"Kabullenilmiş esaret ve yalnız çocuklar"

25 Ağustos 2013 17:35 / 1529 kez okundu!

 


Aysel Gürel, Sezen Aksu'nun yorumuyla devleşen 1945 adlı eserinde "Öfke ile beslenen çocuklar yalnızdırlar" der.

Çocukları yalnızlığa iten kuşkusuz devleti yönetenlerin politikaları kadar bu politikalara çanak tutan kanaat önderleri ve yönlendirilen kimi halk kesimleridir. Hükümetlere yanlış kılavuzluk eden bu yığınlara dikkat etmek gerekir.

Düşünsenize... Sırp kasabı olarak adlandırılan bir çok masumun katili Miloseviç'in cenaze törenine on binler akmıştı. "Kahrolsun İnsan hakları" diye 90'ların başında sokağa dökülen polis de, "Kahrolsun demokrasi" diye İstanbul sokaklarına dökülen sözümona darbe karşıtı da, Uludere'deki ölümlerin hemen ertesinde "Onlar da kaçakçıydı" diyerek noktayı koyan da, Gezi'de ölen çocukların ardından "Onlar da dükkan yağmalayan çapulcuydu" diyen de, üniversite kapılarından, ikna edemediği başörtülü kızı döndüren de, "Ordu Göreve" pankartlarının taşıyıcıları da aslında hep o "kutsal" şeylere, o "kutsal" devlete, o "kutsal" ruha, o kaşına, gözüne, saçına kurban olduğum "tek adamıma" hizmet etmediler mi, etmiyorlar mı?

Kutsal kölelerin halklara zulme ortaklığı ile karşı karşıyayız. Sadece bugün değil, her devirde.

Ve bu kabullenilmiş esaretin sonucu öfke ile beslenen çocuklar oluyor.

**

Öyle ya 19'undaki çocuğu döverek öldürenlerin sivil polis olduğu bir ülkede bakanlar ancak olaylardan iki ay sonra konuşabiliyorlarsa hangi gözyaşı, hangi vicdan o çocuğun ana babasını ikna edebilir?

Şırnak'ta geçtiğimiz günlerde sayın başbakan tarafından açılan, _bu yatırım nedeniyle teşekkür ediyor ve soruyoruz_ Şerafettin Elçi havalimanından kalkan uçaklar Uludere'de öldürülen çocuklardan birini geri getirebilecek mi?

Kimbilir, demiş ya Yahya Kemal "Belki de memnundurlar seferlerinden". Ondan geri dönmeyeceklerdir.

Ama onların arkadaşları öfkelidir ve biraz daha eksik, biraz daha yalnızdırlar bugün.

**

Birey olamadık. Ne kadar bağırsak çağırsak da toplumumuza birey olmayı kabul ettiremedik. "Yangınım var, duy beni devlet baba" diyene devlet babanın dalkavuk oğlu olmayı seçerek zulmettik.

Üvey evlat muamelesine layık gördük insanımızı. Sözlerimizle, hareketlerimizle, yazıp çizdiklerimizle.

Bunu yapmasak Adapazarı depremi sonrası "7.4 yetmedi mi?" pankartını taşıyanlardan, Van depremi sonrası "E siz de polisimize, askerimize taş atıyordunuz" diyenlerden olabilir miydik? Kendi çocuğumuzu, kardeşimizi, abimizi, ablamızı unutup başkalarının çocuklarına reva görülen muameleyi alkışlayabilir miydik?

***

Toplumun yarısı sokaklara dökülmüş, bir şeyler anlatmaya çalışmış, ifade etmek istemiş, hatta ölmüş. "Ne diyor bu insanlar?" demedik. Dün sokağa dökülenlere de kulak vermiyorduk. Kürte, Aleviye, eşcinsele, imam hatip liselerinin kapatılmasına tepki gösterenlere, çingeneye karşı çıkıyorduk. Onları yok sayıyorduk.

Yobazlar, mollalar, bölücüler, teröristler, satılmışlar, liboşlar, komunistler, hippiler, dinsizler, alkolikler, bidon kafalılar, göbeğini kaşıyanlar diye kendi insanlarımızı sınıflandırıyor, yaftalıyorduk. Şimdi de Gezi zekalılar diye yeni bir sıfat bulduk. Yaftalama sözlüğümüzde yok yok. Dahi anlamındaki de'yi ayrı yazmayı bilemeyiz de yaftalama sözlüğünden sözcük kullanmayı çok iyi biliriz.

Ama bilmeyiz ki yaftalama, çocukları öfkeye ve yalnızlığa iter. Ve ülkeleri bölünmeye, parçalanmaya, yok olmaya.

***

Bu gidiş gidiş değil. Ülkeyi yönetenlere kılavuzlarını doğru seçmesi telkininde bulunmak durumundayız. Liberal sağduyu ve sorumluluk bunu gerektiriyor.

Bu diyarı öfke ile beslenen ölü çocuklar diyarı olma bahtsızlığından, kabullenilmiş esaret batağına saplanmış insanımızı bu çıkmazından kurtarmamız gerekiyor.


Volkan ABUR


25.08.2013

Son Güncelleme Tarihi: 25 Ağustos 2013 17:58

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.