Ellerimin Arasındaki Hayat

21 Şubat 2012 16:14 / 4773 kez okundu!

 


Yazımın başlığı, ünlü İngiliz yazar ve aktör Peter Ustinov’un “Ellerimin Arasındaki Hayat“ adlı oyunundan alıntı. Kültür ve sanatla ilgili olanlar yakından bilirler. 2004 yılında kaybettiğimiz Akademi, Grammy, Altın Küre, Emmy ödüllü değerli yazarın bu ünlü oyunu, İzmir Devlet Tiyatrosu’nda 1988 yılında oynanmış ve büyük bir ilgi görmüştü.

O yıllarda mesleğine yeni başlamış bir hukukçu olarak ben de oyunu izlemiş ve diğer tüm izleyenler gibi çok etkilenmiştim. Samimiyetle söylemeliyim ki, İzmir Devlet Tiyatrosu’nun bugüne kadar sahnelemiş olduğu oyunların içinde unutamadığım tek oyundur. Eser, idam cezası, suç, devletin kurumlarının, politikacılarının ve basının olaylara bakış açısı, insanların yaşamları üzerine karar veren kişilerin trajedileri ve çelişkilerini konu alır.

Yıllar sonra izlediğim bir diğer oyun ise ülkemizin değerli hukukçu yazarlarından Faruk Erem’in kaleme aldığı “Bir Ceza Avukatının Anıları“ adlı oyundur. “Suçluyu kazıyınız altından insan çıkar” sözünden yola çıkan bu oyun da, aynı güzellikte işlenen temasıyla buna bir başka örnek teşkil etmektedir.

Mesleğinizde uzun yılları geride bıraktığınızda, izlediğiniz, tanık olduğunuz ve yaşadığınız her olayda yaşama bakış açınızın ve beklentilerinizin değiştiğini görüyor, her konuya bu kez birikimlerinizle çok boyutlu bakabilmeyi ve daha hoşgörülü olabilmeyi öğreniyorsunuz. Bu doğrultuda devletten ve toplumdan beklentileriniz de daha çok insan odaklı hale geliyor zaman içinde…

Hukuk sistemimizde insanların yaşamlarını ve özgürlük haklarını doğrudan ilgilendirdiği için olsa gerek; ceza hukukunu, bir avukatı psikolojik olarak en çok etkileyen hukuk dalı olarak görmüşümdür …

Bu konuda yıllar önce yaşadığım bir anıyı paylaşmalıyım. Bir tanıdığımın eşi hırsızlık suçlaması ile karşı karşıya kalmış ve tutuklanmıştı. Benden yardım istediklerinde cezaevinde tutuklu bulunan hanımı ziyarete gittim. Çok güzel ve iki çocuk annesi, genç bir hanımdı. Ütü yapmak için gittiği bir evden kolye almakla suçlanmış, eşya kendi evinde bulununca da tutuklanmıştı. Kendisi kolyenin, ev sahibi tarafından ödünç verildiğini ancak ilk hafta geri götüremediği için kendisinden şikayetçi olduğunu, kesinlikle izinsiz almadığını söylüyordu. Kolyenin sahibi hanım ise aynı yaşlarda çok zengin ve villasında bahçıvan, yardımcı, aşçı, masör gibi pek çok insan çalıştıran bir hanımdı.

Hukukun dışına çıkarak olaya bir başka açıdan baktığım zaman, aynı yaşlarda ve fakat farklı sosyal sınıflara ait iki kadın görmüş, ister istemez yaşam koşulları yönünden birinin diğerine göre ne kadar şanslı olduğunu düşünmüştüm. Buna rağmen eğer hırsızlık varsa hiçbir sebep mazeret olamazdı. Dosya verileri, tutuklu hanımın bu işi yaptığına işaret ediyordu. Hukukta savunma hakkı kutsaldır ve bu kavram hukuk fakültelerinde öğrencilere ilk öğretilen dersler arasında yer alır.

Bugünkü ceza yasamızda hırsızlık suçu için suçun işleniş şekillerine göre değişen çeşitli hapis cezaları öngörülmektedir. Söz konusu olay ise oluş biçimine göre kanunda nitelikli hırsızlık olarak tanımlandığından mahkemece sanığa iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilebilirdi. İki yıla kadar olan hapis cezaları da paraya çevrilebilmekte ya da ertelenebilmektedir. O tarihlerde yürürlükte olan eski ceza yasamızda “kullanma hırsızlığı“ adı altında tanımlanmış bir suç da yoktu. Bugünkü ceza yasamızda ise bu suç özel bir madde başlığı altında düzenlenmiş ve suç sabit olmuşsa sanığa verilecek cezanın yarısına kadar indirim yapılacağı öngörülmüştür.

Genç hanımla cezaevinde görüştüğümüz zamanlarda, çalışma aralarında elimden geldiğince bu tür suçların hapis cezalarının ötesinde yüz kızartıcı suçlar olduğunu, hayat boyu insanın yaşamını ve çocukların geleceğini etkileyebildiğini, bu yüzden ailelerin dağılabildiğini, her insanın hata yapabileceğini, hatalardan ders alınması gerektiğini, bazı hataların bedelinin ise çok ağır olabildiğini anlatarak bir yandan da suçu işlemişse eğer bundan sonraki yaşamı için kendisine mesaj vermeye çalışıyordum.

Sonuçta, bu hanımın tutukluluğu bir ay sonra mahkemece kaldırıldı. Yargıç tarafından kendisine verilen hapis cezası ise ertelendi. Yıllar sonra eşiyle karşılaştığımızda o hanımın bir fabrikada iş bulduğunu ve uzun zamandır da aynı yerde çalışmakta olduğunu, çocuklarının büyüdüğünü, okula gittiklerini, aile bütünlüğünün korunduğunu öğrenince sevindim.

Ceza hukukunda ceza kanununun amacı toplum barışını korumak ve suç işlenmesini önlemek olarak tanımlanır. Bu amacın gerçekleşmesi için ise öncelikle insan özgürlüğünün kısıtlandığı hapis cezası vermek yerine, insanları topluma kazandıracak başka metotlar da düşünülmeli ve değerlendirilmelidir. Bahsettiğim insanın hayatı hakkında karar veren elbette ben değildim. Hapis cezası uygulansaydı kendisinin ve ailesinin yaşamı ne yönde değişirdi bilemiyorum ama hapis cezası uygulanmadığı halde topluma ve ailesine kazandırıldığını düşünmüşümdür her zaman.

2560 yaşında olduğu söylenen ve Şubat ayında tüm dünyada yaş günü kutlanan ünlü Çin filozofu Konfüçyus’un bu konuyla ilgili gördüğüm bir sözü bugün için de anlam ifade ediyor...

"Kitleler cezalarla düzene sokulursa yozlaşmış olur, karizma ve nezaketle yönetilirse bilinçli ve dürüst olur."


Av. Nilay Sermi KÖKKILINÇ

20.02.2012


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.