Torunlarımızdan özür diliyorum!..
13 Ağustos 2014 21:40 / 1567 kez okundu!
Şengal'de, Musul'da, Kobane'de, Rojava'da İŞİD (Irak-Şam İslam devleti) terör örgütü tarafından yaşanan insanlık dramının ve vahşetin gölgesinde cumhurbaşkanlığı seçimlerine giren Türkiye'de, bir Cumhurbaşkanlığı seçimini daha geride bıraktık.
Öfkeyle, acıyla, demoralizasyonla yeniden ayağa kalkarak haftaya başladık... Kanayan yanımız Şengal'de, diğer yanımız ise ülkede yapılmış olan seçim değerlendirmelerinde... İnsanlığın dumura uğradığı, vicdanların karardığı Orta Doğu coğrafyasının acı çığlıkları kadın ve çocuklardan geldikçe insanlığımızdan utanıyorduk. Sosyal medya ve TV yoluyla izlediğimiz dehşet fotoğrafları ve klipleri gördükçe, bizim de yüreklerimiz acıyla kavruluyordu. Hıristiyan- Ezidi ve Alevi kadınların dünyanın gözü önünde köle pazarlarında satıldığı/pazarlandığı 21. yüzyılda İnsanlık bitmiştir artık. Çocukların Şengal dağlarında açlıktan ve susuzluktan öldüğü bir dünyada ise vicdanlar yok olmuştur. Yaşatılan bu vahşet karşısında dünya kadın örgütleri ise hala sessiz.
Irak'ta kadim halklara ve inançlara baştan beri ordusuyla yardım eden HPG ve YPG güçleri olmasaydı bugün belki de daha büyük acılardan bahsediyor olacaktık. Elbette zulmün küçüğü, büyüğü olmaz. Zulüm nereden ve kimden gelirse gelsin, zalimin zulmüne karşı çıkmıyorsak eğer, biz de zalimiz. 1915’de ve 1938’de vurulan kadim halklar bugün Irak’ta, Suriye’de yeniden vuruluyor. Ve nedense bu halklar hep aynı replikle vuruluyor... Yine İslam coğrafyalarında, İslam adına, cihat adına yüz binlerce Hıristiyan- Alevi, Ezidilerin kanı akıyor. 73. kez katliama uğrayan Ezidi halkının canhıraş çığlığı olan Ezidican’nın çığlığı kameralara bakın nasıl yansıyor: "Vatan da istemiyoruz, toprak da istemiyoruz. Hepsi bunların olsun. Bizi bu İslam’ın içinden alıp kurtarın, nereye götürürseniz götürün. Artık İslam’ın içinde yaşamak istemiyorum". Ezidi, Hıristiyan ve Aleviler pekâlâ biliyorlar ki nerede Radikal İslam varsa orada onlara zulüm vardır. Irak’ta yürek dağlayan çığlıklardan gelelim seçim değerlendirmelerine.
Bunca acı ve zulme rağmen 10 Ağustos 2014 günü Türkiye’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde Selahattin Demirtaş'ı seçmeyen
Kürtler,
Türkler,
Ermeniler,
Süryaniler,
Aleviler,
Romanlar,
Araplar,
Çerkezler,
Devrimciler,
Emekçiler,
Seçimde oy kullanmaya gitmeyenler,
Kadınlar, LBGT bireyleri, Gençler, Ekolojistler, Barışseverler…
İtiraf edelim, hepimiz suçluyuz. Demirtaş’a oy veren % 10 barajını bile aşamayan seçmenler olarak bundan sonra hedeflerimizi daha da büyütmeliyiz. Ne demişti Che; ''büyük düşün imkânsızı yakala''. Bizler, her birimiz küçük düşündüğümüz için olsa gerek yine her birimiz bir oy sandığa taşıyamadığımız için bu seçimi de kazanamadık. Oylarımızı arttırdık, yetmez ama evet. Bu şu demektir,
Kobane'de, Rojava'da, Şengal'de, Musul'da, Ninova'da, Kessab'da savaş tamtamları çalan İslami terör örgütlerine, buyrun istediğiniz gibi savaşın demektir. Aslında seçimi kazanamayarak bizler barışa hayır dedik. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde iktidara tek alternatifi muhalefet olan Selahattin Demirtaş'a (yani kendimize) yeterince destek vermedik. Bu yüzden suçluyuz her birimiz.
2014 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, toplam seçmen sayısı 55 milyondu. Bu rakamın 13 milyonu oy kullanmaya gitmedi. Katılım oranının düşük olduğu bu seçimlerde 21 milyon Kürt nüfusundan ise yaklaşık olarak 4 milyon Kürt, Selahattin Demirtaş'a oy vermiştir. Sandığa giden 42 milyon insanın oylarıyla bu ülkenin kaderi belirlendi. Seçimlerin Ağustos ayında olması ise asla bir tesadüf değildir. Oy kullanma oranının düşük olacağı kıyı şeridi göz önüne alınarak belki de bu tarih özellikle seçilmiştir. Selahattin Demirtaş'ın cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi TV ve miting konuşmaları HDP'nin Türkiyelileşme politikasının geniş kitlelere aktarılması açısından çok ama çok anlamlıydı.
Genel seçimlerde % 6,5 oy oranına sahip olan BDP ve HDP'nin, Selahattin Demirtaş'ın akıcı ve her kesimi kucaklayan üslubu ile bu oran % 9,7’lere yükselmiştir. Bu, kısmen de olsa bir başarıdır. Bu başarıda Selahattin Demirtaş'ın şahsının çok büyük katkısı vardır. Türkiye halklarının ve inançlarının cumhurbaşkanı adayı olan Selahattin Demirtaş'ın kaybetmesi, bu ülkenin ve Orta Doğu halklarının kaybetmesidir. Çünkü bu seçim sadece cumhurbaşkanlığı seçimi değildi. Diktatörlükle yönetilen bir düzeni onaylayıp- onaylamama seçimiydi. Kişi, kurum, kuruluş ve örgütler yeterince çalışmadığımız için bizler Selahattin Demirtaş'ı Cumhurbaşkanı yapamadık. Bu seçimde halk diktoryal bir düzene Evet diyerek aslında savaşa ve insan hak ve gasplarına da Evet demiştir.
Şimdi ne mi olacak? Yeni bir kuşak imam- hatiplerle büyüyecek, din ve Arapça dersleri tercihli olmaktan zorunlu hale gelecek. Şeriatın ilk adımlarının atıldığı kurum ve kuruluşlarda özellikle eğitimde dindar ve kindar bir gençlik yetişecek. Bizler ise halkların ve inançların özgür olduğu bir dünya düzenini torunlarımızın elinden aldığımız için hep suçluluk duygusuyla yaşayacağız. Torunlarımız; tıpkı İran'da, Afganistan'da, Suudi Arabistan’da, Irak'ta olduğu gibi karanlık çağın nesli olarak hayatta var olma savaşı verecektir. Düşüncelerimizi iktidara taşıyamadığımız, torunlarımıza güzel bir gelecek inşa edemediğimiz, geleceklerini ellerinden aldığımız için özür dileriz çocuklar, özür dileriz her birinizden. Aydınlık geleceğinizi kararttığımız için özür dileriz çocuklar. Özür dileriz Selahattin Demirtaş, özür dileriz senin/ benim düşüncelerimizi hayatın pratiğine taşıyamadığımız için.
Son bir şansımız kaldı. Bu şansı henüz yitirmeden yarın seçim olacak gibi şimdiden birlikte el ele çalışalım. Hepinizin bildiği gibi bir yıl sonra da parlamento seçimleri yapılacak. Vakit çok geç olmadan, ülke geri dönüşü mümkün olmayan bir karanlığa girmeden, gelin hep birlikte yeni bir Türkiye’yi birlikte resmedelim.
Zeynep TOZDUMAN
13.08.2014
Son Güncelleme Tarihi: 14 Ağustos 2014 16:08