ForumDuygu Müzesi  Yeni Konu 

Kültür ve kötülük - Halil Berktay

23 Ekim 2011

hurkus

Kültür ve kötülük - Halil Berktay

1950’lerden 70’lere, Türkiye’nin belirli bir sol kültür alanı ve değerler ıskalası vardı. Çok kendine özgü sayılmaz. Köy Enstitüleri ve “köy romanı”nı kapsayan toplumcu şiir ve edebiyat damarı, Vietnam Savaşı yıllarının yükselen Üçüncü Dünyacılığıyla da örtüşmüş; Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Ceyhun Atuf, hattâ Orhan Kemal biraz unutulmaya yüz tutsa da, tabii Nâzım’ı ve Sabahattin Ali’si, sonra Aziz Nesin, Kemal Tahir ve Yaşar Kemal’i, Ahmet Arif, Arif Damar ve Enver Gökçe’si, İkinci Yeni’cileri (Cemal Süreya, Turgut Uyar, Edip Cansever) ve Mavi Anadolu’cularıyla (Cevat Şakir, Azra Erhat, Sabahattin ve Bedri Rahmi Eyüboğlu) 1980’lere kadar uzanmıştı.

Siyaset sahnesindeki zor, eğreti, çelişkili Komünizm-Kemalizm “evliliği”ne denk düşen bu yarı-Sol, yarı-Kemalist birikim, 60’lar ve 70’ler gençliğiyle karmaşık etkileşimler içinde, peşpeşe birkaç neslin ruhunu, beğenisini, iç dünyasını belirledi. Artıları da vardı, eksileri de. İnsanî her olay gibi o da başlı ve sonluydu; bir yerde miadını doldurdu ve artık tarihî bir vakıa olarak incelenebilir hale geldi.

Burada iki nokta var, ilginç bulduğum. İlki, “komünizm tehlikesi” tarihe karışırken, kültür planında da devletin ve Türk milliyetçiliğinin (hattâ MHP’nin bile), faraza Nâzım’ın şahsında eski Sol kültür ile kısmen de olsa barışması; ama aynı anda cephesini, şimdi ona çok daha tehlikeli gelen başka bir yöne dönüp, bu sefer diyelim Orhan Pamuk’u düşman bellemesi, onunla kavga etmeye başlaması.

İkincisi, bu eski Sol/Kemalist kültürün bıraktığı manevî boşluk. Ardından hiç ah vah etmesem de kabul ederim ki bu, Türkiye’nin çok önemli bir problemi. Yerine ne konacağını bilemiyoruz; önümüzde açılmış bulunan, ilk yirmi otuz yılını zaten yaşadığımız Modernite sonrası veya komünizm sonrası veya Soğuk Savaş sonrasına uygun bir demokratik kültürü, ahlâkı, estetiği kurabilmiş değiliz. Bunu, tekrar belirteyim, yitip gidene herhangi bir nostaljik özlem duymaksızın kaydediyorum. Katı sanılan herşey buharlaşıyor (All that is solid melts into air : Marx-Engels ve Marshall Berman). Peki, kabul. Lâkin şu da bir gerçek ki bütün ilke ve değerlerin yerinden oynadığı bir dönemden; İlkçağ ile Ortaçağı ayıran Kavimler Göçü gibi, henüz “yeni”nin tam anlamıyla oturmadığı bir tür “karanlık çağ”dan geçiş, kötülüğün türemesine yatkın bir fidelik. Gotik film ve romanlardaki gibi, mahzenlerinde gizli bir canavar yatağını; içinden korkunç yaratıkların fışkırdığı garip, koyu bir sıvıyla fokurdayan cadı kazanlarını (deep spawn) barındırıyor.

Ahlâk nereden gelir; insanlar nasıl edinir bu “iyi ahlâk” denen şeyi ? İster beğenin, ister beğenmeyin, binyıllar boyu en fazla dinden gelir; politikadan gelir; yaşam modellerinden ve dolayısıyla aileden gelir; son iki yüzyılda da belki en çok kültür, sanat ve edebiyattan gelir. Ama işte bugünün Türkiye’sinde bu kanalların birçoğu, özellikle “tahsilli orta sınıflar” için hiç çalışmıyor artık. Din zaten en fazla korktukları şey. Siyaset deseniz, (parlamenter demokrasi düşmanlığı gereği) tümüyle yalan ve üstelik, “dağdaki çoban” ve “bidon kafalı adam”dan korkuyu doğrularcasına, gene AKP’nin hâkim olduğu bir alan. Ayrıca, nerede Türkiye’nin doğru politikacısı, veya her nasılsa politikaya girmiş doğru insanı, insanları ? Mandela’dan geçtim; biraz olsun Obama veya Olof Palme’yi andıranı ? Muhalefetten, kim gençlere örnek olabilir –hızla unutulan ilk lâkabıyla “Gandi” Kemal mi, Devlet Bahçeli mi, Gürsel Tekin mi, Süheyl Batum mu ?

Geriye kalıyor sanat ve edebiyat, ama korkarım asıl felâket de burada. İnsan sanat ve edebiyat yoluyla da hayatı tanır; güzellik duygusuyla birlikte, kendine bir vicdan, bir rol modeli ve bazı düsturlar edinir kuşkusuz. Zaten biraz da böyle bir rehber değil miydi 19. yüzyılda edebiyat, ya da 20. yüzyılda edebiyat ve sinema ? Yasemin Çongar “klasik romanları severek okuma”nın “gülünç” sayılmadığı bir zamana özlemini dile getirmiş (Ex Libris, 15 Ekim). Roger Garaudy’nin de çok eskilerden, komünist aydın günlerinde yazdığı hayli kötü, hayli dogmatik bir risaleden (Literature of the Graveyard) ayakta kalabilen sözleriyle, “iyi bir kitap bize yaşamayı ve ölmeyi öğreten bir şey” değil miydi ? Olması gerekmiyor muydu ?

Ama bugün öyle bir sanat üretilmiyor ve tüketilmiyor Türkiye’de. Şimdiki kültürün daha tam ve yeterli bir tanımını nasıl yaparım, pek bilemiyorum. Kolay teşhis edilir bir ağırlık merkezi yok; çok fragmanter, ele gelmeyen bir light heterojenlik ve dağınıklıkta. Başlangıç olarak, sadece birkaç izlenim önerebilirim. Galiba pek okumuyorlar, bir; ne okunduğu pek belli değil (Da Vinci Şifresi ve benzer komplo teorileri ? “kendin yap/öğren” kılavuzları ?), iki; eleştirel birikim yok, üç; bu koşullarda, dört, iyi okumalar bile belirli noktalarda vurgu çökelmelerine yol açmıyor. Beş, sığlık hâkim : insanlar düşünüp hazırlanarak yazmak yerine çok kısa ve kestirme yoldan, facebook, sms veya tweet aracılığıyla “tepki” veriyor, “tavır” koyuyor, “like” edip etmediğini söylüyor. Evvel zaman kalbur saman içinde, öğrencinin hiç olmazsa bir kısmı komple cümleler kurmayı denerdi. Şimdi cevap diye ağızlarından bir iki “anahtar sözcük” dökülürse dökülüyor ve bu, “açımlama” veya “tartışma” yerine geçiyor.

Altı, yaygın kültürün asıl belirleyicisi haline gelen televizyon dizilerinden, insanlık yerine kötülük akıyor.


Taraf, 22.10.2011

Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0