Forum7. Sanat-İzmirSinema  Yeni Konu 

'Nefes' kesen bir başyapıt

25 Ekim 2009

hurkus

İsmet Berkan - Radikal

James Jones’un romanından Terrence Malick tarafından sinemaya uyarlanan, başrollerinde Sean Penn, George Clooney, Nick Nolte gibi isimlerin yer aldığı ‘Thin Red Line’ adlı filmi hatırlıyor musunuz?
İkinci Dünya Savaşı’nda, Pasifik’te Amerikalılar ile savaşı kaybetmekte olduklarını görseler dahi bulundukları noktadan bir milim dahi gerilemeyen, teslim olmayı aklından bile geçirmeyen Japonlar arasında Guadalcanal’daki bir adada geçen çarpışmaları anlatan muhteşem bir filmdi ‘Thin Red Line.’
Eğer o filmi gördüyseniz, o filmde seyirciye geçen duyguları yaşadıysanız, savaşın korkunçluğu hakkında ciddi bir fikre de sahipsiniz demektir. 

***
Önceki akşam Levent Semerci’nin ‘Nefes’ini izlerken, içim çok tuhaf hislerle doldu.
Bütün o 90’lar boyunca Güneydoğu’dan dinlediğim savaş hikâyeleri aklıma üşüştü. 1996’yı 97’ye bağlayan yılbaşında saldırıya uğrayan ve kahramanca direnen Siyahkaya Karakolu’nu hatırladım. 90’lı yıllarda zaman zaman dolaşma fırsatını bulduğum cepheleri, mevzileri, askeri birlikleri, insansız köylerdeki tabur ve tugay karargâhlarını, sınırın ücra noktalarına kurulmuş ‘üs bölgeleri’ni düşündüm. Bütün o ziyaretlerde konuştuğum cephedeki askerlerin bana anlattıkları, yaptığımız sohbetler, kendimi orada uzaylı gibi hissedişim aklıma geldi.
Evet, ‘Nefes’, nerede olduğunu bilmediğimiz, esasen nerede olduğunun pek fazla önemi de olmayan bir minicik sınır karakolunda, her anları ölümle burun buruna geçen bir avuç askerin öyküsünü anlatıyor bize.
Üstelik bunu hiç de acele etmeden, sindire sindire yapıyor.
Önce orada ölümün ne kadar kolay olduğunu görüyoruz. Sizi öldüren kurşunun sesini bile duymuyorsunuz. Sizi öldüren kimdir bilmiyorsunuz, onu görmüyorsunuz bile.
Çatışma anında herkes başka tepki veriyor. Kimi korkuyor, siniyor, kimi şoka giriyor, kimi ölümün üstüne üstüne yürüyor.
Kimse kahraman değil, kimse korkak değil. Sanki hayatın tek bir boyutu ve amacı var: Sonsuz büyüklükteki ölüm ihtimali karşısında yeterince zaman geçirmek.
Kaybettiğiniz şey, eğer kaybederseniz ve büyük ihtimalle kaybedeceksiniz, hayatınız. Kazandığınız şey ise bir süre daha yaşamak.
Vatan sevgisi mi, elbette. Vatan uğruna gerekirse ölümü göze almak mı, elbette. Film bunların anlamsız şeyler olduğunu ima dahi etmiyor. Ama o sınırın sıfır noktasında, o Allahın unuttuğu dağın tepesinde bu büyük laflar çok da anlamlı değil, onu görüyorsunuz.
Hayır, bu film öyle kaba saba anlamlarda ‘savaş karşıtı’ bir film değil. Bu film, o savaşın, herhangi bir savaşın taa yüreğine inen, inanılmaz derecede gerçekçi bir film.
Hatta şöyle diyebilirim: Hayatımda seyrettiğim en güzel, en anlamlı Türk filmi.
Gerek teknik ve estetik mükemmelliği, gerek savaş gerçeğini gözümüzün önüne bu denli yalın biçimde sermesi ve gerekse ele aldığı konu itibarıyla gerçek bir başyapıt ‘Nefes.’
Ben film gösterime girdikten tam bir hafta sonra izlemeye gittim. Salon tıklım tıklımdı. İzleyicilerin yarısı genç kadınlardı.
Dile kolay, milyonlarca Türk erkeği geride kalan uzun 25 yılda o savaş atmosferinden geçti, pek çoğu savaştı, bir bölümü de maalesef öldü. Ama Türkiye bu filmi yeni yapabildi.
Gidin görün. Film boyunca yüreğiniz sıkışacak, her an ölümü bekleyeceksiniz. Ama gidin görün. Görmezseniz de eksik kalacaksınız.
Teşekkürler Levent Semerci.
Bu ülkenin bu en önemli derdini evrensel bir dille anlattığı için. 

*****

Vizyon tarihi: 16 Ekim 2009
Yönetmen: Levent Semerci
Senaryo: Levent Semerci, M. İlker Altınay, Hakan Evrensel
Yapımcı: Murat Akdilek , Levent Semerci
Müzik: Fırat Yükselir
Tür: Macera, Dram
Yapım: Türkiye 2009 127 dakika (Renkli) 

Filmin Özeti

“Nefes”, Güneydoğu’da Irak sınırına yakın bir ilçedeki komando tugayında bulunan ve Karabal Tepesi’ndeki röle istasyonunu korumakla görevlendirilen bir yüzbaşı komutasındaki 40 askerin hikayesidir.

Buz gibi sulardan geçtiler, tepelere tırmanıp, yamaçlardan indiler…

Güneşte kavruldular, iki gün iki gece..

Ellerinde tüfekleri… Sırtlarında evleri… yüreklerinde sevdikleriyle…

Sınır nedir, neresidir bilmezdi çoğu... Emir almadıkları, emir de vermedikleri bir hayattan, her şeyi emirle yaptıkları bir hayata geçtiklerinde sınırları da gördüler..

Mevzilerde beklediler.. Korudukları telsizden analarıyla, babalarıyla, sevgilileriyle görüşebilmek için telefon sırası beklediler…

Kendilerini neyin beklediğini bilmeden günlerce, aylarca beklediler Karabal Tepe’de…
29 Ekim 2009

hurkus

'Nefes'inde milliyetçilik mi kokuyor? 

Geçtiğimiz haftalarda gösterime giren 'Nefes: Vatan Sağolsun' tartışılmaya devam ediyor. Kimileri filmi tehlikeli bir milliyetçilik yaptığı gerekçesiyle eleştirirken, kimileri de insani bir hikaye anlattığını savunarak başarılı buluyor... 

İSTANBUL - 2500 metre yükseklikte, bulutların arasında bir karakol... Soğuk ve rüzgardan yırtılmış bir Türk bayrağı, karlarla kaplı Atatürk büstü...

Böyle bir sahneden yola çıkarak birçok film yapılabilir. Savaşın karşısında duran ya da sadece askerlerin psikolojilerini merkezine alan bir film de, militarist bir film de yapılabilir. Bu tanımlamaların ve şablonların dışında çok çok farklı hikayeler de anlatılabilir. 

Yönetmen Levent Semerci de kendi filmini yapıyor, Atatürk büstü ve 'Ne Mutlu Türküm Diyene' ile sonlandırdığı 'Nefes: Vatan Sağolsun'da tartışılacak diyaloglara ve sahnelere imza atıyor.

İlk fragmanı yayınlandığı günden beri merakla beklenen, gösterime girdikten sonra kısa sürede 1 milyona yakın izleyici tarafından izlenen ve Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un da ''Çavuş'un, Atatürk büstüyle ilişkisi beni gerçekten çok etkiledi. Gerçek askerimiz bu'' diyerek övdüğü film izleyenleri de ikiye böldü.

Sadece forum sitelerinde değil gazete ve sinema sitelerinde de filmin meselesi tartışılıyor. 'Nefes: Vatan Sağolsun' gerçekten milliyetçi, militarist ve duyguları sömüren bir film mi yoksa sadece askerlerin ruh halini ve o bölgedeki 'gerçeği'mi yansıtıyor? 

Yorumlar için bakınız:

http://www.ntvmsnbc.com/id/25014331/
02 Kasım 2009

hurkus

Taraf gazetesinden Tuğba Tekerek'in de filmle ilgili 1 Kasım 2009 tarihli güzel bir yazısı var...


Başbuğ’la aynı Taraf’a düştük

Genelkurmay Başkanı Başbuğ ile CHP lideri Baykal’ın çok beğendiği ve 40 askerin karakolda yaşadıklarını anlatan Nefes: Vatan Sağolsun’u Taraf muhabiri de izledi. Ve o da çok beğendi

Bir yüzbaşı ve komutasındaki 40 askerin bir dağ karakolunda yaşadıklarını anlatan Nefes: Vatan Sağolsun filmi iki hafta önce vizyona girdi. Filmi izleyenlerin sayısı bir milyonu aştı. Kimisi şovenist, kimisi anti-militarist buldu. Ben de Genelkurmay Bakanı İlker Başbuğ ve CHP lideri Deniz Baykal’la beraber filmi beğenenler tarafında yer aldım. Dağdan inenleri coşkuyla karşılayan benle, “son terörist kalıncaya kadar” zihniyetinin aynı ‘Nefes’te buluşması, kanımca açılım zamanının ruhuyla alakalı bir durumdu. 10 yıl önce olması pek de mümkün olmayan bir şeydi.

Savaşa karşı hayatın güzelliği
Şehit cenazelerini benim artık bu savaşın bitmesi gerektiğini düşünerek, bazılarınınsa “terörün kökünün kazınması” gerektiğini düşünerek izlemesi gibi, bu filmin gösterdiğini de herkes kendi meşrebince yorumladı. Ama filmde gösterilenin ne olduğu yoruma yer bırakmayacak şekilde açıktı: Savaşa karşı hayatın güzelliği. 

Film, çatısında “Cesuruz, güçlüyüz, hazırız” yazan bir karakolda zaman zaman korkan, zayıf düşen ve sevgilisini ararken bir kurşuna hazırlıksız yakalanan askerlerin hikayesiydi. 

Kanımca, film boyunca, karakolda yaşananlar gösterilerek çatıdaki yazının altı oyuldu, hamasetin altında ne olduğu gösterilmeye çalışıldı. “Adam o kadar eğitim almış. Erin biri savaşta kahkaha falan basıyor, bilincini yitiriyor” şeklindeki bir izleyici yorumundan yola çıkarsak, yaşamla ölüm arasında kaldığınızda, ders kitaplarında öğretilenlerin artık komik bile olamadığını gösterdi. 

Film, askerlerin aslında 45 saniyelik şehit cenazesi haberleriyle “kahraman” olduklarını, onun dışında yiyip içen, gülüp ağlayan, yaşayan ve ölen insanlar olduğunu anlattı. Kahramanlık hikâyelerinin altındaki eti, kanı, canı gösterdi.

Bir nefes tereddüt
Filmde yüzbaşı askerlerine “Nefes’i ya alırsın ya verirsin. Bu kadar basit”, “O uzun gecede ya katilsin ya kurban” diyordu. Ama tüm film sanki bunun hiç de bu kadar basit olmadığını, nefes almakla vermek arasındaki mesafeyi, arada yaşanan tereddütleri göstermek üzere kurulmuştu. Filmin bir yerinde yüzbaşı tıp eğitimi almış askerine soruyor, “Bir teröristi yaralı ele geçirdin. Ne yaparsın, tedavi eder misin?” Asker “Ederim” diyor. Yüzbaşı alaycı bir şekilde sorusuna devam ediyor “Eşit haklar ha... Peki o terörist senin kardeşini öldürmüş, gene tedavi eder misin?” Herkes bir duruyor, düşünüyor, tereddüt ediyor. Ve film, sonlarındaki bir sahneyle bence bu soruya kendi cevabını veriyor: Bir asker biraz önce onlarca arkadaşını öldürmüş, silaha uzansa belki kendisini de vuracak yaralı bir PKK’liye silahını doğrultuyor, tereddüt ediyor ve sonra tetiğe basmıyor, basamıyor.
 
Yüzbaşı, son nefesinde gönül rahatlığıyla “Vatan sağolsun” da diyemiyor üstelik. Ardında bıraktığı sevgilisine “Vatan sağolsun diyeceğim ama vatan da sensin” diyor.
 
Gökhan Özgün’ün, “‘Vatan resmi’ Türk’ün aklına ‘sınırdan içeriye’ doğru bakan bir perspektifle kazınmıştır. Bu perspektifte ‘şahsa’ ulaşan menzil çok ıraktır, çok. (...) Aşağıdaki yukarıdaki, sağdaki soldaki sınırlardan başlayarak beni bana kadar getiren bütün bu mecranın adı vatandır. Tümden bana, bir türlü gelemeyen vatan” dediği Tümden Gelen Vatan yazısını hatırlıyorum

PKK propagandası
Nefes, Başbuğ’la beni birleştirdiği gibi, onu pek çok milliyetçiden de ayrı yere düşürdü. İnternette bu filmi kıyasıya eleştirenler Türk askerinin korkak, PKK’nin güçlü gösterildiğini söylüyor. Şu yorum bence çok şey ifade ediyor: “Filmin fragmanı Truva atı gibi içinize gizlice girip sonra filmin sonunda sinsice yüzünüze gülüyor. Bence bu film Kürt açılımına destek vermek için çekilmiş.”
 
Bir diğer yorum ise şöyle: “PKK’nın propaganda kasetleri var ya, başarılarını göstermek için çektikleri... Öyle bir şey işte. Silahlı Kuvvetleri’mizin yorumunu çok merak ediyorum.” İşte ordu en üst düzeyde filme gitti, “operasyonel kısmını tam göstermemiş” notunu da düşerek beğenilerini belirtti, meraklılara cevabını verdi.

Asker yeniliyor, bayrak yırtılıyor
Filmde yenilmez diye bildiğimiz Türk askeri yeniliyor, en son ocak tütene kadar dalgalanacak dediğimiz Türk bayrağı yırtılıyor, hep sarsılmaz görünen Atatürk büstü alaşağı ediliyor, bir yüzbaşının “iktidarsız”lığı vurgulanıyor. Evet filmin cinsiyetçi bir tarafı var, militarizm eleştirisinde Fatih Özgüven’in söylediği şekliyle yer yer “nefesi kesiliyor”. Ama bir izleyicinin “Askerliğini yapmayanların bu filme gitmelerini kesinlikle sakıncalı buluyorum” dediği filme Başbuğ’un gitmesini gayet manidar buluyorum, açılımlar zamanının ruhuna gayet uygun diye düşünüyorum.


Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0