Akçam: 'Yüz kızartıcı bir suç işleyen devlet yıllarca bizlerle alay etmiş'

20 Kasım 2012 13:43  

 

Akçam: 'Yüz kızartıcı bir suç işleyen devlet yıllarca bizlerle alay etmiş'

ABD'deki Clark Üniversitesi öğretim üyelerinden, Prof. Dr. Taner Akçam'ın öğrencisi Ümit Kurt ile birlikte yazdığı kitap, ‘Kanunların Ruhu' (Emval-i Metruke Kanunlarında Soykırımın İzini Sürmek) adıyla İletişim Yayınları'ndan çıktı. Pek çok sarsıcı, bilinmeyeni ortaya çıkaran kitap üzerine, Yazarımız ve Sesonline.Net Yayın Yönetmeni Yalçın Ergündoğan, sıcağı sıcağına Taner Akçam'la konuştu.

Taner Akçam: "Kitabı yazarken öğrendiklerim benim için de şok edici şeyler. Çok şeyi bir nevi “yüzüm kızararak” öğrendim. Kitabı okuyunca, şaşıracağınız, hayret edeceğiniz bilgiler var. "Böyle şeyler de mi olmuş", diye soracağımız ve "bunları niçin bilmiyorduk, niye, nasıl bizden sakladılar", diye belki öfkeleneceğiniz şeyler... Sadece kendi 'cahilliğimiz' değil sorun, bu bilgilerin sizden saklanmış olması daha önemli. Sonuçta, bu devlette, bu bürokraside birilerinin bunları bildiklerini de anlıyorsunuz. O zaman ne kadar zavallı bir durumda olduğunuzu görüyor, hissediyorsunuz. Demek ki, diyorsunuz, bu devlet tüm bunları bilerek yıllarca bizle alay etti."

***

TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN SIRRI BU KANUNLARDA

» Yalçın Ergündoğan (Sesonline.net): 'Kanunların Ruhu' adlı yeni bir çalışman şu günlerde İletişim Yayınları'ndan çıktı. Şöyle bir göz atınca bile, kitapta gene pek çok bilinmeyenin gün ışığına çıkarıldığı anlaşılıyor. Bir de bu kez kitap, ortak bir çalışma. Kitabı bize biraz tanıtır mısın?

Taner Akçam: - “Kanunların Ruhu” adlı kitabı öğrencim Ümit Kurt ile birlikte yayınladık. Zaten onun, Emval–i Metrukeler ile ilgili var olan Kanun ve Kararnameleri bir araya toplaması, özetlemesi olmasaydı bu kitap çıkmazdı. Ümit, Antep üzerine çalışıyor. Cevabını aradığı sorulardan bir tanesi, 1915 yılında Antep’te Ermenilere ait mal varlıklarına ne olduğu... Bu nedenle Emval–i Metruke kanunlarını çok iyi bilmesi gerekiyordu. Bir yıl boyunca bulabildiğimiz her kanun ve kararnameyi okuduk, anlamaya ve yorumlamaya çalıştık. Bu kanun ve kararnamelerin dili çok ağdalı. anlamak mümkün değil. Örneğin Lozan antlaşmasının yürürlüğe gireceği 6 Ağustos 1924 tarihinden 15 gün kadar önce, 20 Temmuz 1924 tarihinde, Lozan’a uyum çerçevesinde yayınlanan 711 numaralı bir kararname vardır. Abartısız söylüyorum, galiba en az yüz defa okumuşuzdur, önceki ve sonraki kararnamelerle kıyaslayarak. Zaten çalışma sırasında fark ettik ki, kimse bu kanun ve kararnameleri doğru okumamış ve kimse de bilmiyor. Oysa Cumhuriyetimizin sırrı bu kanunlarda yatıyordu...

Ben 2008’de İletişim Yayınlarından çıkan “Ermeni Meselesi Hallolunmuştur” kitabımdan bu yana Emval–i Metrukeler üzerinde çalışıyordum. Konuya özel bir ilgi duymamın nedeni de, İttihatçıların insanlara göstermedikleri özeni, Ermeni malları konusunda göstermiş olduğunu fark etmiş olmamdır.

» Ermeni meselesi konusunda bunca çalışma yapmış olmana rağmen, galiba sen bile kitabın yazımı sırasında, bilmediğin pek çok şeyi öğrendin, sohbetimizdeki ifadelerinden onu çıkarıyorum. Bilmem yanılıyor muyum?

- Hayır, kesinlikle yanılmıyorsun. Aslında öğrendiklerim benim için de şok edici şeyler. Çok şeyi bir nevi “yüzüm kızararak” öğrendim. Kitabı okuyunca, şaşıracağınız, hayret edeceğiniz bilgiler var. "Böyle şeyler de mi olmuş", diye soracağımız ve "bunları niçin bilmiyorduk, niye, nasıl bizden sakladılar", diye belki öfkeleneceğiniz şeyler... Sadece kendi 'cahilliğimiz' değil sorun, bu bilgilerin sizden saklanmış olması daha önemli. Sonuçta, bu devlette, bu bürokraside birilerinin bunları bildiklerini de anlıyorsunuz. O zaman ne kadar zavallı bir durumda olduğunuzu görüyor, hissediyorsunuz. Demek ki, diyorsunuz, bu devlet tüm bunları bilerek yıllarca bizle alay etti.

Sana yaşadığım bu şoka ilişkin bir örneği anlatmama müsaade et lütfen. 1999'da ilk Amerika'ya geldiğimde, Ermeniler bana gelip, "Türkiye'ye gidersek bizi tutuklamazlar değil mi?" diye soruyorlardı. Ben de, 'eski, hızlı bir Türk solcusu', olarak "aptal mı bu insanlar, şu sordukları soruya bak" diyordum. "Yok kardeşim" diye kısa sert cevap veriyordum, "bir șey olmaz, bak ben bile gidip geliyorum". Cevap olarak diyorlardı ki, "aman pasaporttan ismimizin Ermeni olduğumuzu anlarlar, tutuklarlar." Ben gene, "Ya, Süphanallah" çekip, içimden "bunlar gerçekten şaşkın yahu" diyordum. Sonra da, "sen nerede doğdun, Amerika'da… Türkiye'de bir suçun var mı? Yok, O zaman niye gidemeyesin, kardeşim" diyordum, yarı kızarak ve öfkeli. "Korkma git, bir şey olmaz..."

Kitabı yazarken, yüzüm kızararak, benim haksız, bu soruları soranların haklı olduklarını gördüm, öğrendim. Elbette şimdi isteyen Ermeni gidebilir Türkiye'ye... Ama 1920'lerde dönenlere, gerçekten böyle davranmışlar… Girişler yasaklanmış, normal pasaport ile gelenler sınırda tutuklanmış… Üstelik bunları hepsinin kanunu var…. 1918 Pasaport Kanunu ve 1924 Seyr ü Sefer Talimatnamesi…

Hatta bu yetmemiş, 1920’lerde dönemin Birleşmiş Milletleri olan Milletler Cemiyeti’nin (League of Nations) mültecileri için çıkarttığı özel pasaportlarla seyahat edenleri de sokmamışlar ülkeye.

Bugün, siyasi nedenlerle yurt dışına çıkmış ve mülteci olanlar bilirler. Gittikleri ülkede sığınmaya başvururlar ve sığınmaları kabul edilince iltica pasaportu verilir kendilerine ve bu pasaportla istedikleri gibi seyahat ederler. Hatta bir çok ülkeye vize bile almalarına gerek yoktur bu pasaportlarla. Bu pasaportların hikayesi 1917 Ekim devrimi'ne ve Ermeni soykırımına kadar geri gider. Önce Bolşevik devriminden kaçan Ruslar sonra Ermeniler Uluslararası düzeyden tanınan mülteci sıfatına kavuşurlar ve seyahatleri için kendilerine 'Nansen Pasaportu' olarak bilinen özel seyahat belgeleri –sonra pasaportlar– verilir. Türkiye, 1938’de Pasaport Kanununda yaptığı düzenlemelerle bu pasaport sahiplerinin de ülkeye girişini yasaklar... Yani, sürgün ve ölümlerden sağ kalıp, binlerce yıldır yaşadıkları topraklara dönmek isteyen Ermenilerin suratlarına kapatılmış tüm kapılar.. bilmiyoruz tüm bunları.

LOZAN ANLAŞMASININ BİLİNMEYEN TARİHİ, SIRLARLA DOLU

» Peki niye istemiyorlar bu insanların gelmesini?

- Sorunun cevabı Lozan’ın bilinmeyen tarihinde gizli. Lozan’da Türkiye Ermenilerin mallarını kendilerine geri vermeyi kabul eder. Hem de en az 5–6 ayrı madde ile. Lozan’a göre, antlaşmanın yürürlüğe gireceği 6 Ağustos 1924 tarihi itibarıyla malının başında olacak her Ermeni’ye veya mirasçısına Emval–i metrukenin geri verilmesi gerekiyordu. 28 Mayıs 1928’de yapılan değişiklikle de malın değil, değerinin ödenmesi kabul edilecektir. Eğer Ermeniler gelirlerse mallarını geri alabileceklerdi; amaç bunu engellemek. Nitekim, bu haktan yararlanıp dönmek isteyenler olur. Bunlar sınırda hiç bir gerekçe göstermeden tutuklanırlar ve geri gönderilirler. Rüşvet verip girmeyi başaranlar ise Hükümet krizine yol açarlar. 1924 yılında Türkiye bu rüşvet skandallarıyla çalkalanır. Sebebi de 3–4 Ermeninin gelip mallarını geri istemesidir.

İşin bir de yüz kızartıcı tarafı var; o da şu: Lozan görüşmeleri sırasında Türkiye Hristiyanların mallarına el koymakla suçlanıyor. Bunun üzerine Türk Hükümeti, Lozan’a yolladığı cevabı yazılarda mealen, “haşa böyle bir niyetimiz yok, biz sadece kayıp ve firarda olan vatandaşlarımızın mallarının başına bir iş gelmesin diye, malları onların adına koruma altına alıyoruz”, diyor. Çünkü, “evet, el koyuyoruz” deseler hırsız durumuna düşecekler.

"DEVLET HIRSIZLIK YAPTIĞINI BİLE BİLE HIRSIZLIK YAPIYOR..."

Ama sonra, “mallarını koruyoruz” dedikleri vatandaşlar gelip, “ver malımı” diyecekleri için de kapılar yüzlerine kapatılıyor. Yani, devlet hırsızlık yaptığını bile bile hırsızlık yapıyor. Böyle yüz kızartıcı bir suçu bilerek işleyen bir devletin vatandaşlarıyız biz. Ermeni soykırımı nedeniyle bu denli gürültü koparmalarını ben daha iyi anlıyorum şimdi. Çünkü konu kendi ahlaksızlıklarını da ortaya çıkartıyor.

» Bu konu Lozan’da görüşülmüş mü yani?

- Evet, bilmediğimiz bir hikaye de bu; Lozan antlaşmasındaki maddelerin sırasıyla konu bir çok sefer ele alındı ve her seferinde, Türkiye Emval–i metrukeleri (eğer hayattalarsa veya mirasçısı varsa) sahiplerine iade etmeyi kabul etti. Konu Lozan’da dört ayrı biçimde ele alındı. Burada sadece iki tanesini sayayım. Birincisi, Siyasal Hükümler başlıklı I. Bölüm II. Kesimde 30 ve 36’ıncı maddelerde yer alan “Uyrukluk” ile ilgili hükümler; ikincisi, “Ekonomik Hükümler” başlıklı III. Bölümde, 65 ve 72’inci maddeler arasındaki “Mallar, Haklar ve Çıkarlar” ile ilgili hükümler. 65–72’inci maddelere göre, ortaya çıkan sorunların çözülebilmesi için Karma Hakem Mahkemesi kurulması kararlaştırıldı. Bu mahkemelerin görev ve çalışma koşulları, III. Bölüm V. Kesimde “Hakemlik Karma Mahkemesi” başlığı altında 92 ve 98’inci maddeler ile düzenlendi. Bu mahkemelere başvurup malını almayı başaran Ermeniler de vardır.

Burada ayrıntısına elbette giremeyeceğim ama şu kadarını söyleyeyim. Örneğin, Lozan antlaşmasının 58’inci maddesine göre Paris’te kurulan bir komisyon, Ağustos 1914 tarihi öncesi İngiliz, Fransız ve İtalyan vatandaşı olmuş Ermenilere tehcir ve öldürmeler nedeniyle tazminat ödedi. Yani soykırımdan dolayı tazminat ödenmesi, Lozan antlaşmasının bir sonucu olarak 1923 sonrası gündeme geldi. Bu Ermenilere, öldürülen her kadın ve her çocuk için belli bir ödeme yapıldı.

Daha bunun gibi bilmediğimiz, bizden saklanan neler var neler....

Ben bu kitabı, 1991’deki Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu kitabımla kıyaslamak isterim. Yeni ve hiç bilinmeyen bir alanı biraz aralıyoruz burada. Türkiye tarihi üzerine örtülmüş bir örtüyü, toplumsal bir sırrı aralıyoruz.

Rahmetli Hrant’ın 2005 yılında Neşe Düzel’e söyledikleriyle bitirmek isterim konuyu: "Ermeni mülkleri meselesi hakikaten Türkiye'nin şu anda geleceğe ilişkin en öcü konusu, en korkunç konusudur.... Zaten bu ülkede ölenlerden ziyade kalanlar üzerine konuşmak daha zor.”

Neşe Düzel'İn "Niye", sorusuna ise şu cevabı veriyor Hrant o röportajda, “Çünkü inanılmaz haksızlıklar ortaya çıkacak. 'Ermenilerden kalan mallar kimlere paylaştırıldı, neler, kimler ne oldu' diye sorulsa, bu çok büyük sarsıntı yaratır. Çünkü ülkeye belletilmiş bir tarih çökecektir. Eğer bu tarih yanlış anlatıldıysa, o zaman başka şeyler de yanlış anlatılmıştır düşüncesi topluma yayılacaktır. Türkiye'de önemli bir dönüşüm olacak.”

Benim, tek ümidim kitabın böyle bir tartışmayı başlatması...

» » Kanunların Ruhu, Emval-i Metruke Kanunlarında Soykırımın İzini Sürmek, Taner Akçam - Ümit Kurt, İletişim Yayınları, 272 sayfa, Kasım 2012, 18 TL.

Sesonline.net

19.11.2012

Son Güncelleme Tarihi: 23 Kasım 2012 12:43

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0