1 Mayıs'77 üzerine üretilen uyduruk iddialar iflas ederken...

06 Mayıs 2012 18:21 / 1383 kez okundu!

 


Mayıs 1977 katliamı üzerine yapılan tartışmanın somut olgularla ilgili kısmı aslında tamamlandı. Halil Berktay’ın “Sol kendi rezilliğinden bir mağduriyet efsanesi yaratmıştır” iddiası tamamen çürüdü. Ona yardım etmek isteyen, onu savunan iki Taraf yazarı Yıldıray Oğur ve Melih Altınok da kendilerini zor duruma soktular, kanıtsız iddiaları güçlendireceğiz derken son derece uyduruk, gerçekle alakası olmayan iddiaları öne sürerek Berktay’ı ve kendilerini daha da zor duruma soktular.

ÖNCE OLGULARA BAKALIM

Halil Berktay, Yıldıray Oğur ve şimdi onlara Melih Altınok da katıldı, 2-3 kişinin gözlemelerine dayanarak gerçek olgulara bakmadan bir tartışma yürütüyorlar. Oğur ve Altınok bunu yapabilir. Onlar köşe yazarı ve kendi objektif ya da sübjektif görüşlerini anlatabilirler.

Halil Berktay da bir köşe yazarı olarak bunu yapabilir ama bir tarihçi olarak farklı davranmak zorunda. Maddi olguların hepsini göz önüne almalıdır.

Örneğin o yıllarda açılan bir dava var. Oradaki iddialara, savcının iddianamesine bakmalıdır, günümüzde şimdilik Evren ve Şahinkaya'nın yargılandığı 12 Eylül darbesi davası var, onun iddianamesine bakmalıdır, o günlerde çıkan sol dergilere, gazetelere bakmalıdır. Kim ne demiş, kim sorunu nasıl ele almış? Ayrıca Berktay, Oğur ve Altınok’un dayandığı 3-4 gözlemin dışında yüzlerce, binlerce başkasının gözlemleri ve anlattıkları var.

Birkaç noktayı temizleyerek devam etmek gerekir.

1. Bazı deliler dışında kimse Sular İdaresinden ve Intercontinental otelinden “keskin nişancılar ateş etti demiyor. Sadece ateş edildi deniyor. Yarım milyon insanın üzerinden havaya ateş etseniz, muazzam bir paniğe, kaosa neden olursunuz. Amaç da buydu zaten.

2. 'Sular İdaresi DİSK’lilerin kontrolündeydi, dolayısıyla onun üzerine olay başlamadan önce polis çıkmış olamaz' iddiası. Bu doğru değil. Sular idaresinin hemen yanında o zamanın çevik kuvveti olan toplum polisi arabaları duruyordu, arka tarafı ise polislerle doluydu. Resmi polislerin yanı sıra herhalde sivil polisler de vardı.

3. En saçma, hatta komik olan iddia ise İshak Işıtan adlı bir kişiden aktarılarak söylenen '20 bin silahlı İGD’li' iddiası. O kadar saçma ve o kadar komik ki, insan ne diyeceğini bilemiyor ve bir tarihçi, 2 köşe yazarının bu saçmalığı nasıl ileri sürdüğünü anlamakta zorluk çekiyor.

20 bin silahlı insan neredeyse bugünün İstanbul polisine eşit bir güçtür. 20 bin silahlı insan İstanbul’da yönetimi ele geçirebilir. 20 bin silahı almak için milyonlarca lira para gereklidir. 20 bin kişiye verilecek silahları temin etmek mümkün değildir. Karaborsadaki tüm silahları alsanız 20 bin silah bulamazsınız. Silahı az çok kullanabilecek 20 bin kişi bulmak oldukça zordur. Ve herhalde İGD’nin üye sayısı o günlerde bu sayının çok daha altındaydı.

20 bin silahlı insan bugünkü PKK’nin 4-5 katı bir silahlı güçtür. Yani ortada İstanbul polis gücüne neredeyse eşit, bugünkü PKK’nin 4-5 katı büyüklükte dev bir silahlı güç var! Bütün bunlara insan nasıl inanır, nasıl kanıt olarak anlatır, bu bilgiye dayanarak nasıl tartışır anlamak mümkün değil.

Bir de İGD’lilerin “ya sustururuz ya kan kustururuz” dedikleri iddiası var. Bunu da filimci İshak Işıtan söylemiş. Ülkücü faşistlerin sloganının İGD’liler tarafından kullanıldığı iddiası olsa olsa İGD’ye karşı olağanüstü bir kin ve nefret duyan birilerinin attığı çirkin bir çamurdur.

BİR BAŞKA KANIT: EZİLEREK DEĞİL, KURŞUNLANARAK ÖLMÜŞLER

Yukarıda o vakitler benim de üyesi olduğum Kurtuluş grubunun 1 Mayıs'77'den 1-2 gün sonra çıkardığı özel sayıda yayınlanan 4 harita var. 1 numaralı harita meydanda grupların olduğu yerleri gösteriyor, 2 numaralı harita nerelerden nerelere ateş edildiğini gösteriyor, 3 numaralı harita insanların nasıl ve nerelere kaçtığını gösteriyor, 4 numaralı harita ise ölenlerin nerelerde ve ne kadar olduğunu gösteriyor.

Doğrusu benim hafızam da yanılmış, ben ölenlerin çoğunun meydanda değil, ezilerek Kazancı yokuşunda olduğunu söylüyordum. Oysa ölenlerin çoğu meydanda ve ezilerek değil, kurşunlanarak ölmüş. Ayrıca bu iddia o zaman açılan davanın savcısı tarafından da dile getirilmiş.

Zaten ölenlerin nerelerde olduğuna haritada baktığınızda net bir fikre sahip olabilirsiniz. Ölenlerin çoğu Kurtuluş ve Dev Yol gruplarındandır.

O dönemde bu katliam için açılan davada savcı "Bu büyük ve kanlı facianın tertipçisi, uygulayıcısı yurt ve insanlık düşmanı olan bu asli failler er geç tespit edilecek, tarihin ve şaşmaz adaletin önüne çıkarılıp hüküm giyeceklerdir…” diyordu.

Bu iddianameyi hazırlayanlardan dönemin İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin savcısı, Milliyet gazetesine yaptığı açıklamada; "katliamı sol grupların yapmadığına ilişkin yüzlerce kanıt olduğuna" dikkat çekiyor ve “1 Mayıs 1977, 12 Eylül’e giden sürecin ilk aşamasıydı. Olayın daha da büyük olması planlanmıştı ama mucize eseri bu düzeyde kaldı. Olayla ilgili iddianame hiçbir soruşturma yürütülmeden hazırlandı. Asıl failler Allah’a havale edilmiştir” diyor.

12 EYLÜL DARBESİ DAVASININ İDDİANAMESİ

Evren ve Şahinkaya’yı yargılayan 12 Eylül darbesi davası mahkemesinin savcısının hazırladığı iddianamede de 1977 1 Mayıs katliamı dönemin savcısının iddiasına uygun olarak 12 Eylül darbesini hazırlayan nedenlerden birisi olarak gösteriliyor.

Savcılar Berktay, Oğur ve Altınok’tan daha tarafsız ve daha fazla olgulara dayanıyorlar.

Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın yargılandığı davanın iddianamesi Berktay ne derse tam tersini anlatıyor:

“1 Mayıs 1977 günü İşçi Bayramını kutlamak için çeşitli illerden İstanbul'a gelen yaklaşık 500 bin kişi DİSK (Devrimci İşçi Sendikası)'in düzenlemesi ve önderliğinde İstanbul Taksim Meydanını doldurdu. Katılan sayısının fazla olması nedeniyle grupların meydana girişleri uzun sürmüş, bu nedenle miting de uzamıştı. Saat 19:00 sıralarında dönemin DİSK Başkanı Kemal Türkler konuşmasının sonuna geldiği sırada etraftan silah sesleri duyuldu. Sular İdaresi binasının çatısından ve meydandaki otelin çeşitli katlarından açılan ateş nedeniyle toplanan insanlar panik halinde kaçmaya başlamış, kısa süre sonra İntercontinental Otelinin (bugünkü The Marmara Oteli) üst katlarından da ateş edilmeye başlandı." “...İnsanlar panik halinde kaçmaya çalışırken panzerler kalabalığın arasına doğru girmiş ve kitleleri sıkıştırarak Kazancı Yokuşu denilen tarafa gitmeye zorladı. İnsanların yöneldiği Kazancı Yokuşunun bir kamyonla tıkandığının anlaşılması üzerine aşağıya doğru kaçmaya çalışan kalabalığı korkutmak için açılan ateşle halk panzerler altında kalarak ve birbirlerini ezerek kaçmaya devam ettiler."

“Çıkan kargaşada 28 kişi ezilme ya da boğulma sebebiyle, 5 kişi vurulma nedeniyle, 1 kişi de panzer altında kalarak hayatını kaybetti. 130 kişi de yaralanmıştı. Ölenlerin büyük çoğunluğu Kazancı Yokuşunun başında parkedilmiş kamyondan dolayı sıkışarak öldüler. Olay sonrası birçok kişi gözaltına alınmasına rağmen ateşi kimin açtığı tespit edilememiş, Sular İdaresinin çatısından ve otel odalarından ateş edenler bulunamamıştır.(3, s.43) Otelin 1 Mayıs 1977 günü müşterilere kapatıldığı belirtilmiştir.”

Fazla söze gerek var mı?

Bir de Berktay ve diğerleri o dönem Dev Genç Başkanı olan Bülent Uluer’in kendileriyle paralel kanıda olduğunu sanıyorlardı. Halil Berktay Taraf’ta yayınlanan ikinci söyleşisinde “Bülent Uluer’de benim bütün anlatımımı doğruluyor” diyordu. TV’de yaptıkları tartışmada görüldü ki,Bülent bunun tam tersini söyledi. Berktay’ın bir iddiası daha kırıldı...

Bir de Rıdvan Akar’ın yanıtı var. Buraya uzun uzun aktarmayacağım. http://www.sesonline.net/php/genel_sayfa.php?KartNo=57104 İsteyen bu linkten okuyabilir.

Aydınlık’çıların neden Unkapanı istikametinden diğer Maocularla yürüyemediğini de Rıdvan Akar bize anlatıyor. Onun anlatımı Berktay’ın bazı şeylerin üstünü örttüğünü de ortaya çıkarıyor. Rıdvan Akar bana da bir şeyi hatırlattı. 1 Mayıs 1977’de henüz Maocu, Arnavutlukçu bölünmesi oluşmamıştı.

Gelelim politik tartışmaya...

Herhalde solda yer alan herkes ve her grup 1977 1 Mayısında solun durumunu biliyor ve kabul ediyordur. Solun nasıl bölünmüş olduğunu, nasıl kendi içinde çatıştığını, nasıl bu çatışmaların sonucunda birçok insanın öldüğünü biliyor ve kabul ediyordur. Yukarıda sözünü ettiğim Kurtuluş özel sayısı bunu fark etmiş. Eminim diğer yayınlar da üç aşağı beş yukarı, solun provokasyon tertipçileri açısından, 1 Mayıs katliamına kolay zemin hazırladığını kabul etmiştir.

1 Mayıs sonrasında sol içi çatışmalar artarak sürdü. Birçok sosyalist bu çatışmalarda öldü. İyi bilinen bir gerçek ki solun önemli bir kısmı bu çatışmalara karşı çıktı, çıktı ama çatışmaları durdurmak, sona erdirmek mümkün olmadı...

Bunun politik nedenleri var. Bir tarafta Ülkücü faşistlerle süren çatışmalar, ölen sayısız insan, diğer tarafta silahın yaygınlaşması (ama 20 bin silahlı İGD’li iddiası gerçekten çok komik. Bakınız: 'Silahlı İGD iddiasını akıl ve izanla bağdaştırmak mümkün değil') silah kullananların çok genç olması bu çatışma ortamını kolaylaştırdı.

Doğrusu Türkiye solu bu konuda ciddi bir hesaplaşma yapmadı. Bazı kişiler, bazı gruplar bu olumsuz geçmişle hesaplaşırken bazıları konuyu çok da ciddiye almadı. Sonuç olarak 70’li yıllarda yaşanan sol içi ilişkileri tartışmak ve sonuçlar çıkarmak önemli bir görev olarak halâ önümüzde duruyor.

Ama Berktay’ın ortaya atlayıp bu sorunu ilk fark etmiş kişi gibi dolanması, yazılar ve söyleşiler yapması anlamsız ve bilenler açısından ise gülünç. Berktay, 1 Mayıs akşamı “süper solculara”, “nasıl yaptığınızı beğendiniz mi” diye hesap sorduğunu anlatıyor. “Süper solcular” da başlarını önlerine eğip cevap verememişler. Bu doğru olamaz. Berktay 1 Mayıs sonrasında aydınlık hareketi içinde önde gelen görevlerine devam etti, Maocular -Berktay’ın deyimi ile “anti revizyonistler”- Sovyetçilerle ve diğer gruplarla çatışmaya devam ettiler.

ULUSALCI SOSYALİSTLER, BERKTAY'IN BAŞLATTIĞI TARTIŞMAYI 12 EYLÜL DAVASINI ZAYIFLATMAKTA KULLANIYOR...

Üstelik çatışan sadece Maocular ve Sovyetçiler değildi. Sol içi çatışmalara bulaşmamış grup herhalde yoktur.

Ancak Berktay ve diğerleri o dönemde de bu sorunun tartışıldığını bilmiyorlarmış gibi yapıyorlar. Bu satırların yazarı ve daha sayısız başkası hem bu şiddet olaylarının içinde yer aldılar, sorumlulukları var, hem de tartıştılar, karşı çıkmaya, önlemeye, durdurmaya çalıştılar. Yani sol içi çatışmaların tartışılması tarihçi Berktay, Taraf Yayın koordinatörü köşe yazarı Oğur ve Altınok’dan çok ama çok önce başladı, oldukça da mesafe kat etti.

Bugün ulusalcı sosyalistler Berktay’ın başlattığı tartışmayı derhal 12 Eylül generalleri aleyhine açılan davayı zayıflatmak, anlamsızlaştırmak ve küçük düşürmek için kullanmaya başladılar. Bunda başarılı olamayacaklar, Berktay da ortalığı bulandırmakta başarılı olamayacak...

Berktay, “İlk demecimde dedim ki, otelden veya Sular İdaresi’nden keskin nişancılar ateş açsalardı yüzlerce ölü, binlerce yaralı olurdu. Buna karşılık birileri (ben ve başkaları/DT’nin notu) ‘amaç hedef gözetmek değildi panik yaratmaktı' demeye başladılar. O zaman bir keskin nişancıya ne ihtiyaç var? Neden keskin nişancı olsun? Intercontinental Oteli ve Sular İdaresi’nin tepesine ne ihtiyaç var? Bunlar birbiriyle tamamen çelişen, düşünülmeden birbirlerine monte edilmiş söylemler” diyor.

Bu yazının en başında da belirttim, kimse ya da çoğunluk otelden ve Sular İdaresi’nin üstünden “keskin nişancılar ateş etti" demiyor. Ateş edildi deniyor. Keskin ya da kör nişancılar fark etmez ama ateş edildi deniyor. Ateş edilmesi, kalabalığın üzerine değil havaya bile ateş edilmesi yeterli paniği yaratabilirdi nitekim yarattı da. Mesele bundan ibaret. Ateş edenler ilk kurşunun solcular tarafından sıkılmasını beklediler, ilk kurşun kimseyi öldürmedi, ben bunun şahidiyim ama diğerleri çok insan öldürdü. Berktay’ın aradaki boşluklarda gidip geldiler dediği polis panzeri bir kadını ezerek öldürdü.

Berktay sadece birbiriyle çelişen değil tamamen uydurma, akla hayale sığmayan ölçüde uydurma iddialarla tarihçilik yapmasın. Ben tarihçi değilim, o tarihçi ama bence tutumu bir tarihçiye yakışmıyor.

Berktay ve diğerleri ilk defa kendilerinin 1 Mayıs katliamında solun rolünü tartıştıklarını iddia etmekten de vazgeçsinler. Çünkü ortada “solun kendi rezilliğinden yaratılan bir mağduriyet” durumu yok. 1 Mayıs’ta işçilerin, emekçilerin ve sosyalistlerin öldüğü efsane değil gerçek. Bence, Halil Berktay kendi yarattığı “rezillikten” çıkma cesaretini göstermeli. Berktay, Oğur ve Altınok ilk kurşunun solcular tarafından atıldığını söylüyorlar. Doğrudur. Maocular mı yoksa Rusyacılar tarafından mı atıldı, bu önemli değil. Devlet provokasyonu solun bu durumunu kullandı. Bunlar her zaman söylenen şeyler. İlk kez bu üçlü tarafından söylenmedi.

Sosyalistler mağduriyetlerini öne sürerek politika yapmıyorlar. Sosyalistler işçi ve emekçilere, halka doğruları anlatıp doğru çözüm yolları anlatarak politika yapıyorlar, işçilerin ve emekçilerin kendi örgütlemelerine yardımcı olmaya çalışıyorlar. Bazen başarılı, çok zaman başarısız.

Biz bu tartışmadan önümüz açacak, işçi ve emekçilerin örgütlenmesini kolaylaştıracak sonuçlarla çıkmak istiyoruz, onun için gerçeğin peşindeyiz. Kendi hatalarımızı, kendi ağır hatalarımızı da biliyoruz, derin devletin yaptıklarını da, darbecilerin bütün bunları nasıl kullandığını da biliyoruz.

Bence Berktay’ın olgulara dayanan anlatımı iflas etmiştir. İddiaları gerçek değildir. Dolayısıyla bu tartışma bitti sayılır.

Ancak solun kendi iç çelişkileri, iç mücadelesi ve bu iç mücadele boyunca kullanılan şiddete ilişkin tartışmayı bu vesile ile başlatmak yararlı olacak. Bundan sonra enerjimizi bu tartışmanın etrafında toplamalıyız.


Doğan TARKAN

05.05.2012

Son Güncelleme Tarihi: 07 Mayıs 2012 12:30

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.