaldı hep...

Hiçbir zaman aklımdan çıkmadı yaptığım katliamlar.
Otururken, kalkarken, yerken, uyurken..
Gülme yeteneğimi kaybettim o günden sonra..
Daha suskun,
Daha içine kapanık bir insan oldum.
Sürekli bir kabusun içinde yaşadım.

Üniversiteyi bitirdiğimde Pendik belediyesinde şube müdür yardımcısı oldum...
Bugünkü başkan yardımcısı düzeyi yani..
Temizlik işlerinden de sorumluydum.
İtlaf ekibi bana bağlıydı.
Asla köpek öldürtmedim.

Belediyede yıllarca müdürlük yaptım ve cinayetlerimin diyetini vermek için,
vatandaşın hiçbir şikayetini kaale almadım.

Onları çağırıp nasihat ettim.
Onlara köpeklerin asla öldürülmemesi gerektiğini,
Öldürmeye hakkımız olmadığını anlattım.

Her insanın içinde bir katil vardır.
Genlerinde mağara döneminden kalma öldürme güdüleri vardır.
İnsan beyni bilimle, sanatla, sevgiyle aydınlandıkça bu güdüler azalır...
Ve yok olur.

Sonraki yıllarda yaptığım katliamların azabı daha çok büyüdü.
Cinayetlerimin acısı beni daha çok kuşattı.
Karınca ezmemek için yolumu değiştirmeye başladım.
Odamdaki sivrisineklerini camları açıp çıkarmaya çalıştım.
Asla öldürmedim.
Akrep yakalasam emin bir yere bıraktım.

Ama köpekler...

Köpeklerin karşısında kendimi hep suçlu hissettim.
Onlarla asla göz göze gelemedim.
Onlardan utandım.
Onlardan kaçtım.

Nerede bir yalnız yavru görsem içim kan ağladı.

"Annemi sen mi öldürdün?" diye hep sorguluyorlardı beni sanki...
Bir an olsun yakamı bırakmadı o yavruların haykırışları...
Beynimden, zehirlenen köpeklerin çığlıkları eksik olmadı hiç.
Bir katilin suçluluk duygusu içinde, aşağılık duygusu içinde yaşadım hep.

Bunları yazmaktaki amacım tüm katillere seslenmektir.

Katillere, katil adaylarına sesleniyorum:
Öldüreceğiniz hayvanların gözlerine bakın!

Orada zavallılığınızı göreceksiniz.

Orada "Ben sana ne yaptım?.. Seni korumanın, sana köle olmanın dışında ne yaptım?"
diye yakaran bir ana bir baba bir kardeş göreceksiniz.

Orada sessiz bir çığlık,
Orada çaresizlik,
Orada acı göreceksiniz.

Orada merhametsizliğinize karşı sevgi,
Canavarlığınıza karşı saygı göreceksiniz.

İtlaf ekibindeki arkadaşlar..

Lütfen öldürmeyin.

Öldürmek size ve ailenize uğursuzluk getirecektir.
Psikolojiniz bozulacak, hayat size zehir olacaktır.

O hayvanların çırpınışları sizi çarpacaktır.
O hayvanların ağızlarından çıkan köpükler,
O hayvanların ağızlarından dökülen kanlar sizi boğacaktır.

Amirler, müdürler size sesleniyorum!

Siz isterseniz hayvanlar ölmez...
İnanın asla öldürmeye mecbur değilsiniz.
Onların yaşamı iki dudağınızın arasında.
Onların yaşama haklarına saygı duyar ve birazcık fedakarlık yaparsanız ne olur sanki..
Küçük dağları ben yarattım demeyin asla..

Ben nasıl çırpınıyorsam şimdi zehirlenmiş bir köpek gibi,
Nasıl boğulur gibi yaşıyorsam 24 saat,
Her anım bir yangının içinde nasıl geçiyorsa,
Siz de öyle olacaksınız yarın.

İnanın içinizde bir damla insanlık varsa
Her öldürdüğünüz köpek için, bin kez öleceksiniz..

Ben de müdürlük yaptım sizin gibi.
Öldürtmedim ve hiç bir şey olmadı.

Hayvanları şikayet eden ruh sağlığı bozuk bazı kişilere alet olmayın lütfen.
Sevgisiz büyüyüp toplumda canlı bomba gibi gezen canavarların şikayetlerine kulak asmayın lütfen.
Sokağını bekleyen, orayı sahiplenen köpekleri öldürtmek isteyen psikopatların maşası olup masum canlara kıymayın lütfen.

Ve siz köpekler...

Katiline bile sevgiyle yaklaşan
Katilini bile koruyan müthiş canlılar.

Sizin karşınızda insanlığımdan utanç duyuyorum.
Siz olmazsanız yaşamak için sebebim kalmayacak biliyor musunuz?

Hiçbir ilaç dindiremez size yaptıklarımın acısını.
Hiçbir psikiyatr teskin edemez, kandıramaz beni suçluluğumdan dolayı.
Hiçbir tanrı kurtaramaz beni vicdan azabından.
Hiçbir cehennem yeterli gelmez günahlarımın kefaretine.

Siz köpekler!

Sizleri kalleşçe kandırıp öldürdüm hep
Arkanızdan vurdum sizi
Alçakça vurdum sizi.

Zavallının biriyim ben.
Şerefsiz bir mazisi olan katilim ben..
Acıların okyanusunda çırpına çırpına boğulmak yetersiz benim için.

Şimdi sadece intihar kokuyorum
Şimdi her hücremde bir köpek mezarı var
Zehirlenirkenki çırpınışlarınızı yaşıyorum sürekli
Sürekli yavrularınızın çığlıkları kulaklarımda

Ne çıldırabiliyorum, ne ölebiliyorum.

Ben köpekleri değil, kendimi zehirlemişim meğer...
Biriniz beni silkeleyip uyandırsın lütfen bu kabustan.
"Sen asla hayvan öldürmedin, bir karabasandı gördüklerin" desinler lütfen.


31.03.2004
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0