Bir savaş suçlusu İzmir Belediye Başkanı Hüseyin Aziz Akyürek

23 Şubat 2013 01:16 / 1391 kez okundu!

 


Bir İzmirli olarak İzmir’i yöneten belediye başkanları kronolojisine baktım geçenlerde. Bir de son olarak okuduğum, Malta Sürgünleri adlı kitapta genişçe yer verilmiş bir belediye başkanı dikkatimi çekti. Benim doğduğum, yaşadığım şehrin, insanlık suçu işleyen bir belediye başkanına sahip olmasından derin üzüntü duydum…

Bugüne değin birçok belediye başkanı gelmiş, geçmiştir İzmir’den. Ama içlerinde biri var ki, HÜSEYİN AZİZ AKYÜREK savaş suçlusu olarak Divan-ı Harb-i Örfi’de yargılanmış, sonrada ödüllendirilerek, İzmir gibi hoşgörü kentinde belediye başkanlığı ve valilik yapmıştır. Bir zamanlar Rumların, Arapların, Ermenilerin, Türklerin barış içerisinde yaşadığı şehir olan İzmir, namı diğer SMYRNA, bugüne değin tıpkı Mardin gibi çok dilli, çok kültürlü bir şehirdi. Tarihçilere göre bugüne değin 37 kültüre hizmet etmiş egzotik bir şehir olan İzmir, bir zamanlar episkoposluk merkeziymiş aynı zamanda. Bugün ise 30 Rum aile, kesin olarak bilinmemekle birlikte 25 Ermeni aile yaşamaktadır. Daha dün medyada yer alan İzmir’i ve körfezi muhteşem manzarasıyla seyredebileceğiniz Kadifekale’de, son kazı çalışmasında ‘’tarih fışkırıyor’ adeta dedirten; bu kenti kuran halklar şimdi neredeler? Ne yaptık onlara... Ne mi yaptık onlara? Kısaca, insanlık suçu işleyen Hüseyin Aziz Akyürek’in biyografisini ve yaptıklarını anlatarak ne yaptığımızı görelim.

‘’12 Mayıs 1882’de babasının memur bulunduğu Trabzon’da doğdu. Yedi yıllık Adana idadisinde altı yıl, mülkiyenin idadi son sınıfında bir yıl olarak orta ve lise öğrenimini tamamladı. Temmuz 1902’de Mülkiye’nin yüksek kısmından ‘’Pekiyi’’ derecede mezun oldu. 11 Ocak 1903’de Şuray-ı Devlet Mülkiye Dairesi Mülazımlığına tayin edilerek devlet hizmetine girdi. Burada 6 Ekim 1904’e kadar çalıştıktan sonra idare mesleğine geçti. 10 Ekim 1904’te nakledildiği Edirne Vilayeti Maiyyet memurluğunda stajını bitirip kaymakamlığa terfi etti. 13 Kasım 1908’de Eceabad, 6 Aralık 1909’da Lüleburgaz Kaymakamlıkları'na atandı. Bu görevden 26 Aralık 1910’da istifa ederek ayrıldı. İttihat ve Terakki Fırkası (Partisi) Umumi Merkez Başkâtipliği (Genel Sekreterliği)‘ne getirildi. Bu görevde de üç yıla yakın kaldıktan sonra tekrar idare mesleğine döndü. 25 Ekim 1913’te Edirne Merkez Kazası Kaymakamlığına tayin edildi. Ehliyet ve başarısı göz önüne alınarak mutasarrıflığa terfi ettirildi. Önce vekâleten ve 14 Ocak 1914’te asaleten Gelibolu Sancağı Mutasarrıflığına; 23 Ağustos 1914’te Emniyet Umum Müdür Muavinliğine; 25 Nisan 1916’da Emniyet Umum Müdürlüğüne yükseltildi. Hüseyin Aziz Bey’in Emniyet Umum Müdürü iken, Enver Paşa tarafından kurulan Teşkilat-ı Mahsusa’nın ilk beş yöneticisi arasında yer aldığı bilinmektedir. Bu arada Matbuat Umum Müdürü Hikmet Nazım’ın (Nazım Hikmet’in babası) Ocak 1918’de Hamburg Başkonsolosluğu’na tayini üzerine Matbuat Umum Müdür Vekilliğini de deruhte etti. 27 Ekim 1918’de, yani Mondros Mütarekesi’nin imzasından üç gün evvel Stockholm Sefareti Ticaret Ataşeliği’ne tayin edilerek Emniyet ve Matbuat Umum Müdürlükleri’nden ayrıldı. Tahsisatsızlık sebebiyle esas görevine başlamayıp Berlin’de kaldı ve Milli Mücadele yıllarını Berlin’de geçirdi.

‘’Mondros Mütarekesi’nin ardından kurulan ve İttihat ve Terakki dönemi yargılandığı Divan-ı Harb-i Örfi’nin, 27 Nisan 1919’da gıyabında yargılama kararı çıkmıştır. Mahkeme, Aziz Bey hakkında önce emniyete ait bazı belgelere el koymak ve imha suçlaması yapmış, ardından mahkeme tarafından Teşkilat-ı Mahsusa’nın eylemlerinden sorumlu tutulmuştur. Dâhiliye Nezareti’nin 16 Nisan 1919 tarihli yazısı üzerine, Haricîye Nezareti suçluların iadesi istediğinde bulunabilmek için, 20 Haziran 1919’da Adliye Nezareti’nden gerekli evrakın hazırlanarak gönderilmesini istemiştir. Adliye Nezareti Hariciye’nin yazısını ilgili mahkemeye havale etmiş, Mahkemede 18 Kasım 1919 tarihinde bu yazıya eklediği tezkerede, Aziz Bey’e isnat edilen suçu sadece Teşkilat-ı Mahsusa ile ilişkili olmak şeklinde belirtilmiştir. BAB-ı Ali Hukuk Müşavirliği ise bunun aynı zamanda siyasi bir suç anlamına geldiğini belirterek, iade isteğinin sadece bu noktaya dayandırılmasının sonuç getirmeyeceğini bildirmiş ve Teşkilat-Mahsusa ile ilgili dava henüz ilerlemediği için, Aziz Bey’in Almanya’dan iade isteğinin resmi evraka el koyma ve imha, tehcir, taktil ve yağma suçlarıyla ilişkilendirilerek hazırlanan bir dosya ile mümkün olabileceğini, 21 Aralık 1919 tarihli tezkere ile Hariciye Nezareti’ne bildirmiştir. Bir süre sonra konu gündemden kalktığı gibi, yargılamalar da, Ankara hükümetinin 11 Ağustos 1920 tarihinde Divan-Harb-i Örfileri kaldırmasıyla birlikte son bulur.

Sakarya Zaferi’nden sonra Mersin Limanı’ndan yurda döndü. Bir süre Adana’da, bir süre de Konya’da oturdu.

24 Eylül 1922 tarihinde Yunan işgalinden yeni kurtarılmış olan Saruhan (Manisa) sancağı mutasarrıflığına atandı. 10 Ekim 1922 tarihinde başladığı bu görevini, İzmir valiliğine atandığı 8 Ağustos 1923 tarihine kadar sürdürdü. Bugünkü Manisa şehrinin genel çizgilerini koruduğu bir imar planı yapıldı.
İzmir valiliği görevini 1 Ekim 1923 tarihinden 6 Ocak 1924 tarihine kadar sürdürdü. 16 Kasım 1924’te başlayan İzmir Belediye seçimlerine Cumhuriyet Halk Fırkasından katıldı. 7 Aralık 1924 tarihinde İzmir Belediye Başkanlığına seçildi.

Önce İzmir valisi sonra belediye başkanı olan Aziz Bey’in İzmir’de uğraştığı ilk sorunlardan birisi, mübadil göçmenlerin yerleştirilmesi oldu. Bağcılıkla uğraşan Girit göçmenlerinden bin kişilik bir kafilenin Urla yöresine yerleştirilmesi için, vekâlet nezdinde girişimde bulunmuştur. Aziz Bey zamanında İzmir önemli imar faaliyetlerine de sahne olmuştur. 1924 Eylül’ünde Fransız şehircilik uzmanı R. Danger ile bir sözleşme imzalanarak, İzmir’in imar planı çalışmaları başlamıştır. Ayrıca şehrin bir de kanalizasyon planını yaptırdı. İzmir’in beş yıllık imar Projesi, Aziz Bey’in belediye başkanlığı zamanında hazırlanmış ve İzmir şehri yerleşim, ticaret ve sanayi bölgelerine ayrılmıştır. Ericson şirketi ile anlaşılarak yüzde 51 hissesi İzmir Belediyesi’ne ait olmak üzere, İzmir’de ilk defa olarak otomatik telefon tesisi faaliyete geçirilmiştir.

1 Kasım 1927’de 3. Dönem T.B.M.M’ne Erzurum Mebusu olarak girdi. Bütçe Komisyonunda çalıştı. 25 Mayıs 1932’de kurulan Parlamenterler Birliği Türk grubunda yer aldı. Mebusluğu 5 Ağustos 1946’ya kadar devam etti. Hüseyin Aziz Akyürek 29 Mayıs 1947 tarihinde Vakıflar Genel Müdürlüğü İdare Meclisi Başkanlığı’na atanmıştır. 15 Ağustos 1951’de Ankara’da ölmüştür. Fransızca, Almanca, İngilizce bildiği sicilinde yazılıdır. Hobileri satranç oynamak, çiçek yetiştirmekti.’’

Ne garip değil mi dostlar? Onca insanın kıyımına imza atıp, çiçekleri toprağından acımasızca kopartıp sonra da hobi olarak çiçek yetiştirmek.

Soykırımda rol alanların bazıları savaş suçluları olarak Malta’ya sürüldü, bazıları ülkede cezaevine girdi. Tehcir adı altında bu topraklarda 1,5 milyon insan katledildi. Anadolu Hıristiyan halkları İzmir coğrafyasında da katledildikten sonra bu şehir çok daha mı güzel oldu? 1923 İktisat Kongresi’nden bugüne değin İzmir ve ülke ekonomisi sürekli kemer sıkma politikalarıyla ancak ayakta kalabildi. Neden? İzmir 1922 büyük yangınında önce kiliseler yakıldı, yıkıldı, tahrip edildi. Neden? Sağ kalan Hıristiyanlar bir daha İzmir’e geri dönmesin diye mi yakıldı bu şehir? Ve belki de bu yüzden ezan sesi çan sesine karışmadığı için hala yanıyor İzmir. Bu yüzden, dedelerimizin yaptıklarından salt atalarımız değil, bizler de en az onlar kadar suçluyuz. Suçluyuz; 1915’in hesabını henüz soramadığımız için. Divan-ı Harb-i Örfi kaldırıldıktan sonra, yargılanan savaş suçluları, yeni kurulan Ankara hükümeti ve İngilizler arasında yapılan anlaşma gereği serbest bırakıldılar. Ne acı ki, serbest bırakılan savaş suçluları, bir bir ödüllendirildiler bu ülkede. Tıpkı Hrant’ın katilini koruyan polis memurunun emniyet müdürü olarak atanması gibi. Katliama ortak olanlar bu ülkede maliye bakanı, TBMM başkanı, vali, belediye başkanı, kaymakam, milli savunma bakanı, milletvekili bile oldular.

Biz sustukça onlar ülkeyi kana buladı. Oysa ki bilmediler, biz vurdukça, vurulduk… Onlar varlığını, bizler insanlığımızı kaybettik o zamanlardan beri. İnsanlık suçu işleyenler, suçlarını gizlemek için Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Fırkası kurucuları olup, yönetim kadrolarında özellikle yer almıştır. Suç makinesi olan bu insanlar kirli geçmişlerini saklamak için ya siyasete ya da bu günkü milli sermayenin temelini oluşturanlar arasındaki yerini almıştır. İzmir’de ve Anadolu’da bugüne değin ülkeyi yönetenler işte bunlardır. Bundandır, 98 yıldır karanlıkta kalışımız, bundandır hala barış ve demokrasi adına haykırmamız.


Zeynep TOZDUMAN

21.02.2013


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.