Buradayız Ahparig...

19 Ocak 2013 12:42 / 1595 kez okundu!

 


Tam 6 yıl öncesiydi… Dün gibi gözlerimin önünde, hangi kanalı açtıysam ekranın altında “Hrant Dink öldürüldü” altyazısı kayıp gidiyor... O an hissettiklerimi düşünüyorum. O güne kadar içimde umuda, sevgiye, kardeşliğe, dostluğa, vefaya, barışa dair ne varsa alıp başını gitmişti sanki. Hepsi giderayak vücudumdaki bütün kanı da çekip almışlardı yanları sıra... Bembeyaz, kireç misali kalakalmıştım televizyonun karşısında.

***


Tam 6 yıl öncesiydi…

Dün gibi gözlerimin önünde, hangi kanalı açtıysam ekranın altında “Hrant Dink öldürüldü” altyazısı kayıp gidiyor...

O an hissettiklerimi düşünüyorum.

O güne kadar içimde umuda, sevgiye, kardeşliğe, dostluğa, vefaya, barışa dair ne varsa alıp başını gitmişti sanki. Hepsi giderayak vücudumdaki bütün kanı da çekip almışlardı yanları sıra... Bembeyaz, kireç misali kalakalmıştım televizyonun karşısında.

Görünmez bir el çekiyordu canımı; ellerimden, ayaklarımdan, beynimden söküle söküle çıkıyordu ruhum...

Dilim uyuşmuş, iki kelam etmenin basiretini gösteremez olmuştum.

Birden etrafımdaki her şey lime lime erimiş, çaresizliğin solgun yalnızlığına terk edilmiştim sanki.

Anımsıyorum, göğsüme takılıp kalan işlenen en büyük günaha duyduğum öfkeydi.

Evrenin en kabul edilemez ölümüne duyulacak kâinatın en büyük öfkesi, ateşten bir külçe olup yüreğime oturmuştu.

Gözlerime üşüşen yaş, gün ortasında kapkaranlık bir zamanın yetimliğinde ölümün sessizliğiyle tanıştırmıştı beni...

Hiç bilmediğim, tanımadığım, dili evrenin bütün ağaçlarına yabancı bir rüzgâr esiyordu bedenime. İnanılması zor ama duyduğum öfkenin ateşine rağmen, donuyordum.

Hrant’ın boylu boyunca yatan bedenini izliyordum televizyon ekranında; gözlerim de bir sel bir sel, koca Erciyes’in karı erimişte içime akıyordu sanki...

Ölüm, bir paslı kerpeten gibi canıma yapışmış, acımı test ediyordu.

Dünyanın bütün iblisleri habislik, alçaklık, melânet, şer, fesat şekline bürünmüş yüreğimi yerinden sökmeye çalışıyorlardı.

Kafamın içinde ki her tefekkür darmadağınıktı... Koca evrende kaybolmuştum ve kim olduğumu dahi bilmiyordum artık.

İlk kez çaresizliğin ete kemiğe büründüğünü görmüştüm, koca bir dağ misali gelip göğsümün üzerine çöreklenmişti.

Bir fırsat bulsam, bir becerebilsem avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Nefesim yettiği kadar, içime sığdırdığım tüm aksülâmelleri kötülerin üzerine bocalamak...

‘Bu kirli oyunlara yeter artık’ demek istiyordum...

Değerbilmezlik artık bitsin...

Bu kalleşlik tükensin…

Bu hoyratlık...

Bu hainlik...

Bu saygısızlık...

Bu namussuzluk...

Bu sahtelik...

Yaşatılan bunca kimsesizlik...

Yalnızlaştırmalar, ötekileştirmeler, iteklemeler...

Bu timsah gözyaşları...

Laf olsun türü söylevler...

Duygusuz nutuklar...

Bu utanmazlıklar...

Bu iğrenç çabalar...

Bu yalan suçlamalar...

Bu beğenmediğinin ipini çekme arsızlıkları...

Bu alçakça tezgâhlanan linçler...

Bu hayâsızca önüne geleni vatan hainliğiyle suçlamalar...

Bu afralı, bayağı vatan sevme şovları...

Bu insanı topraktan, bayraktan, taştan, bayırdan daha dipte değersizleştirmeler...

Bu her şeyi kirli karanlıklarda oyalamalar...

Bu insanları acılara alıştırmalar...

Bu ocaklara ateş düşürmeler...

Bu insani haksız ölümler karşısında nefessiz bırakmalar bitsin artık demek istiyordum.

Nefesim yettiği kadar, içime sığdırdığım bütün sesleri kötünün, hainin, katilin, maşanın, satılmışın, kandırılmışın üzerine boşaltmaktı tek isteğim.

Çünkü evrenin bütün bilgeleri biliyordu ki kötüler hayatın edalı mucizelerine karanlık oyunlar bulaştırmak için yaratıyorlardı kendilerini.

Yalanlar uydurmak, iftiralar atmak, çirkeflik yapmak kirli işlerinin en bilinen metotlarıydı onların.

***

Aradan 6 yıl geçti…

Koca bir ülkenin namusu olması gereken bir dava adeta ilkokul müsameresine döndürüldü.

Hrant'ın öldürülmesiyle ilgili olarak şaibesi ayyuka çıkan devlet görevlileri doğru dürüst soruşturulmadı, yargılanmadı bile.

Üstüne ‘Dünyayı güzellikler kurtaracak’ diyen her can ile alay edercesine Hrant’ın katline bir şekilde adı karışan herkes neredeyse ödüllendirildi.

Peki, nasıl oldu bu? Kendisine hukuk devleti diyen bir ülkede bütün bu komediler nasıl oynandı?

Altı yıl önce dünyanın başıma yıkıldığı o gün bütün bu komedilerin yaşanacağından emindim aslında. Çünkü bu ülkede hep aynısı oldu.

O yüzden de öfkemin en büyüğü kendilerinden olayları çözmesini beklediklerimize değil, her seferinde aynı saflıkla çözüm bekleyen bizlere olmuştu.

Çünkü Hrant misali insanların kırılmalarının, yerlerinden yurtlarında edilmelerinin, linçlere uğramalarının, hapislerde çürümelerinin, ocaklarının söndürülmesinin sebeb-i hikmeti sadece biz sıradan insanların tepkisizliğinden kaynaklanıyordu.

Yaşanan her hukuksal, haksal komedi biz o komediye hala tiksinmeden bakabildiğimiz için vardı.

Yıllarca bize seyrettirilen oyunları biz tiyatroya gitmezsek, seyretmek istemezsek, tiyatro sahibi neden bitirsin?

Değişmez denilen makûs talihin tozunu atıp, tedavülden kaldıracak olan bizleriz oysa.

Kötü olanın, işini yapmayanın, kendi kendini kahraman ilan edenlerin, vatanseverliği tekeline alanların ipliğini pazara kim çıkarabilir?

Gerçek demokrasilerde olduğu gibi hak etmeyenleri, ellerine geçirdikleri yetkilerden kim isterse arındırabilir?

Hrant’a reva görülen türden bütün faziletsiz katliamların katillerinden ve onları azmettirenlerden kim canı gönülden isterse hesap sorulabilir?

Eğer bizler “Şunlar mutlaka olmalı” kararlılığıyla somut değişiklikler görene kadar vatandaşlık tepkimizi en demokratik yöntemlerle sürdürebilseydik…

Zerre şiddete başvurmadan, damla can yakmadan Hrant’ın pirüpak insanlığını kuşanıp ‘Hepimiz Hrant’ız’ bilgeliğiyle herkese hayatı zehir edenlerin karşısına her fırsatta dikilebilseydik…

Kime bir haksızlık yapılıyorsa onun ötekileştirilen kimliğini en içten duygularla sahiplenebilseydik… Aidiyetlerin sığlığına mahkûm olmadan Ermeni için Ermeni, Kürt için Kürt, Laz için Laz, Çerkez için Çerkez, Boşnak için Boşnak, Çingene için Çingene, Türk için Türk, Rum için Rum, Yezidi için Yezidi, Müslüman için Müslüman, Hıristiyan için Hıristiyan, Yahudi için Yahudi, Alevi için Alevi, Sünni için Sünni, Ateist için Ateist, Gay için Gay, Hayvan için Hayvan, Orman için Orman, Bulut için Bulut olmayı becerebilseydik…

Yüreklerimizi ateşin düştüğü yer kadar olmasa da o ateşi hissedecek bir empatiyle kuşatabilseydik…

Bizlere daha iyi bir dünya yaratma uğraşında kırılan her canın gözünü arkada bırakmayacak şekilde canımızı dişimize takarak çabalasaydık Hrant’ın mahkemesinin bir garip müsamereye çevirebilmesi mümkün olabilir miydi? Ya da onca ölüm, arsızca ‘Faili meçhul’ türü bir garip isimle adlandırılabilir miydi?

Bugün, umuda, barışa, sevgiye, kardeşliğe dair içimizde bir şeyler hala varsa, bilinmeli ki onların hepsi Hrant Dink gibilerin yüzü, suyu, kanı hürmetine var.

O yüzden daha iyi bir dünya için, alçakça işlenmiş her katliamı yılların ezberleriyle kirlenmiş ‘ama’lara kurban etmelerden vazgeçmeliyiz artık.

Hepimiz Hrant’ız haykırışında yaşayan, birlikte özgürleşme bilgeliğini görmemek için didinmekten, korkunç bir biat kültürüyle kuşanmış kibirle bu sloganı değersizleştirmelerden vazgeçmeliyiz artık.

En kardeşçe ruh haliyle söylenen bir sloganın aslında ‘Hepimiz insanız, biriz, ayrı gayrımız yok’ demek olduğunu anlamamız gerekiyor artık…

Aksi halde her şeyiyle eşit, özgür ve adaletli bir dünyada birlikte yaşama isteğine denk gelen ‘Hepimiz Hrant’ız’ sloganını anlamamaktan dolayı hiç birimize huzur, hoşgörü, barış, kardeşlik içinde yaşamak nasip olmayacak.

Altı yıl sonra daha güçlü, daha inançlı 'Buradayız Ahparig' demek o yüzden çok daha önemli…


Baki MURAT

19.01.2013

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.