Yoksulluk; açlýk sýnýrý ve halýnýn altý

26 Mayýs 2013 01:18 / 1937 kez okundu!

 


Ýzmir, insan hareketlerinin yoðun olduðu, özellikle son yirmi yýlda çok fazla göç alan bir kent. Marmara depreminden sonra Ýstanbul’dan da çok göç aldý, bunlar çoðunlukla zengindi ve Ýzmir’deki köylerde bahçeli villalarda yaþýyorlar.

Ülkemizde yaþanan savaþ dolayýsýyla o bölgelerden kaçan, köyleri boþaltýlan insanlarýn yorganýný sýrtlayýp bir umutla yaþam savaþý vermek için geldikleri de bir kent Ýzmir. Yýllardýr köylülüðü bitirme politikalarý nedeniyle geçim derdine düþen yurdumuzun her bölgesinden göçenlerde var. Ayný zamanda, emekli askerler çoðunlukta olmak üzere, yoðun bir emekli kesimin yerleþtiði bir kent. Yani genelde yoksul ve açlýk sýnýrýnda yaþam savaþý verenlerin yaþadýðý bir þehir; iþ olanaklarýnýn çok olmamasýna raðmen, göçlerle çok hýzlý büyüyen bir büyük merkez. Türlü iþler deneyerek geçim derdine düþenlerin, iþ bulamayanlarýn olaðanüstü çabalarla yaþadýðý bir yer. Bu çabalar öyle yoðun ki, kadýnlar tencere kaynatmak için tutumluluk filozofu oldular.

Çok kimlikli, çok kültürlü olmasýna raðmen yakýn tarihe baktýðýmýzda büyük çatýþmalarýn hiç olmadýðý, göçenlerin birazda huzurlu bulduklarý için gelip yerleþtikleri bir kent Ýzmir. Her ne kadar, þehir içinde doða savaþý kaybetmiþ, yeþil ve aðaç fukarasý, beton yýðýný bir kent olsa da, yine de huzur veren bir cennet Ýzmir.

Ama bu ortam birilerini rahatsýz ediyor, bir çatýþma, kaos ortamý yaratýlmaya çalýþýlýyor. Bu kentteki insanlar üzerinde oyunlar oynanýyor. Sevgisizlik, hoþgörüsüzlük yeþertiliyor, týpký tohum yeþertir gibi. Toplum rahat býrakýlmýyor. Örneðin insanlarýn empati kurma ve birbirini sevme yetileri köreltilmeye çalýþýlýyor. Ýnsanlarýn birbirine önyargýlý davranmalarý sürekli pompalanýyor. Her insanýn elbette farklý düþüneceði, bunun insan olmanýn doðal koþulu olduðu unutturulmaya çalýþýlýyor. Yani insan; gerçek insanlýktan uzaklaþtýrýlýyor. Ýyi, güzel ve mutluluk yok ediliyor. Baský altýnda yay gibi gerilmiþ bir toplum yaratýlýyor adeta. Toplum öyle bir yola sürükleniyor ki; akýl ve mantýða yer yok kesinlikle.

Elbette tüm bunlar bilinçli ve programlý oynanan oyunlar. Birilerinin çýkarlarý ve hýrslarý için bilindik ama görülmeyen, fark edilmeyen; yakýn tarihe dönüp baktýðýmýzda sýklýkla hatýrlayacaðýmýz oyunlar. Sonuçlarý Kahramanmaraþ katliamýna ve Sivas vahþetine kadar dayanan çok feci tezgâhlar.

Konak’tan metroyla Bornova’ya giderken saðda gecekondu daðlarýný görmek mümkün. Ýzmir’i zaten gecekondu ya da çarpýk kentleþme daðlarý kuþatmýþ durumda. Uçakla alçalýrken ya da yüksek bir bölgeden kenti kuþ bakýþý gözlerken yoksulluðu, açlýk sýnýrýnda yaþayan büyük bir kesim olduðunu görmek mümkün. Bu kadar çok yoksulun yaþadýðý bir kentin mutlu olmasý mümkün deðil. Bunu sokakta ya da toplu taþým araçlarýnda sudan bahanelerle çýkarýlan tartýþma ve kavgalarla gözlemekte mümkün. Yani, insanlarýn mutsuzluklarýný yüzlerinden okumak hiç zor deðil.

’Komþum açken ben tok uyuyamam,’ sözünün modasý çoktan geçmiþ; þimdilerde çok uluslu dev ahtapot canavarlarýn maðaza zincirlerinde çýlgýnca alýþveriþler yapýyor ve bunlarla huzur bularak huþu içinde mýþýl mýþýl uyuyor yoksul ve aç olmayan komþular. Birçok yoksulda fark etmeden kendini aþýrý tüketim rüzgârýna kaptýrýyor, kredi kartý borç bataðýnda iyice yoksullaþarak debelenip duruyor. Ve bu durum ailelerde çatýþmalara, psikolojik ve sosyolojik sorunlara neden oluyor doðal olarak. Ama bunun pek farkýna varýlmýyor, çünkü diziler, fallar, astroloji gibi sözde bilimle uyanýkken uyuyor toplum.

Maðaza zincirleri çoðalýyor; yoksulluk artýyor. Üçkuyular’dan Güzelbahçe’ye kadar olan bölgede çoðunluk emekli kesim yaþýyor. Yine ayný güzergâh AVM cenneti. Yakýnda birbirine iyice yapýþacak kadar çoðalacak çok uluslu maðazalarýn bulunduðu AVM’ler.

Paralar sürekli þirketlere akýyor. Akýl almaz pazarlama taktikleriyle tüketim çýlgýnlýðý körükleniyor. Örneðin, hafta sonlarý eþyalar maðaza önüne çýkarýlýp baðýra çaðýra pazar havasý verilerek satýþ yapýlýyor. Öyle ya, yoksullar pazarlarý sever, emekliler de. Sosyologlarýn þirketlere önerdiði bir pazarlama taktiði olsa gerek bu pazar havalarý. Tüm dünyada olduðu gibi Ýzmir’de vahþi kapitalizmin kýskacýnda inim inim inleyen yoksul ve açlýk sýnýrýnda yaþayan insanlarýn sessiz çýðlýklarý büyüdükçe büyüyor. Kent, artýk göçleri taþýyamýyor. Sorunlar kartopu gibi yuvarlandýkça büyüyor, büyüyor.

Ýþte bu noktada insanlarý sevgisizliðe itmek; ötekileþtirmek, önyargýlý, hoþgörüsüz patlamaya hazýr bomba haline getirmek kolaylaþýyor. Çünkü baþkalarýna karþý zafer kazanma içgüdüsü onlarý mutlu ediyor, asýl sorunlarýndan uzaklaþtýrýyor, oyunlar baþarýya ulaþýyor.

Baþka bir yaþam mümkün mü? Evet, mümkün olabilir elbette. Neden olmasýn!

Narlýdere Emekli Astsubaylar Derneði Kadýn Kollarý çay partisi düzenlemiþ. Askerlerin yaptýrdýðý bir sitede yaþýyoruz. Eþim emekli astsubay. Üst komþum çaya davet etti. Eþim çalýþýrken zorunlu olarak bu tür çaylara çok giderdim. Emekli olduktan sonra pek gitmiyorum. Fakat bu kez gitmek istedim.

Çay partisi Narlýdere pazarýnýn olduðu bir Çarþamba günüydü. Pazarlar vazgeçemediðim bir alýþveriþ ortamlarýdýr. Sebze ve meyveleri ucuza alýrým, pazarcýlarla, özellikle, üretici kadýnlarla sohbet ederim. Bu beni mutlu eder. Artýk öyle alýþtým ki, dost olduk pazarcýlarla, güzel paylaþýmlar oluyor aramýzda. Birçok insanýn benim gibi diyaloglar içinde olduðunu gözlüyorum pazarlarda. Buralarda insanlar sosyalleþiyor; pazarlarýn çok önemli bir iþlevi var bu anlamda. Acele pazar alýþveriþini yaptým ve çaya gittim. Pazarcý dostlarla sohbet edemedim o Çarþamba.

Çay partisi büyük bir düðün salonunda yapýlýyordu. Ýçeri girdim, her taraf týklým týklým. Zar zor bir sandalye bulup oturdum. Çay biletleri beþ lira... Yol parasý falan derken yine de hesaplar yapýlmýþtýr sanýrým. Genelde elli yaþ üzeri kadýnlar birbirleriyle gülümseyerek konuþuyorlar. Epeydir bir yerlere gidip eðlenmedikleri belli oluyor hallerinden. Bir an önce oyun havalarýnýn baþlamasýný bekliyorlar. Eþlerinin yoksulluk sýnýrýnýn altýnda aldýklarý emekli maaþlarýyla cambazlýk yaparak tencere kaynatmaya çalýþýrken eðlenmek sadece bir rüya onlar için. Eþleri çalýþýrken gazinolarda yapýlan çaylarla ilgili anýlarýný konuþuyor bazýlarý. Yaklaþýk üç yüz kadýnýn doldurduðu salon arý kovaný gibi; sohbetlerle uðulduyor. Müzik baþlýyor ve sohbete ara veriliyor. Piste fýrlayýp oynamaya baþlýyorlar, kimisi masadan kalkýp orada oynuyor piste gitmeden. Oturanlar elleriyle tempo tutuyor saða sola sallanarak. Nasýlda mutlular. Epeydir eðlenmedikleri belli. Bazýlarý yetmiþli yaþlarda, hafif hareketlerle oynuyorlar. Eðlenmenin insani bir ihtiyaç olduðunu gösteriyor bu durum, hüzünleniyorum; hiç eðlenemeyen kadýnlar geliyor aklýma. Üç kuruþa beþ kuruþluk eðlenmeye çalýþýyorlar. Zaten hep üç kuruþla beþ kuruþluk yaþatmaya çalýþmadýlar mý ailelerini. Bu yaþam tarzlarý olmuþ; baþka þanslarý yok.

Sýra halaylara geldi, bende fýrladým piste. Halay çekmeyi yirmi yaþýnda öðrenmiþtim. Rahmetli amcamýn oðlu Kahramanmaraþ katliamý sýrasýnda öðretmen okulunda okuyordu. Amcam, oðlunun kurtulmasý için dualar ediyordu o cehennemden. Elbistan da öylece dövünerek bekliyordu. Kahramanmaraþ’a gidemiyordu. Çýldýracak gibiydi. Annesi, daha iki yaþýndayken öldüðü için zor bir yaþam sürmüþtü analýk elinde amcamýn oðlu. Kurtulursa her istediðini yapacaðýna söz vermiþti amcam. Ýþte nasýl olduysa, o cehennemden kurtulmuþ, amcamda istediði kýzla evlenmesine razý olmuþtu oðlunun. Köyde üç gün üç gece düðün yapmýþlar, bende o zaman hep halaylar çekildiði için bu güzel oyunlarý öðrenmiþtim. O zamandan beri severek halay çekerim. Bir de halaylarý kadýn ve erkeklerin birlikte el ele oynadýklarýný ve hayatý paylaþtýklarýný gördüðüm için severim. Çünkü köylerde kadýnlar, erkeklerle pek ayný sofraya oturmazlar; genelde erkeklerden sonra yemeklerini yerler. Ama birlikte halay çekerler; bu güzel bir paylaþýmdýr. Bu durum beni her zaman çok etkilemiþtir. O yüzden halaylar bana danstan çok paylaþýmý çaðrýþtýrýr hep. El ele, kol kola sevgi ve dostluk çemberi olarak algýlarým halaylarý.

Üç türküyle halay çektik. Bir Mardin türküsü, damat halayý ve meþhur canne türküsü. Ben çok yoruldum, masaya döndüm. Sýra Ankara havalarýna geldi. Eþim Ankara Nallýhan’dan. Çok güzel oynarlar Sobran köyünde bu havalarý. Oyunlar için caminin birçok tahta kaþýðý vardýr. Kimin düðünü varsa tahta kaþýklarý camiden ödünç alýr o. Erkekler karþýlýklý dizilirler, kaþýklarla çok güzel oynarlar. Rahmetli annem de çok severdi, Sobran’lý erkeklerin bu oyunlarýný. Tabii ki, halay baþýnýn elinde de mutlaka uzun bir sopaya takýlý Türk bayraðý olur.

Ben biraz hüzünlendim, anýlarým canlandý belleðimde. Daldým gittim, Ankara havalarý çalarken sevgili kayýnvalidemi hatýrladým. Beni ne çok severdi. Daha ilk tanýþmamýzda sevmiþti. Bütün köye anlatmýþ. Köylü kadýnlar, izne gittiðimiz zaman hoþ geldin için eve gelirler, merakla bulaþýk yýkamamý, yemek yapmamý seyrederlerdi.

Hani þehirden gelen memur kadýndým ya ben. Aþaðýdan su taþýyýp bulaþýk, çamaþýr yýkamam ilgilerini çekiyordu. Sobran’lý kadýnlarla sohbet etmeye bayýlýrdým. Hele kayýnvalidem arkadaþým gibiydi. Masal gibi anýlarýný anlatýrdý. Ýki kadýn gülüþerek mutlu mesut yemekler hazýrlar, sofralar kurardýk. Çok güzel anýlarým vardýr sevgili kayýnvalidemle. Þimdilerde anýlarla yetiniyorum. Onu kaybedeli çok oldu. Bir tek kötü aným yok onunla. Bir gün bile bana sormadý neden oruç tutmadýðýmý, namaz kýlmadýðýmý. Alevi ve Kürt olmamý hiç yadýrganmadý köyde. Köylülerle, eþimin ailesiyle, eþimle bu konuda hiçbir sorun yaþamadým. Bir gün bile rahatsýz olmadým.

Eþimin annesi ve babasý ramazanlarda bize gelir, aylarca kalýrlardý. Ben onlarýn sahurunu hazýrlar, tekrar yatardým. Hiç oruç tutmadým hayatýmda. Hiç sorun olmazdý bu durum. Bir kez köye izine gittiðimizde benim annem babamda geldi. Bir hafta çok güzel tatil yaptýk hep beraber. Birbirimizi hiç kýrmadýk, incitmedik. Sadece sevdik ve saygý duyduk birbirimize. Örneðin annem babam onlarýn yanýnda hiç Kürtçe konuþmadý. Çünkü onlarýn anlamadýðý bir dilde konuþmayý hoþ görmediler sanýrým. Ýnsani þeyleri paylaþtýk sadece her zaman. Köyün o muhteþem çam ormanlarýyla kucak kucaða, dostluk içinde yaþamasý nedeniyle doða, insanlara sevgiyi ve insanlýðý öðretmiþ olmalý.

Yolunuz düþerse gidin, görün. Çalýþma hayatýmda binlerce kez köylere gitmiþimdir; böyle köy görmedim, çok yaþlý ormanlarla çevrili bir köy. Köylüler aðaca saygý duyuyorlar, katletmiyorlar. Sadece ihtiyaçlarý için kuru, gereksiz kýsýmlarýný alýyorlar. Orman hiçbir zaman yok edilmemiþ, daðlar çýrýlçýplak, giysisiz kalarak aðlamamýþ. Doða çok mutlu o köyde. Çünkü kimse doðayla savaþmýyor. Doðayla barýþýk hayatý paylaþýyor. Aðacý seven insaný da seviyor. Aðaca kýymayan insana da kýymýyor. Ýþte bu yüzden, bu köy beni olduðum gibi alýp baðrýna bastý. Kimse önyargýlý davranmadý bana.

Aslýnda geçmiþ tarihe baktýðýmýzda toplumlar kendi haline býrakýldýðýnda zaten hiç sorun yaþamamýþlar. Ýki çocuðum var. Bizde eþimle çoðu ailede olan tartýþmalarý yaþadýk. Ama etnik kimliðimiz ve dilimizle ilgili hiç tartýþmadýk. Biz zaten bunlarý hiç hatýrlamýyorduk bile.

Çocuk deyince oðlumun zor doðumu ve Þýrnak anýlarýmý hatýrladým.

Kürt sorunuyla ilkokula baþladýðým yýl tanýþmýþtým. Elbistan’da o zamanlar ayrýmcýlýk ve ötekileþtirmeyi çok hissediyorduk. Örneðin, okulda arkadaþlarýmýn beni iþaret edip Kürtler falan diye konuþmalarýný anlam veremediðim bir gariplik olarak algýladýðýmý anýmsýyorum. Öyle etkilenmiþtim ki, sonraki yýllarda bu soruna kafa yormaya baþladým daha çocukken. Türk ve Sünni biriyle evlenebileceðimi bile düþünmüþtüm biraz daha büyüdüðümde. Çünkü bu sorun canýmý yakýyordu, belki böyle kendime göre sorunu çözeceðimi sanýyordum çocuk aklýmla. Eþimle Gaziantep’te 1985 yýlýnda arkadaþlarým tanýþtýrdý, evlendim, Þýrnak’a gelin gittim.

Þýrnak ilçe Ziraat Teknikerliðinde iki yýl görev yaptým. Orada iki olay beni çok etkiledi. Yýllar geçti ama hala dün gibi belleðimde asýlý duran iki fotoðraf karesi onlar.

Birincisi, hükümet konaðýnýn önündeki meydanda çatýþmalarda ölen bölge insanlarýnýn bir kamyonetin içindeki sandalyeye oturtularak akþama kadar teþhir edilmesi, sonra iþ makineleriyle götürülerek açýlan çukurlara hastalýklý bir hayvan gömer gibi gömülmesiydi. Odam hükümet konaðýndaydý, tek penceresi vardý. Ben oðluma hamileyim ve gelecek için umut vadeden bir bebek beklerken akþama kadar dehþet içinde ölü seyrediyorum. Herkes ölü seyrediyor. Belki de ölüm, korkunç olmaktan çýkýp sýradanlaþýyor, bunu yaþamak lazým. Anlatmakta zorlanýyorum.

Ýkincisi, oðluma sekiz aylýk hamileyken bizim alaydan taburlarýna dönen birliðe kurulan pusu sonucu ölen on iki asker. Onlar için sabaha kadar yapýlan tabutlarýn sesleri. Ben o gün neden bu çocuðu doðurduðumu sorgulamýþ, piþmanlýk duymuþtum. Daha o zamandan korku yerleþiyor yüreðime. Henüz anne olmadým ama yüreklerine ateþ düþen anneleri çok iyi anlýyorum o tabutlarýn yapýldýðý gün. Sabaha kadar kâbuslar içinde mücadele ettim. O günü ve bu korkunç savaþý lanetledim o gece.

Prefabrik lojmanda hiç güvenli olmayan bir ortamda iki yýl yaþadým. Yedi aylýk hamileyken gece silah seslerinin hiç eksik olmadýðý o günlerde lojmanda tek baþýma yirmi gün kaldým. Eþim santral kurmak için alaya baðlý karakollara gitmiþti o savaþ koþullarýnda. Hamile ve eþi tehlikede olan bir kadýn olarak benim neler yaþadýðýmý tahmin etmek zor olmasa gerek.

Oðluma Diyarbakýr’da çok zor bir doðumla merhaba dedim. Henüz çok bitkin bir halde üç günlük lohusayken Þýrnak’a dönmek zorunda kaldým. Þýrnak’tan izine ya da doktora gidip gelirken yollarda her an öldürülme korkusuyla çok tedirgin yolculuk yaptýk iki yýl boyunca.

Þu koca salonu dolduran kadýnlarýn kim bilir, daha yakýcý ne anýlarý vardýr eþleri askerlik mesleðini yaparken. Onlar kocalarý ve çocuklarýyla savaþ koþullarýnda neler yaþadýlar, kim bilir? Zaten bilindiði üzere çok zor katlanýlan mesleklerdendir askerlik. Sanýrým bu yüzden zorunlu hizmet süresinin on beþ yýl olmasý. Þimdi on yýla indimi bilmiyorum. Böyle bir çalýþma vardý sanýrým. Yani sevseniz de, sevmeseniz de mecburen bu kadar süre çalýþmak zorundasýnýz. Ülkemizde böyle koþullarý olan baþka bir meslek yok.

Onca yýl çok zor koþullarda ölüm korkusu yaþayarak çalýþmanýn bedeli emeklilikte açlýk maaþýyla yaþamak. Dört kiþilik bir ailenin yoksulluk sýnýrý 2000 TL. Emekli astsubaylar 1200 TL maaþ alýyor, yani açlýk maaþý. Kiralar 600-700 liradan baþlýyor, çoðu astsubay eþi ev hanýmý. Bu maaþla Ýzmir’de ya da baþka bir þehirde nasýl yaþanýr, nasýl çocuk okutulur, bunun da kursunun açýlmasý lazým. Birçok kurs yeri açýlýyor nasýl olsa ha bire! Ýçinden çýkýlacak gibi deðil, akýl mantýk almýyor çünkü.

Subaylarda durum farklý... Ýþte bu yüzden kimse astsubay emeklilerinin açlýk maaþý aldýðýný bilmiyor; duyanlarda inanmýyor. Oysa subaylarla ayný koþullarda belki de daha fazla çalýþýyorlar bile. Ama emeklilikte yok sayýlýyorlar adeta. Maaþlarýndan çok fazla kesinti yapýlýyor emekli olduklarýnda. Çünkü yönetim kadrolarýnda hiç astsubay yok. Üst düzey asker olamýyorlar doðal olarak. Bunun da etkisi var sanýrým. Astsubaylar baþka birçok olumsuzlukta yaþýyorlar. Örneðin Ankara astsubay orduevinde hiç kalamadýk biz. Ama subay çocuklarýnýn pansiyon olarak kullandýklarýný çok duyduk. Bizler subay orduevlerine asla giremeyiz ama subaylar bizim orduevlerine çok rahat girerler. Bunca yýl zor koþullarda çalýþtýktan sonra emeklilikte büyük bir hayal kýrýklýðý yaþýyor astsubaylar. Çünkü açlýk maaþýyla yaþam savaþý vermek hiç kolay deðil. Yani emeklilikte savaþ bitmiyor, baþka savaþlar devam ediyor ne yazýk ki. Ama bunlarý pek fark edemiyoruz. Algýlarýmýz ve düþünme yetilerimiz köreldi.

Bu arada oyun havalarý bitti. Çayýn sonuna geldik. Kadýnlar evlerine asli görevlerine dönmek için yola koyuldular. Sýradanlaþan, hiç görünmeyen sorumluluklarýndan, iþlerinden kaçamak yaptýklarý iki üç saat sona erdi. Kimilerinin neþesi az da olsa devam ediyor, bu tebessümlerinden belli oluyor. Kimileri rüyadan uyanmýþ gibi hafif gergin. Ama hepsinin yüzünde yýllarca çok zor koþullarda yaþamanýn býraktýðý yorgunluðu, sonunda layýk görülen yoksulluðu görmek mümkün. Elbette bazýlarý miras falan gibi katkýlarla belki biraz daha rahat yaþýyorlardýr. Fakat bu çok az bir azýnlýk olsa gerek.

Daha vahim durumda olan emekliler de var elbette. Asgari ücret alanlar… 500- 600 TL emekli maaþý alanlar… Türlü türlü yoksullar, açlýk sýnýrýnda yaþayan yüzbinlerce insan var Ýzmir’de. Ýþsizler ordusu örneðin. Okulunu bitirip iþ bulamadýðý için hayal kýrýklýðýyla boðuþan binlerce genç var. Yani halýnýn altý týka basa dolu. Bunlarý görmüyoruz, çünkü birbirimize karþý, önyargýlý bakýþlarla meþgulüz. Oturup konuþamýyoruz; hiç bir þeyi tartýþamýyoruz. Her geçen gün kutuplaþmalar artýyor. Gerçekleri asla göremiyoruz. Oysa hepimiz açýz, yoksuluz, maðduruz bir þekilde. Yok, birbirimizden farkýmýz. Ama ýsrarla sizin renkleriniz farklý diyorlar.

Toplum olarak birde ne yazýk ki, her türlü kimyasal atýklara çok maruz kalýyoruz. Tarýmsal ilaç kalýntýsý olan besinlerle besleniyoruz hiç fark etmeden. Ondan mýdýr nedir, kafayý yedik sanki topluca; kör, saðýr olduk hiçbir þeyin farkýnda deðiliz. Bu ilaçlar mý kafa yapýyor, nedir çözemedik bu düðümü? Çareyi yýldýz ve kahve fallarýnda arayýp duruyoruz. Çoðumuz halimize þükrediyoruz.

Dünyayý kuþatan dev þirketler buna da þükür demiyorlar ama hiç; hep daha fazlasýný, daha fazlasýný istiyorlar. Hiç doymuyorlar. Çok uluslu dev þirketlerin kýskacýnda inim inim inleyerek açlýk ve sefalet içinde yaþayanlar sadece bizim ülkemizde deðil elbette. Küreselleþen dünyada tüm ülkelerdeki insanlar birbirinin ayný yaþamlara maruz kalýyorlar. Toplumlar; güçlülerin dayattýðý yaþamlara mahkûm ediliyor. Ekonomik ve sosyal yaþam koþullarýmýzý belirleme þansýmýz yok. Bu devler bizim gibi hiç ayrýmcýlýk yapmýyor. Bütün ülkeler ve topluluklar birbirinin ayný; dayatýlan koþullarda yaþamaya mahkûm ediliyor. Sistem ve uygulanan politikalar tek tip.

Baþka bir yaþam mümkün mü? Mümkün olabilir elbette. Olmalý! Nasýl mý? Katýlýmcý grup çalýþmalarý yaparak birlikte çözümler üretiliyor tüm dünyada. Agro ekolojik yöntemlerle tarýmsal üretim yapýlýyor açlýða çare bulmak için. Ýnsanlarýn kendi yaþamsal gýdalarýný doðaya zarar vermeden tüketiciye kadar ekolojik döngü içerisinde üretmeleri saðlanýyor. Dört bin yýl öncesinde yapýlan bir tarým sistemi bu zaten. Böylece çok uluslu devlere karþý duruþ yaygýnlaþýyor. Açlýk ve yoksullukla savaþmak için tek yol bu. Topluluklar yaþamak için kendi besinlerini üretiyorlar, hem de organik olarak. Topluluk destekli tarým çalýþmalarýyla aracýlar ve þirketler devre dýþýnda kalýyor. Üreticiler para kazanýyor; çiftçiler intihar etmiyor, Hindistan da ki gibi. Yoksulluk ve çaresizlikten 200 bin çiftçi intihar etmiþti geçmiþ yýllarda Hindistan’da.

Agro ekolojik yöntemlerle yapýlan üretimler sonucunda tüketiciler saðlýklý organik yiyeceklerle besleniyorlar. Bu hiç zor deðil. Çünkü doða her koþulda çok cömert. Bu çalýþmalar küçük ölçekli olduðu için kimilerine ütopik gelebilir, ama unutmamak gerekir. Bu ahtapot devler hep bu küçük þeyleri yuvarlaya yuvarlaya devleþtiler. Milyonlarca nokta bir araya geldiðinde kocaman bir fotoðraf çýkar ortaya.

Barýþýn konuþulmaya baþlandýðý bu günlerde yakýlan, boþaltýlan ya da köylülüðü bitirme politikalarýyla boþ kalan köylerin durumu gündeme gelmeli. Bu güzelim verimli topraklar bomboþ kaderine terk edilmemeli.

15 Nisanda Tarým Ekonomisi Derneði ve Ziraat mühendisleri ortak olarak ‘Baþka bir Köylülük Mümkün mü?’ konulu bir çalýþtay düzenledi. Ýtalya’dan gelen konuk akademisyenler ‘Agro Ekolojik’ tarýmsal üretim yöntemiyle ilgili tüm dünyadan ve ülkelerinden örnekler verdiler. Bu konunun yaygýnlaþtýðýný vurguladýlar. Bu üretim yöntemlerinin önemini ayrýntýlarýyla açýkladýlar. Doðaya ve insana saygýlý, insanlarý mutlu eden, açlýðý önleyebilen çalýþmalar olabileceðini anlattýlar. Ýtalya’da köylere dönüþ için çalýþmalar yapýldýðýný; köylülüðü seven ve köye dönmek isteyen kentlerdeki emekliler üzerinde yoðunlaþýldýðýný belirttiler.

Köylere dönüþle ilgili ülkemizde de çalýþmalar yapýlabilir. Büyük þehirlerde yoksul ve açlýk sýnýrýnda yaþam mücadelesi verenlerle ‘Katýlýmcý Grup Çalýþmasý’ yapýlarak, dönmek isteyenlerle köylere dönüþ koþullarý tartýþýlabilir; birlikte projeler oluþturulabilir. Onlara uygulanabilecek olanaklar saðlanabilir. Böylece kentlerin yükü de biraz azalýr. Gelecekte daha yoðun yaþanabilecek sosyal sorunlar önlenebilir. Yoksullarýn yaþamý da biraz daha iyileþebilir. Kendi yiyeceklerini üretirler; daha mutlu yaþayabilirler. Ürettikleri fazla ürünlerle þehirlerdekiler saðlýklý gýdalara ulaþabilirler.

Tüm dünyada bu tür çalýþmalar yapýlýyor ve baþka bir yaþam oluþturuluyor. Biz ülkemizde neden uygulamayalým? Üstelik bizim ülkemizde dört mevsim yaþanýyor. Birçok bölgemiz ekolojik tarýma uygun ve oldukça bereketli.

Doða ve insanla barýþýk; savaþmadan, dolayýsýyla mutlu yaþayabilmek mümkün. Ama önce bir kýr çiçeðini severek, ona bir canlý olduðu için saygý duyarak iþe baþlayabiliriz. Ve gördüðümüz ilk insaný sadece insan olduðu için sevmeye çalýþabiliriz pekâlâ. Bu hiç zor deðil. Biz insanlar zaten doðayý ve birbirimizi çok seviyoruz. Sadece bunu bazen unutturuyorlar bize, hepsi bu. Hatýrlayanlarýn çoðalmasý dileðiyle…


Göknur YAZICI

26.05.2013


 

Bu yazýyý Facebook'ta paylaþabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaþ
0
Yorumlar
Uyarý

Yorum yazabilmek için üye olmalý ve oturum açmalýsýnýz.

Eðer sitemize üye deðilseniz buraya týklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eðer üye iseniz oturum açmak için buraya týklayýn.