Kandilli Cumhuriyet

20 Kasım 2011 11:12 / 1639 kez okundu!

 


Eskilerde, geçmişi alengirli işler ve kişileri anlatmakta kullanılan bir deyim vardı. Demokrasi görmemiş Cumhuriyet düzenini bundan daha zarif tanımlayan bir deyim bulamadım: Geçmişi kandilli!

Geçmişi Kandilli Cumhuriyet; iyi ile kötünün, gerçek ile hakikatin, hamaset ile hayatın hep birinciler lehine çarpıtıldığı bir süreç olarak sürdü geldi. Kitaplarda, kanunlarda, bayram ve bayrak törenlerinde, resmi söylevlerde, sonsuz miktar heykel ve resimlerde o kadar çok “uydurulmuş gerçek”, “kutsanmış yalan” ve “lanetlenmiş hakikat” saklı ki… Ve bütün bunlar toplumu öylesine esir almış ki, kimilerinde bu esaret marazi bir aşka dönüşmüş. Malum, aşkın gözü kördür, gönlü tutsak.

Ma’şukun gölgesinden bir adım ötesini görememe halini anlamaya çabalıyorum. Bakın: Altı yüz yıl Osmanlı idaresinde “İslam millet” olarak yaşamış bu günkü “yüzde doksan dokuz”un, “milleti hakime” olmaktan gelen kusurları var mı, yok mu? Gayrı Müslime bakan gözümüz ve hatta “okşayan” gönlümüzde, o egemen olmaktan miras kusurlarımızı fark edebiliyor muyuz? Maalesef, “bin atlı çocuklar” misali hala bu kusurlarla öğünmekte değil mi çoğumuz? Dahası, demokrasi özürlü Cumhuriyet’in, zengin harbiye, mülkiye, talim ve terbiye yöntemleriyle yeni bir “milleti hakime-egemen ulus” deformasyonunu bu mirasın üstüne oturttuğunu bile göremiyoruz. Tanı: Zihinlerimizde uzağı ve yakını görme bozukluğu ile birlikte gelişen zihniyet felci!

Nasıl oldu da “Cihanşumul Osmanlı”dan ”Dünyaya bedel Türk”e dönüşüverdi bir düzen? Şöyle oldu: Bir ulu kurtarıcı geldi ve dönüştürüverdi. “İslam millet” Mehdi’yi beklesin dursun, Cumhuriyetperver Türk Milleti buldu bile. Özet: Cumhuriyet Osmanlı’dan kopuş değildir! Demokrasi özürlü Cumhuriyet Osmanlı’nın kötü mirasını üstüne geçirmiş bir saltanattır! Temel atma töreni 1913 Babıali Baskını’yla yapılan yüz yıllık saltanat!

Bakın, zihniyet felcinin toplumu ne kadar sardığının teşhisi ve tedavisi mümkün: Geçmişin örtülerinden herhangi birini aralayıverin ve gelen tepkileri dikkatlice inceleyin: Osmanlı mirası milli ve Cumhuriyet eğitimi resmi refleksler derhal ve sempatik sinir sistemi uyarısıyla devreye girer. Beş benzemez gibi görünen organların azalarından hemen bir koro oluşur: Biz öyle şey yapmayız! Örtüyü biraz daha kaldırın, hakikatin ucunu azıcık görsünler, yaralanır ve hep beraber acile koşarlar: Ama onlar da bize yapmış!.. Örtüyü çekip aldığınızda, kral ve kulları çırılçıplak kaldığında en bilimsel, en materyalist, en devrimci refleks devreye girer: O günkü şartlar onu gerektiriyordu!.. Zihniyet felcinin tedavisi de teşhisine bağlı ilerliyor gibi geliyor bana. Her türlü insani değeri yok eden “o günkü şartlar” seviyesine geriletilebiliyorsa hastalık, biliniz ki iyileşenlerin sayısı artıyor.

Gerek Cumhuriyet Bayramı kutlama günleri, gerek 10 Kasım yas günlerinde ekranda, meydanda ve basında sözkonusu zihniyet mirasımıza çokça tanık olduk. Başbakan, KCK tutuklamalarıyla ilgili olarak konuşurken, artık ayıp ve kusur olarak görülmesi gereken “milliyetçiyim, devletçiyim” sıfatlarını göğsünü gere gere kullandı. Bu rahatlıkta geçmişin kötü mirasını, “mevzubahis olan vatansa her şey mübah” zihniyetini aramak yanlış olmaz. Kendine benzemeyenden nefretin mayalanıp kabardığı tekne bu mirastır. Öğünmek ve farklı olanı aşağı görmek gibi bir milli hastalık bu mirasın toprağının mahsulüdür. Bunların toplamıyla oluşan bir “zihniyet” hala hayatta ve hala hakim. Hepsinden önemlisi de bu ya! Kanunlar ve anayasalar değişir. Oysa esas gereken “zihniyet değişikliği”!

Ülke tarihinde ilk kez bir “sivil” anayasa yapma umumuz doğdu. “Sivil Anayasa” sivillerin yani halkın sürece katılımıyla gerçekleşme şansı bulabilir. Ama bu katılım yalnızca süreçte yer almak; görüş bildirmek, oyunu belirtmek olarak anlaşılırsa, çok şaşarız. Hele hele anayasanın “temel hak ve özgürlük” maddelerine hapsedilmiş bir tartışma süreci, sanılanın tersine kanımca en tehlikelisidir. Bu maddeler için hastalıklı zihniyet “mutabakat”a hazır. Dünyanın en ileri maddelerinin yeni anayasaya montajı kimseyi şaşırtmasın. Bu mutabakat için tek koşul var: Yeni anayasada o eski çarpık zihniyetin, değişikliklerle de olsa korunması! Yani, Darbe Anayasası’ndaki Giriş ve ilk üç maddenin şöyle ya da böyle korunması!

Eğer gerçekten yeni bir anayasa isteniyorsa ve gerçek bir katılım süreci arzulanıyorsa, her şeyin önüne hastalıklı zihniyetin tartışılmasını almak gerekiyor. Yani katılım bir geçmişle yüzleşme süreci olmak zorunda. Geçmiş ile hesaplaşmak, yüzleşmek darbelerin ve vesayetin “meşruiyet” temellerini oluşturan zihniyetten arınmak, demokratik ve sağlıklı bir topluma kavuşmak için elzem. Okul, işyeri, kışla ve camilerde hafızamıza kazınan Osmanlı ve Kandilli Cumhuriyet kusurlarından arınma sürecini yoğunlaştırmak gerekiyor.

Lütfen akıldan çıkarmayalım: Yeni Anayasa, ancak ve ancak 1982 Anayasası’ndaki “Giriş” zihniyetinden arınmış anayasadır!


Talat ULUSOY

20.11.2011




Son Güncelleme Tarihi: 20 Kasım 2011 11:18

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.