Londra’da bir yılbaşı

12 Mayıs 2012 12:13 / 3883 kez okundu!

 


Yeni yıl çoğumuz için yeni bir başlangıçtır. Pek çok kişi, yılbaşı geldiğinde bu güne özel programlar yapmayı ve sevdikleriyle, aileleriyle, birlikte olmayı arzu eder, o günü farklı bir biçimde kutlamaya değer bulur.

Ben de yeni yılın girmesi ile birlikte dünya televizyonlarını izlemeye başlar ve özellikle diğer ülkelerdeki kutlamalardan büyük keyif alırım. Belki de bu yüzden olacak; 2005’i 2006 yılına bağlayan yılbaşını ailece yabancı bir ülkede, başka başka ülkelerden insanlarla kutlamak istedik ve bu doğrultuda dünyanın en eski kentlerinden biri olan Londra’yı seçtik.

İnternette bir araştırma yaparak kalacağımız oteli belirledik. Seçimimiz Wembley bölgesinde havalimanına 30 km uzaklıkta ve kentin merkezine trenle 15 dakikada ulaşım olanağı bulunan, daha çok uluslararası fuarlara katılmak için gelenlerin tercih ettiği bir oteldi. O tarihlerde İzmir’de İngiltere vizesi için yetkilendirilmiş bir acente aracılığıyla otelde kalacağımız ilk gecenin ücretini ödemek suretiyle seyahat vizemizi almıştık.

Güzel bir yolculuk sonrası Londra’da dünyanın uluslararası yolcuyu en fazla taşıyan hava limanlarından biri olan Heathrow havalimanına indiğimizde saatlerimizi 2 saat geri aldık. Bir turizm acentesinden turistler için hazırlanmış kent planı ile ulaşım ağını gösteren broşür edindikten sonra otelin yoluna koyulduk. Kalacağımız otele yakın bir merkeze kadar metroyla gitmeyi daha sonra da taksiyle devam etmeyi planlamıştık. Londra metrosu 1863 yılında yapılmış dünyanın en eski metrosuydu. İlk belirlediğimiz merkeze kadar kolayca gelmiştik ancak sonrasında bizi birkaç sürprizin beklediğinden habersizdik…

Londra’nın Avrupa kıtasında değişik ırklardan en fazla insanın yaşadığı ve neredeyse üç yüze yakın farklı dilin konuşulduğu bir dünya kenti olduğu söylenir. Havalimanında bize verilen ilk tarif doğrultusunda trenden Queen’s Park bölgesinde indik ve otelimize gidebilmek için yoldan geçen bir taksiye binme umuduyla yol boyunca yürümeye başladık. Ancak nedense hiç taksi geçmiyordu. Çevrede bir taksi durağına da rastlamamıştık. Sorduk soruşturduk ve öğrendik ki; bu bölgede ancak telefonla taksi çağırabiliyordunuz. Bizim ise o anda böyle bir imkanımız yoktu. Hava kararmak üzereydi ve ben biraz endişelenmeye başlamıştım ki; bir otobüs geldi. Çaresiz bindik. Şoför de oteli bilmiyordu ancak giderek o da kendilerinden yardım istediğimiz tüm otobüs yolcuları gibi otelin ismine odaklanmıştı. Ve nihayet otele ulaştığımızda yolcuların gülümseyen yüzlerinden onların da sevincimizi paylaştıklarını fark ettik.

Otele vardığımızda resepsiyon görevlisi adımıza bir rezervasyon olmadığını söyleyince şaşkınlıkla birbirimizin yüzüne baktık. Rezervasyonla birlikte vize alabilmek için seyahat acentemize bir gece konaklama ücretinin bile ödendiğini söyledik. Birkaç dakika içinde öğrendik ki acente bizim için otelde bir rezervasyon yapmış ancak sonrasında iptal etmişti. O tarihte acenteler genelde İngiltere vizesi alabilmek için otellerde rezervasyon yapar, bir gece ücretini öder, sonrasında ise iptal ederlermiş. Bizim rezervasyonumuz da bu şekilde iptal edilmiş. Yapılacak bir şey yoktu tabii. Resepsiyon görevlisine yılbaşını da geçirecek şekilde otelde kalmak istediğimizi söyledik. Bu kez aldığımız yanıt yılbaşına kadar otelde kalabileceğimiz ancak her gece için değişik ve artan bir oda ücreti ödememiz gerektiği, yılbaşı gecesi ise tüm odaların dolu olması nedeniyle otelde kalamayacağımız idi. Gülmeye başladık. Böyle bir şeyle daha önce hiç karşılaşmamıştık. Arz talep meselesi dedik ve ilk iki geceyi bu otelde geçirmeye, sonrasında ise yılbaşını da geçirebileceğimiz bir başka otel bulmaya karar verdik…

Ertesi gün dinlenmiş olarak Londra’yı keşfe artık hazırdık. Trenle, merkez istasyon ve oteller bölgesi olarak bilinen Paddington’a gittik. Bu semtte kalacağımız otel, istasyona 10 dakikalık bir yürüyüş mesafesinde, birbirine yaslanmış tarihi binalardan metro çıkışına 30 adım mesafedeki butik otellerden birisiydi. Otelin yaşlı Yunanlı işletmecisi Ege’den geldiğimizi öğrenince kalacağımız günler için bize ayrıca % 50 iskonto yapmıştı.

Otele yerleşeceğimiz gün, odanın hazırlanmasını beklerken bize sunulan ve kültürlerimizin ne denli iç içe olduğunu gösteren, biz diyelim Türk kahvesini, onlar desin Yunan kahvesini ikram olarak kabul ettik ve keyifle içtik. Niki Otel’in resepsiyonunun duvarında asılı duran otuzlu yılların fotoğrafları ise bize çok tanıdık gelmişti. Koyulaşan sohbetimiz sonunda Yunanlı işletmecinin babaannesinin İstanbullu olduğunu öğrendik. Londra’da bir Yunanlı ile İzmir, İstanbul, Ege, Selanik, Londra ve ortak kültürümüz üzerine uzun uzun konuşmuştuk.

Londra’da gidiş –dönüş günlük, haftalık, aylık metro ve tren biletleriyle istediğiniz her yere kolayca ulaşabiliyorsunuz. Renklendirilmiş metro hatları ve bağlantıları bu konuda işinizi çok kolaylaştırıyor. Sarı renkli Circle metro hattı bir ring olarak düşünülmüş. Her istasyona da başka renkli hatlar bağlanmış. Örneğin ünlü Hyde Park’a gitmek istiyorsunuz; sarı metro çizgisi üzerinde lacivert çizgi noktasında inip yine lacivert hattı aldığınızda Hyde Park’a ulaşabiliyorsunuz. Doğal olarak bizim de ilk gezdiğimiz yerlerden biri olmuştu Hyde Park. Ünlü sanatçıların konserlerine de sahne olan bu devasa yeşil alanı, her yerden önümüze çıkan sincaplarla birlikte gezmiştik.

Oxford Caddesi, Piccadilly, Trafalgar Meydanı, Regents Street, High Street, South Kensington, Knightbride caddeleri neredeyse bir metrekareye beş insan düşecek derecede yoğunluk içermekteydi. Ve Çinli’lerin, civarında adeta bir mahalle kurdukları Soho bir başka dünyayı yaşatıyordu, Londra’nın tam göbeğinde... Işıklı grafiklerle süslenmiş caddeleri, cıvıl cıvıl alışveriş yerleri ile operaların, tiyatroların, kültür merkezlerinin ve müzelerin bulunduğu bu alanlar Londra’ya gidenlerin en çok hoşlanacakları alanlardı kuşkusuz..

Londra denilince; Buckingham Sarayı, Tower Bridge, Parlemento Binası, Big Ben, London Eye, Thames Nehri’inde bir gezinti ve ünlü Harrods mağazası bizim için seyahatin vazgeçilmezlerinden olacaktı elbette. Bazı caddelerde küçük buz pateni pistlerinde paten yapanları bir süre seyretmek, Thames Nehri kıyısında waffle yemek, fotoğraf çekmek ve nehri seyretmek, bir “Fransız Café’de “kahve içmek ve hatta ara sokaklardaki evlerin mimarilerinin çekiciliğine kapılıp, sonrasında hava kararmış olduğu için telaşla ana caddeyi aramak bile keyif aldığımız diğer güzel anlardı.

Londra’da müzikal demek kentin yaşayan ruhunun bir parçasına ulaşmak demek... Bazıları 20 yılı aşkın bir süredir oynanmakta olan eserler sizi her adımınızda büyüleyici atmosferine çağırmaktan asla vazgeçmiyorlar… Bunlardan, “Mamma Mia, Billy Elliot, Chicago, Fame, The Phantom of the Opera, Mary Poppins, Saturday Night Fever “ilk sıraları tutmakta olanlardı. Biz de bu davetin çağrısına duyarsız kalamazdık ve içlerinden, daha önce başrollerini Catherine Zeta –Jones Renee Zellweger ve Richard Gere’in oynadığı, 13 dalda Oscar adayı olmuş ve pek çok ödülü olan filmini de izlediğimizden “Chicago” müzikalini izlemeyi tercih ettik. Müzisyenlerin canlı performansları , tiyatronun hareketli sahnesi ve oyuncular filme göre çok daha etkileyiciydi. Çıkışta, Adelphi tiyatrosunda sahnelenen bu müzikalin, çok uzun yıllardır değişen oyuncu kadrosu ile sahnelenmekte olduğunu ve Londra’daki diğer tiyatrolarda da bu uygulamanın sürdüğünü öğrendik. Müzikalde oynayan oyuncuların, oynadıkları yıllara ait sahne fotoğrafları da tiyatroda sergilenmekte idi. Oyun sonrası ise müzikale ait cd ,kitap ,dergi ya da küçük objeler satışa sunuluyordu. Bizim için o gece, tarihi sahneden dimağımıza yerleşen unutamayacağımız güzellikte bir gece olmuştu.

Londra’da müzeler de daima gezilmesi önerilen yerlerdir. Madame Tussauds, The Royal Academy, The National Galeri, Victoria ve Albert Müzesi, British Museum bunlar arasında sayılabileceklerden bazıları... Biz Madam Tussauds Müzesini gezmeyi arzu etmiştik. Ancak önündeki sıra çok fazla olduğu için sadece The National Galeri’yi gezebildik. The Natioanel Galeri herkesin görmesi gereken, dünyanın pek çok ünlü ressamının eserlerinin yer aldığı, özgün mimarisi ile bir sarayın odaları içinde geziyormuş etkisi yaratan bir yer. Burada kah devasa bir salonun tüm duvarını kaplayan ve üzerinde bir savaşın yer aldığı bir kompozisyon –ki insanlar önündeki koltuklara oturup saatlerce izleyerek eserin tüm derinliğini kavramaya çalışıyorlardı-, kah bir duvarda küçücük bir portre vardı. İşte o köşelerden birinde Fatih Sultan Mehmet’in portresine rastlamak bizim için çok hoş bir sürpriz olmuştu.

Londra Hayvanat Bahçesi de gezdiğimiz diğer güzel mekanlardan birisiydi. Burada ünlü Harry Potter filmindeki yılan Nagini ve baykuş Hedwig’le karşılaşmak en çok bu filmin hayranı olan oğlumuzu mutlu etmişti. Hayvanat Bahçesinde bazı hayvanlarla yapılan ve izleyenleri de içine alan gösteriler ise kesinlikle izlemeye değerdi. Kalan 3 günümüzde ise Londra’ya trenle yaklaşık 1 saat uzaklıkta bulunan yine ünlü bir üniversite kenti Oxford ve bir kıyı kenti olan Brighton’a gittik.

Oxford Üniversitesi’ni görmeyi hep arzu etmişizdir; ancak varınca hayretle gördük ki Oxford kentinin tamamı üniversite idi. Başka bir deyişle dev bir kampüsü andıran yerleşim şekli ile kent ve üniversite iç içe inanılmaz bir bütünlük sergilemekteydi. Tarihi dokusu nedeniyle kendinizi ortaçağda hissettiğiniz bir yerdi burası. Hop On – Hop Off dedikleri turist otobüsleri ile bir günde tüm kenti gezmeyi başardık. Brighton ise deniz kıyısında yer alan ve daha çok dil öğreten okulları yönünden en çok tercih edilen yazlık diyebileceğimiz kentlerden birisiydi. Gözünüzün alabildiği kadar uzun kumsalı olan sevimli küçük bir kent olarak hafızamıza yerleşti.

Five o’clock tea (beş çayı) ve British Breakfast (İngiliz kahvaltısı) dan, iki katlı kırmızı otobüslerden, telefon kulübelerinden, hele ters yöne açılan kapıları ile siyah eski model taksilerden de bahsetmeden geçemeyiz. Dünyaca ünlü British Breakfast bizim kahvaltı kültürümüze o denli tersti ki tabağımızda sabah sabah fasulye ve içinde az pişirilmiş bir yumurta, yanında da domuz pastırması Bacon getirildiğini görünce ünlü İngiliz kahvaltısının ne olduğunu yerinde ve biraz da gülümseyerek öğrenmiş olduk. Çay istediğinizde ise sütle birlikte karıştırılmış çay servis edilmekteydi. Ve gün içinde saat beşi gösterdiğinde gerçekten de İngiltere’de çay saatiydi.

Sonunda, yılbaşı gecesi gelmişti. Binlerce insanla iç içe Trafalgar Meydanı’ndaydık. Başka ülkelerden, kentlerden gelen pek çok insan aynı meydanda toplanmıştı. Yeni bir yıla merhaba demek! Orada tanımadığınız bir insanla selamlaşmak, hangi sınıf ve milletten olursa olsun sonuçta insan olma paydasından yansıyan değerlerle kaynaşmak çok hoştu. Binlerce kişiden oluşan bir kalabalıkta, tarihi “Big Ben” 24.00’ü gösterdiğinde gökyüzünden bir ışık şelalesi gibi dökülen görkemli havai fişek gösterileri başladı. Birbirini tamamlayan şekilde peşi sıra fırlatılan havai fişekler gecenin bütün güzelliğini pekiştirmişti… O gece, futbol maçlarında olduğu gibi yılbaşı kutlamalarında da taşkınlık yaptıklarından holiganlar için özel güvenlik önlemleri alındığını söylemeliyiz. Bazı metro istasyonları bile bu yüzden kapatılmıştı. Otellerde ve kulüplerde ise bizde olduğu gibi o geceye özel eğlenceler tüm hızı ile sürerken orijinal giysileri içindeki polislerin her resim çektirmek isteyeni gülümseyerek ve büyük bir nezaketle kabul etmeleri de gecenin ilginç anlarından biri idi. Otele dönüş için son metroyu kaçırabileceğimizi biliyorduk ama belleklerimize yerleştirdiğimiz görüntüler ve coşku öylesine yoğunlaşmıştı ki neredeyse yürüyerek uzunca bir yol kat edecektik…

Yılbaşının ardından geçen bir alışveriş gününden sonra bizim için artık Londra’ya veda zamanıydı. Dönüş yolunda hepimizin ortak düşüncesi, deyim yerinde ise bir açık hava müzesi niteliğindeki Londra’nın dünya kenti olarak yalnız İngiliz’lere değil tüm dünya milletlerine ait olduğu idi. Ve ortada dile getirilmesi gereken başka bir gerçek vardı ki, o da İngilizlerin çağlar boyu tüm dünyaya hakim oldukları iddiasının yansımalarının yaşam biçiminde ve kent dinamiğinde kendisini her adımda göstermeye çalışır olmasıydı.


Nilay Sermi KÖKKILINÇ

10.05.2012

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.