Dört kısa kıssa

03 Eylül 2013 13:55 / 1334 kez okundu!

 


KURTULUŞ

Tarih 16 Mart 1923. Yer Adana. “(...) Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketiniz sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır. (...) Memleket en nihayet yine sahibi aslilerinin elinde kaldı. Ermeniler ve sairenin burada hiçbir hakkı yoktur. Bu bereketli yerler koyu ve öz Türk memleketidir...”

Ulu Önder “Kurtuluş” Savaşı’nın ardından söylüyor bunları.

Burada “ve saire” ile ifade edilenler “feyizli” Osmanlı ülkesinin altı yüz yıllık yerlisi ve altmış yıllık “eşit haklı vatandaşları”dır ve artık “hiçbir hakları yok”tur.

“Kurtuluş Savaşı” için “emperyalizm”e karşı verilmiştir demek ayıp olmuyor mu? Belli ki, bu savaş Ermeni ve Rumlar’a karşı verilmiş.


GERİLLA!

Afet İnan’ın yalancısıyım. “Atatürk hakkında hatıralar ve belgeler”de anlatır:

M. Kemal Paşa 14 Nisan 1919 akşamı Sadrazam Damat Ferit’in Nişantaşı’ndaki konağında akşam yemeğindedir. Yemekten sonra Sadrazam,

Bir harita getirtsek de Müfettiş Paşa onun üzerinde bana izahat verse, der.

Harita masaya serilir. Damat Ferit sorar:

Samsun havalisinde ne yapacaksınız?

Afet İnan arada şu açıklamayı yapıyor: “... Samsun havalisinde yapılmak istenen iş, o havali Türklerinin başlattıkları gerillayı bastırmaktır...”

M. Kemal’in “müfettiş”liği savaşın başından beri İttihatçılar’ın Hıristiyanlara karşı sürdürmekte olduğu çete savaşlarının bastırılması içindir.

19 Mayıs 1919’dan önce bu memlekette “kurtuluş” niyetiyle başlatılan bir şeyler varmış demek ki! Eğer öyleyse, bu tarihî hatayı düzeltmek gerekmez mi? Yoksa daha önceki “kahramanlık”lar yok sayılmış olur. Çanakkale’de, Ermeni Temizliği’nde, Sarıkamış Macerası’nda büyük “emek”leri geçen Enver ve Talat “paşa”ların hakkı yenmiş olur.

“İttihatçı zihniyet” inşasının dünyanın gördüğü en büyük “toplum mühendisliği” eseridir. Gençliğin “ilelebet muhafaza ve müdafaa” etmeye mecbur olduğu şey işte bu eserdir. “Eser”in yıkılmaması için Cumhuriyet ile yenilenen İttihatçı zihniyetten “şüphe” edilmemesi şarttır. Mesela, “Kurtuluş Savaşı”nı kim ve ne zaman başlattı? Doğru şıkkı işaretleyin:


a) “23 Ocak 1913’te Harbiye Nâzırı Nâzım Paşa’nın öldürülmesi ile Enver,

b) 19 Mayıs 1919’da Bandırma vapuruyla Samsun’a çıkan M. Kemal.

Hiç “şüphe”siz “b” şıkkı”!


TEK ADAM’LAR ÜLKESİ

Cumhuriyet “Ulu Önder’li, tek dinli, tek dilli”dir.

Saltanat “Ulu Hakan’lı, çok dinli, çok dilli”dir.

“Hakan” aydınlanmamış saltanatın “tek adam”ıdır.

“Önder” aydınlanmış cumhuriyetin “tek adam”ına denir.

“Hakan” dediğinin atası “Osman Bey” diye bilinir.

“Önder”e ata gerekmez, o herkesin “Ata”sıdır.

Bu memleket erkekleri “tek adam” olmak ister, Kasımpaşa’nın eski santraforu da. Ata’dan dededen öyle görmüştür.

“Şikeye şike” diyemeyen toplumun santrafor’u soy ağacını Alpaslan’a, 1071’e, Malazgirt’e, yani epeyi uzaklara dayandırır.

O yüzden memleketim insanı yüz yıldır “daha iyi”sini ararken “Osmanbey- Harbiye- Kasımpaşa” üçgeninde dolanır durur da bir türlü “Kurtuluş”a varamaz!


ŞARKILAR SENİ SÖYLER

Zafer günlerinde, ölüm yıldönümlerinde geleneğimizdir, “Atatürk’ün sevdiği şarkılar” çalınır. Bunlardan “Köşküm var deryaya karşı” beni en duygulandıran şarkıdır. Nedense dinlerken Selanik değil de, daha çok İzmir düşer aklıma. Körfez kıyısına dizili kömür karası köşkler...

Atatürk’ün sevmediği şarkılar da varmış. O’nun sevmediğini milletçe sevmemek gerekir, öyle öğrendik, ama ben sevmediği şarkılardan birini pek severim! Uşşak makamında güzel bir şarkıdır. Tek çalgıyla, hatta hiç çalgısız Gül Yazıcı’dan dinlemenizi öneririm bu Lemi Atlı bestesini. Şarkının hikâyesi şöyle:

“Tütüncü Yakup Ağa” kod adlı İttihatçı Doktor Nâzım, “İzmir Suikastı” gerekçesiyle 26 Ağustos 1926 günü idam edilecekken son dileği sorulur. O da Nedim’in şu dörtlüğünü söyler:

Bu imtidâd-ı cevre kim bahtın şitâbı var
Mihnet-medâr olan feleğe intisâbı var
Eyler nesîm-i subhu bize gird-bâd-ı gam
Bu rûzgâr-ı bî-mededin inkılâbı var


Kaşını gözünü yarsam da, hoşgörünüze sığınarak şöyle sadeleştireyim:

Bunca zulümden ki bahtın acelesi var
Dert veren feleğe tez elden eresi var
Seher yeli getirdiğin bir gamlı nefes
Çare yok bu rüzgâr da dönecek, günü var

Bu istek “Paşa”ya gider. “Paşa” şarkıdaki gizli mesajı almış olmalı ki, on yıldan uzun süre çalınıp söylenemez olur. Ardından okullarda “Türk musikisi” öğretilmesi yasaklanır. Radyolarda “şarkı” çalma yasağı 1935’te uygulanmaya başlar. Niye?

Halkı “eski devrin bozuk sazı”ndan kurtarmak içindir bu “yasak”lar!

Radyolarda çalınmaz, plakları basılmaz ama Ata’nın sofrasında sazende ve hanendeler eksik olmaz. İnsan tiryakiyse zor bırakır.

Bütün çabalara rağmen “cahil köylü millet”i “bozuk saz”dan kurtarılamaz! Üstüne bir de “arabesk” gelir. Arabesk’in kralı “âkıl adam” bile olur!

Zamanında üç beş “bozuk sazcı” sallandırılsa olur muydu bunlar? “Diktatör” diyenler utansın!

İsmet Berkan’ın deyimiyle “Evet, Atatürk diktatör”dür der ve sözünü tamamlar: “Ülkeyi tek başına yönetirken de, her dediğini yaptırırken de, bugün de sevilen.. bir diktatördü.”

Bence; renkler, zevkler ve şarkılar tartışılmaz! Diktatör sevgisi de tartışılmamalı.

Sahi Doktor Nâzım o şarkıyla ne demek istemiş, anladınız mı?


Talat ULUSOY

03.09.2013

Son Güncelleme Tarihi: 03 Eylül 2013 14:02

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.