ForumSol, Sosyalizm ve Marksizm  Yeni Konu 

Fedakârlık - Gürbüz Özaltınlı

19 Mayıs 2012

hurkus

Fedakârlık - Gürbüz Özaltınlı

1 Mayıs 77 olaylarına ilişkin, gazetede, her gün tanıklıklar, o döneme ilişkin yorumlar okuyoruz. Dönemin sol aktörleri, bugünkü bakış açılarıyla “sol ve şiddet”i tartışıyorlar. Bu tartışmalardan çıkan sonuçlardan birisi, “sosyalist sol”un derinlikli bir tarih tezinden yoksun olduğu.

Bunun çok anlaşılır nedenleri var. Biz uzun yıllar, “sol”un ağır yenilgisini, 12 Eylül’ün karşı konulamaz yıkıcı şiddetine bağladık. Dünyadaki köklü değişimin, sosyalist solun entelektüel-ideolojik iflasını da evrensel ölçekte ilan ettiğini göremedik. Galiba görmek istemedik. 19. yüzyıl da değil, tamamen Soğuk Savaş yıllarında şekillenmiş bir fikrî çerçevenin içinden yeni dünyayı anlamak, tarihe başka bir gözle bakmak, kabul etmek gerekir ki hiç de kolay değildi. Bu, herşeyden önce, kendini o güne kadar anlamlı kılan herşeyi, yıkıcı bir bakışla gözden geçirmeyi gerektiriyordu. Öyle bir hesaplaşmayı şart koşuyordu ki; sadece belli “fraksiyon”ların düşünce zemininin değil, hepsinin geniş anlamda içine yerleştiği temel paradigmanın çöktüğünü kabul etmeye açık olmak gerekiyordu.

Alper Görmüş’ün deyimiyle “aşırı haklılık duygusuyla” yüklü; iman düzeyinde kapalı bir ideolojik dünyanın insanları, doğal olarak kendi efsanelerine sığınmayı seçtiler. 12 Eylül gibi ağır bir mağduriyet tecrübesi de bunu kolaylaştırdı. Sosyalist solun büyük kısmı düşünmeyi bıraktı. Düşünmeyi seçenlerin radikal eleştirilerini de son sığındığı kimliğe hakaret saydı. Geride; ne ciddiye alınacak bir örgüt, ne de tarihi ve bu günü açıklamaya yatkın bir düşünsel miras kaldı.

Bu yazının konusu Berktay’ın tavrı değil. Onun hakkında hepimiz bir şeyler söyledik, söylüyoruz.

Sosyalist solun, kolu kanadı kırılmışlık içinde tarihi izah ederken söylediklerinin, günümüzde de siyaset kültürünü ilgilendiren yanları var. Onları da konuşmak iyi olur.

Bunlardan benim önemsediğim bir tema, “fedakârlık”. Bu argüman, özellikle siyasette şiddetin tartışıldığı bir çerçevede daha da önem kazanıyor bence.

Berktay’ın “kimsenin üstünden aşıp boşluğa düşmesin” diye bilerek seçtiği anlaşılan kışkırtıcı dilinin tepki yarattığını biliyoruz. Bu tepkiyle söz alanlar, beklendiği gibi, sadece “o günkü”tanıklıklarıyla yetinmediler. Genel bir sol tarih değerlendirmesine de ister istemez yöneldiler. Solun yanlışlar yapmış olsa da “iyi niyetli” olduğu ve aşırı bir “fedakârlık” gösterdiği söylendi. Toplumun çoğunluğunun gündelik dertlerinin peşinde koştuğu, şiddetten ürktüğü bir yerde, bazılarının “o toplumu kurtarmak” için hayatlarını ortaya koyması, fedakârlık olarak nitelendiğinde yadırganmayabilir. Ancak, siyasetin “fedakâr kurtarıcılar” üzerinden romantize edilmesi oldukça sorunlu. Üstelik bu, tek başına “sol”un icadı da değil. “Din kurtarıcıları”, “devlet kurtarıcıları”,“millet kurtarıcıları” anlatılarına da hiç yabancı değiliz. Fakat bunlar siyaset dediğimiz insan faaliyetinin ne olduğunu anlatmaz bize. Bunlar, siyasetin “çağrı söylemleri”dir. Bizim, siyasetin ne olduğunu anlayabilmemiz için, bu çağrı dilinin ve içinde yer alan bireylerin kendilerini anlamlandırışının dışından sorulara ihtiyacımız var.

Siyaset ne için yapılır? Siyaset ne kadar yüceltilmiş amaçlar arkasından sunulursa sunulsun “iktidar”için yapılır. “İktidar” ne kadar “halk için”, “hizmet için”, “millet için” isteniyor olursa olsun bir ayrıcalıktır. Biliyorum kulağa hoş gelmiyor. Ama, geçmişi bilen herkese dürüstçe hatırlamasını öneriyorum: Küçücük örgütlerde minör “iktidar”ların bile ne kadar sert kavgalara yol açtığını görmedik mi?

Bunları, eleştirmek için de söylüyor değilim. Sadece siyasetin aslında birçok şeyin yanında, bireyin dünyası açısından bakılınca varoluşsal bir etkinlik olduğuna işaret ediyorum. Siyaset, koşullara göre; bazen 24 saat koşuşturmanıza, bazen sağlığınızı kaybetmenize, bazen özgürlüğünüzden olmanıza, bazen de yaşamınızı yitirmenize yol açan bir ontolojik tatmindir. Bizim 70’li yıllarda siyaset yapmayı seçmiş olmamız, bizi oradan kopartıp meslek edinmemiz için kendini paralayan babamızdan daha fedakâr olduğumuzu göstermez. Fakat siyaset kendi meşruiyet söylemini o kadar kuşatıcı kılar ki, içinde duran her birey kendisini inanarak o söylem içinden tanımlar.

Aslına bakarsanız 70’li yıllar, Mithat Sancar’ın Tanıl Bora’dan aktardığı deyimle “medeniyet kaybının” tavana vurduğu yıllardır. Toplumun şiddet üzerinden parçalandığı, şiddetsiz siyasetin hayat alanı bulamadığı bir dönemden geçtik. Sol; devletin başrolde olduğu bu “medeniyet kaybının” alternatifi değil, bir parçası, yeniden üreticisi oldu. Çünkü ideolojisi bunu öngörüyordu.“Fedakârlık” kavramı bu gerçeği aydınlatmıyor, karartıyor. Bu, kasıtlı ve kötü niyetli yapılmıyor. Başta da söylediğim gibi, tarih üzerine düşünemeyecek kadar kaybetmiş olmanın ve efsanelere sığınmanın bir parçası bu. Anlaşılır bir insanlık hali. Ama, hatalı...

Fedakârlık mottosunun bugüne dokunan yanı ise bence daha vahim. Siyaseti fedakârlık olarak tanımlamak, “her türlü iktidarı” aşırı meşrulaştırır. Kendilerini “halklarına”, “milletlerine”hayatlarını yok sayarak adayanlar, siyaseti sonsuz fedakârlık olarak kabul edenler, elbette yönetme hakkını kendilerinde bulacaklardır. Rakiplerini her yoldan tasfiye etmek onların “fedakârlığının”onlara tanıdığı bir hak olacaktır. Bütün totaliter ideolojilerin adanmışlık duygusuna yaslanması tesadüf değildir. Bu gün muhalefette aşırı mağdur edilenler, aşırı “fedakârlıklara” katlanarak yarın iktidara geldiklerinde tanrılaşırlar.

Bu kavramdan uzak durmak gerekir.

Taraf
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0