Daðýn ardýndaki “Sýr” aþikâr olunca

03 Eylül 2013 12:57 / 2614 kez okundu!

 


Haydar Karataþ, çok iyi bir gözlemci ve yine çok iyi bir dil ustasý. Her iki romanýnda da hikâyenin örgüsünün yaný sýra muhteþem bir doða anlatýsý var. Filmografik bir kurgu ve doða tahayyülü.


Yüz sene evvelinin çetelesini tutan ve hesabýný kesmeye yeltenen akýl, izan sahibi akil insanlarýn anlatýsýna göre derler ki; “Osmanlý Paþasý çaðýrmýþ Ermeni’yi, demiþ ki; ‘Kürdün kafasýný urun’. Ermeni, dönmüþ paþaya; ‘Bütün dünyayý verseniz Kürdü vurmayýz. Çünkü biz Kürtler’le ekmeðimizi suyumuzu pay ettik’. Paþa bu kez dönmüþ Kürde; Ermeni’nin kafasýný urun’. Ermeni’nin kabul etmediðini, Kürt boynunu büküp kabul etmiþ, açmýþ.”
Kürt “açmýþ” da! Peki, Türk, Ermeni’yi katlederken neyin peþindeymiþ! Artýk onu ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Onu “Türkün Ateþle Ýmtihaný”nda ve “Ýslam’la Sentezi”nde aramak gerek.

Asýl mesele bugün tarih yazýlýrken Ermeni Soykýrýmý’nýn faturasýný Kürde kesmeye yeltenenlerle ilgili. Tabii bu “fatura kesicilere” söyleyecek söz her daim var. Yine akýl, izan sahipleri derler ki; “Kürt ile Ermeni, iðne ile iplik gibidir.” Hayat ve tarih bu iki kavmin birbirlerini hep takip ettiðini yazar. Doðrudur! 1915 yýlýnda Ermeni’nin baþýna ne geldiyse, ne getirildiyse! 1925’te, 1938’de ve 1990’da aynýsý Kürdün baþýna gelmiþ, getirilmiþ, getirildi.
Bu trajedilerin hikâyesi edebiyata sýkça malzeme oldu, oluyor.

Bir kez daha genel bir edebiyat deðerlendirmesinde Haydar Karataþ’ýn “Perperika Soê-Gece Kelebeði” kitabýndan söz etmiþ ve demiþtim ki; “Haydar Karataþ'ýn Perperika Soê-Gece Kelebeði adýný verdiði romaný, muhteþem bir edebiyatýn izinden yürüyen güçlü bir ‘Ana Tanrýça’ anlatýsý.

Bütün bir 1930'lu yýllar boyunca Dêrsim coðrafyasýndaki ‘huzursuzluðun’ kimilerince ‘Ýsyan’ olarak kabul edilmemesine raðmen isyan gibi resmi literatüre geçirilip bir taþla iki kuþ vurmanýn (Alevi ve Zaza Kürdüne vururken yarým býrakýlmýþ Ermeni meselesini de halletme) edebi hikâyesi olmuþ kitap. Karataþ, bütün hikâyeyi yaþamýþ bir ‘ana’nýn aðzýndan bir kelebeðin örneklemesinde çocuðuna paylaþarak zaman zaman umuda ve oyuna çevrilen büyük bir trajedinin hikâyesini romanlaþtýrmýþ.

Bir yanda 1915'te Ermenilere yaþatýlan büyük felaket sonrasýnda Dêrsim coðrafyasýndaki ‘etnik’ ve ‘insani’ korumacýlýðýn tekçi ve kinci resmi yapý tarafýndan öç alýcýlýða dönüþtürülmesi.

Devamýnda ise Alevi Kürtlerle birlikte eþzamanlý olarak ayný zamanda koruma altýna aldýklarý ve gizledikleri Ermenilerle de hesap kesimine dönüþen bir edebi hikâye Gece Kelebeði. Haydar Karataþ'ýn edebiyatýnýn gücüne anlam katan en büyük öðe, kimlikleri çok fazla da insan tekinin gözüne sokarak anlatmaktan çok, korkunç bir yoksulluk üzerinden anlatmasýnda gizli demeliyim.

Deðil mi ki; ‘isyan bastýrmak’ zulüm, katliam altýnda yaþatýlan bütün acýlarýn, sürgünlüklerin arka planý devasa yoksulluklarla ilintili. Haydar Karataþ bunu ziyadesiyle baþarmýþ.”

Haydar Karataþ’ýn “On Ýki Daðýn Sýrrý”* ikinci kitabý. Gece Kelebeði’nin kaldýðý yerden sürdürücüsü gibi Dêrsim anlatýsýnýn devamý. Kürdün Zaza ve Kurmanç kavmi, Ermeniler, Kýzýlbaþ Aleviler, Muhacir Türkler ve bu kimliklerin “insan” suretine bürünmüþ “iyi” ve “kötü” örnekleri.

Candarmasý, aþiretleri, paþasý, kadýný, çocuðu, erkeði; yanmýþ yýkýlmýþ, insansýz evleri, harap köyleri, at ve silah peþinde koþan korumasýz, biçare, aç insanlarý. Kurtuluþun, kaçýp göçmekte olduðunu hikâye boyunca düþleyen insanlar. Daðýn ardýndaki sýrra ortak olmanýn umudunu yaþayanlarýn, taþýyanlarýn romaný “On iki daðýn sýrrý”.

Ýyi ve sýký yayýnevlerinin bir görevi de yazýn dünyasýna yeni yazarlarý kazandýrmaktýr. Ýletiþim Yayýnlarý bunun hakkýný veren birkaç yayýnevinden biri. Ýletiþim Yayýnevi sayesinde binbir emekle üretilmiþ Haydar Karataþ romanlarý gibi “müptelasý” olunacak edebiyat örnekleri ile buluþuyor Türkçenin okuru.

Haydar Karataþ, çok iyi bir gözlemci ve yine çok iyi bir dil ustasý. Onun her iki romanýnda da sadece hikâyenin örgüsü yok! Ayný zamanda muhteþem bir doða anlatýsý var. Filmografik bir kurgu ve doða tahayyülü.

Dil ve resim bir araya gelince edebiyatýnda Burhan Sönmez’in tarifiyle “baðýmlýlýk” ve “beklenti” yaratan bir alýþkanlýk, akýþkanlýk oluþuyor. Zaten “iyi edebiyat” da böyle bir þey olsa gerek!

Ýþin açýkçasý; Gece Kelebeði ve On Ýki Daðýn Sýrrý’ndan sonra acaba ne yazacak diye Haydar Karataþ’ýn yeni romanýný merak etmeye þimdiden baþladým bile.

Ýletiþim teknolojisinin þimdilerde olduðu gibi dal budak salmadýðý, haberlerin insan gücüyle günler süren çabayla bir yerden bir baþka yere taþýndýðý devirlerde adý “Sebýr” olan bir yeniyetme çocuðun öfkesinin yönünün “Beyaz Daðlarýn” ardýna kapkara bir bulut gibi aktýðý; zulmün, zorbalýðýn had safhaya çýktýðý devrin hikâyatýný yazmýþ Haydar Karataþ.

Gece Kelebeði’nde oyun oynar gibi bir çocuk ve bir kelebekle baþlayan ve süreduran anlatý! On Ýki Daðýn Sýrrý’nda bu kez bir “ulak” çocuk ve çocuðun roman boyunca hangi amaçla kullanacaðý bilinmez bir tüfeng tutkusuna dönüþüyor.

Kan revan içinde atlý kafilenin içine dalan, tüfengi Rus beþlisi kendi boyundan uzun cýlýz bir çocuk Sebýr. Roman boyunca öfkesinin “ipuçlarý” verilse de! Beklenmedik bir koca yüreðin hýncýyla kerametleri Ankara’dan menkul “hükümet adamlarý”na ve onlarýn Dêrsim coðrafyasýndaki muhacir “iskân”ý politikalarýna acemi beþlisiyle meydan okuyan çocuk Sebýr’ýn öfkesiyle son buluyor roman. Romanýn finalinde Rayber’e itiraf edilen “Sorpiyan Keþiþi’nin sünneti” resmi devlet politikasýnýn halklarý iðdiþ etmesine meydan okumaya denk düþüyor.

*Haydar Karataþ, On Ýki Daðýn Sýrrý. Ýletiþim Yayýnlarý, 2012 Ýstanbul


Þeyhmus DÝKEN

31.08.2013

Son Güncelleme Tarihi: 03 Eylül 2013 13:39

 

Bu yazýyý Facebook'ta paylaþabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaþ
0
Yorumlar
Uyarý

Yorum yazabilmek için üye olmalý ve oturum açmalýsýnýz.

Eðer sitemize üye deðilseniz buraya týklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eðer üye iseniz oturum açmak için buraya týklayýn.