ASIL MESELEMİZ AKP

30 Haziran 2011 17:17 / 3116 kez okundu!

 


Balçiçek İlter’in Karşıt Görüş programını seyrediyorum. Konu malum; BDP ve CHP’nin Meclis’i protestosu.

Konuşmacılardan birisi de Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku İstanbul Milletvekili Levent Tüzel. Tüzel’in özellikle Mümtazer Türköne’nin söylediklerine verdiği yanıtlar ilginç. Duyduğumda Blok konusunda umutlarım kırılmıyor dersem yalan olur.

Cidden anlayamıyorum. Sadece AK Parti’ye vurmak için Balbay ve Haberal üzerinden Ergenekon'un hanesine yazılası sözleri etmek neyin nesi?

Bir yanda Ahmet Altan'ın Ergenekon'u tanımlarken kullandığı 'bu örgüt “mağdur” bir örgüt değil, bu örgüt bütün toplumu mağdur eden, cinayetler işleyen, suikastlar düzenleyen, darbeler planlayan bir örgüt' şeklindeki net ve doğru tespiti…

Öte yanda benim de oyumu verdiğim Blok'un bir milletvekilinin Balbay ve Haberal’ın ‘Siyasi düşüncelerinden ötürü' içerde olduklarını söyleyebilmesi.

İnsan aklının ve vicdanının kabul edemeyeceği eylemleri planlayan bir örgütün sanığı olmak ile siyasi düşünce suçlusu olmak arasında nasıl bir bağlantı kuruyor sosyalist vekil, merak ediyorum doğrusu.

Sosyalist bir kimliğin Ergenekon türü bir örgütün sanıklarına dair fikir beyan ederken daha dikkatli olması gerekmiyor mu?

Tamam, kimse suçu ispatlanana kadar suçlu değildir ama iddianamesinde korkunç insanlık suçlarından bahsedildiği bir davanın sanıklarına kafadan masum demek de o derece doğru değildir.

Kaldı ki Ergenekon davasında isnat edilen suçları fikir suçu olarak beyan etmek fazlasıyla hafiflik olmaz mı?

Levent Tüzel’e sormak lazım; bu suçların hangisi hangi demokratik ülkede fikir suçu olarak kabul ediliyor?

YSK'nın Hatip Dicle ile ilgili verdiği kararı eleştirirken de Levent Tüzel, benzer olaylarda yaptıkları gibi aynı yanlışı yapıyor ve bu türden sorunlu yargısal kararları hemen hükümet ile ilişkilendiren bir argümanı kullanmayı tercih ediyor.

Bu, memleketin devletinden baskı ve zulümden başka bir şey görmemiş bir solun pek yeğlemesi gereken bir tavır değil oysa.

Lakin ne hikmetse ben gibilerin bir yola beraber çıkacak kadar solcu gördüğümüz kesimler dahi bu hatayı hep yapıyorlar ve maalesef kendilerine bu konuda bir laf anlatılamıyor.

Tüzel bu konuda da 'Bu siyasi bir karardır ve (sorumlusu) ardında siyasi iktidar vardır' ezberinden öte bir şey demiyor aynı programda.

Yani YSK'nın bu kararı almasının ardında AK Parti vardır demeye getiriyor.

El insaf… Çok önemli görürsünüz ya da görmezsiniz ama yargı ile problemler yaşadığına şahit olduğumuz bir partiye böylesine direk suçlamalar neden yapılır ki? Bu türden adil olmayan, biraz da çamur atma amaçlı söylemlerin bizlere bir faydasının olmadığını, olamayacağını görmek gerekmiyor mu artık?

Görmeleri bırakın, Tüzel’in yaptığı gibi klasik muhalifliğin hamasetine sarılmak daha çok tercih ediliyor maalesef.

Bu ülkede AK Parti ile ilgili izlenmesi gereken politikanın şekli gerçekten çok önemli. Çünkü Türkiye’deki solun yaşadığı en büyük ayrışımı bu meseleye bakış yaptı ve yapıyor.

Baştan söyleyeyim, AK Parti'yi yargının yapısal problemlerini gözardı ederek ülkedeki hukuksuzlukların direk faili yapanlardan değilim ben. Bunun, bu ülkenin solcusuna, demokratına, özgürlükçüsüne daha geniş tanımıyla iyi bir dünya isteğinde samimi olan insanlarına fazla bir yararının olmayacağına inanıyorum.

Çünkü bu türden farklılıkları bir yanlışın failliliğinde birleştirme kolaycılığının, bizlere faydasının olmayacağı gibi Ergenekoncu vesayetin köşeye sıkışmışlık telaşıyla yürüttüğü kara kampanyaya alet olmamıza neden olduğunu düşünüyorum.

Tüzel veya diğerleri bu ülkede AK Parti ile 'Derin' diye nitelenen oluşum arasında bir fark olduğunu görseler ve ona göre bir politika geliştirseler kuşkusuz çok daha hayırlı bir şey yapıyor olacaklar.

Hele de AK Parti ile Bağımsızların aldıkları oylarla bu ülkenin insanlarına, kurdu, kuşu ve çiçeğiyle bütün doğasına yakışır bir anayasa yapabilme ihtimalini halk onlara verdiği bir zamanda.

Elbet ben karşıtların arasında bir ilişkinin var olabilme olasılığını ret etmiyorum. Sadece olası bazı iç içe geçmişliklerin varlığını kabul etmek ile iki şeyin tamamen aynı olduğunu söylemek arasında dünya kadar fark olabilir diyorum.

Hatip Dicle'ye yapılan YSK darbesi, bu ülkede eksik de olsa bir takım olumlu değişimleri yapmış, süregelen askeri ve yargı vesayetine karşı direnebilmiş, demokratik çıkışlarda bulunmuş, Ergenekon gibi önemli bir davanın açılabilmesinin ortamını yaratabilmiş, son olarak da bir seçimden % 50 oy almış bir partinin işine neden yarasın? Tüzel, buna mantıklı bir yanıt verebilir mi?

Neden bu kadar artının yanında bu türden bir anti-demokratik tavrın tarafı olmayı tercih etsin AK Parti durduk yere?

Bu gerçeği görmek, bir kenara yazmak ve politik stratejiyi bu duruma göre belirlemek varken, hedefi klasik AK Parti düşmanlığıyla küçültmek kimin huzuru ve barışına ne katabilir?

Bu dönüşümü ve ilerlemeyi engelleyici tavrı eleştirmemin anlamı elbette ‘AK Parti sütten çıkmış ak kaşıktır’, ‘asla eleştirilecek bir yanı yoktur’, ‘aman ola ki hiç eleştirilmesin’ değildir.

Aksine AK Parti de ak kaşık değildir, eleştirilecek çok yanları vardır ve gerektiği her noktada en sert şekilde eleştirilmesi her şeyden önce demokratik geleneğin oluşumu adına da gereklidir.

Ama eğer farklı bir siyaset izlemek üzere meclise girildiyse, eğer klasik iktidar-muhalefet verimsizliğinin bir tarafa itileceği söyleniyorsa, o vakit farklı siyasetin işaretlerini gösterecek tavırları ve davranışları da artık net olarak göstermeyi bilmeli bizim canı gönülden ‘vekil’ dediklerimiz.

Bu ülkede, ben gibi düşünenlerin alışılmamış bir siyaseti uygulayabilmesinin ilk koşulu 'doğruya doğru diyebilmek' ilkesini ve ‘yiğidi öldürsek de hakkının yememek’ prensibini hayata geçirmek olmalı.

Aksi halde ‘hedefi doğru koyamamak’ ve ‘bizden değilse olumlu olanı inkâr etmek’ hastalığına bizler de düşeriz ki, bununla da ne özlenen düzeyde bir demokrasiye kavuşabiliriz ne de yerimizde saymaktan ve eleştirdiklerimize benzemekten kurtulabiliriz.

Evet, Hatip Dicle'ye yapılan hukuksuzluk ve haksızlık AK Parti'ye hiç hak etmediği havadan bir vekil kazandırmıştır ama bu AK Parti'nin önceden hesapladığı bir şey değildir. En başta bu durumu dürüstçe YSK'nın neden olduğu krizden ayırabilmek temiz siyaset yapmasını istediğimiz vekillerimizden bir şey kaybettirmeyeceği gibi farkılılıklarını da ortaya koyacaktır.

Kaldı ki, bu noktada şeytanın avukatlığına soyunmak istiyorum.

Ya YSK, Dicle’nin vekilliğini yetkisi olmadan düşürdükten sonra AK Partili vekile mazbatasını apar topar yine yetkisini aştığını bilerek verdiyse?

Olamaz mı?

Eğer bu ülkede ordu, yargı gibi kendini milletin sahibi, devletin temsilcisi olduğuna inandırmış kurumlarla hükümetler arasında nasıl bir ilişki olageldiğini biliyorsanız, bunun olabilme olasılığını da bilirsiniz.

Her biri yılların deneyimli yüksek hâkimi olan YSK üyelerinin, bugün her hukukçunun dile getirdiği yetkisizliklerden, hukuka aykırılıklardan haberdar olmaması mümkün mü?

Kimse kusura bakmasın benim kafam bunu almıyor.

Ya YSK yaptığı hukuksuzluğu bile bile yaparken, ikinci manevra ile ortadaki hukuksuzluğun içine AK Parti'yi de çekmek istediyse? Havadan bir vekil kazanmanın telaşıyla AK Parti de bu zokayı yuttuysa?

O zaman YSK bu manevra ile Tüzel gibi birçok kesimin telaffuz ettiği YSK-Hükümet ilişkilendirilmesi şikâyetlerine çanak tutmuş olamaz mı?

Hani söz meclisten dışarı, YSK ’Eşeğin aklına karpuz kabuğunu düşürmek’ istemişse?

Nitekim düşmedi mi?

Ağzını her açan olanlardan AK Parti’yi sorumlu tutmuyor mu? Hatta işi daha ileri götürüp ‘yargıya müdahale et’ dercesine ‘Bunu çöz’ demiyorlar mı?

YSK’nın bizzat yarattığı hukuka aykırılık durumuna bakıp ‘vurun abalıya’ misali AK Parti’ye saldıranlar, yine hedef saptırıp YSK’nın bir taşla epey kuş vurmasına imkan vermiyor mu sizce de?

Benim şeytana yaptığım avukatlığım doğru çıkarsa bunun parsasını en çok kimin toplayacağını önümüzdeki günler bize gösterecek zaten, bekleyelim.

AK Parti'nin kendisini şaibe altında bırakacak bu avallığı, AK Parti'nin suçlanacağı veya eleştirileceği asıl noktadır. İnanıyorum ki gerek Erdoğan’ın olaya epey süre sessiz kalmasının gerekse partinin ilk açıklamalarının çelişkili olmasının ardında da ‘Biz ne halt ettik’ şaşkınlığı vardı.

AK Parti’nin bu saflığı (kurnazlığı) yapabilme olasılığı onun demokratik gelenekten gelmeyen bir parti gerçeği gözönüne alındığında güçlenmektedir. Demokratik ilke ve prensipleri içselleştirememiş bir parti olduklarından, fırsatını bulduklarında böyle yakışıksız ve etik olmayan oportünist bir tavrı rahatça sergileyebilmişlerdir.

Hatip Dicle olayında AK Parti eleştirilecekse bu fırsatçı tavrından ötürü eleştirilmelidir.

Ak Parti yerilecekse hatasını çabucak görmediği ve düzeltmek için çabalamadığı için yerilmelidir.

AK Parti suçlanacaksa sekter davrandığı ve kendisine yapıldığında 'hukuk ihlali' dediği uygulamaların başkasına yapılmasında net bir demokratik tavır göstermediği için suçlanmalıdır.

AK Parti yerden yere vurulacaksa basın açıklamalarına, protestolarına acımasızca saldıran polise ‘dur’ demediği için vurulmalıdır.

Yoksa onun, burnundan AK Parti’ye kıl aldırmayacağını dünya âlemin bildiği YSK gibi devletçi yargısal kurumlarla birlikte böyle hukuksuzluklar yaptığını dillendirmekle değil.

AK Parti’yi YSK gibi geleneksel devletçiliğin devamlılığı konusunda ayak direyen kurumların bir tarafı, yandaşı, ortağı yapmak haksızlık olduğu kadar bu ülke halklarının demokratik mücadelesini sekteye uğratacak yanlış bir tavırdır da.

Katı, baskıcı, anti-demokratik devlet anlayışlarından, vesayetlerden ne çektiğimizi bazılarımız kolayca unutuyorlar. O yüzden de AK Parti gittiğinde yerini – maalesef iktidar potansiyelleri olmaması nedeniyle - demokratik güçlerin doldurmayacağını bile bile ‘AK Parti gitsin de ne olursa olsun’ ruh halini sürdürmenin daha tehlikeli olduğunu göremiyorlar.

Doğru bir politik strateji için sol veya sosyalistler, ne kendilerinin ne de bu ülkenin en acil sorununun AK Parti’yi anti-demokratik yöntemlerle alaşağı edilmesine çanak tutmak olmadığını görmelilerdir öncelikle.

Meclis içinde ya da dışında yer alan sol, öncül meselesinin AK Parti’sine (doğal olarak onun vesile olduğu demokratik açılımlardan nefes alabilecek ortamlar kazanan kendisine) karşı müthiş bir yok etme stratejisi yürüten anti demokratik güçler ve örgütlenmelerle mücadele etmek ve hızla daha demokratik açılımlar gerçekleştirmek olduğunu görmelidir.

AK Parti’yi her fırsatta bile bile haksızca suçlamak yerine onu adilce eleştirmek, yaptıkları olumlu hizmetleri kabul etmek ama yetinmemek, en büyük parti olma özelliğiyle onu daha demokratik adımlar atmaya yöneltmek, iteklemek çok daha önemli ve doğru stratejiler olacaktır.

Bunun tersi AK Parti’yi vesayet karşısında yalnız bırakmak olacaktır ki Blok için bu eğer politik bir tavır ise yanlıştır. Hep negatif, hep kara tablolar çizen, hep dünya yıkıldı yıkılacak edebiyatına hapsolmuş geleneksel tavırlar sergileyen bir muhalifliktan hiç kimseye hayırlı bir şey çıkmayacağı artık görülmelidir.

Hep yapıla geldiği gibi yine ormana değil (onlarca yıldır başımızda sopasını eksik etmeyen vesayet rejimleri ve kirli örgütlenmeler vs) bir ağaca (bugün için bu AK Parti) hedef kilitlenmişlik sadece anlamsız bir kör dövüşü yaratabilir.

Doğal olarak öyle bir kör dövüşünden de bu ülkede barış, özgürlük ve demokrasi isteyen hiç kimseye zındık yarar çıkmaz.

Eğer hep aynı yerde patinaj yapıp durmak istiyorsak bu tek ağaçla dövüşmeye devam edelim.

Ama bilinmeli ki hedefini doğru belirlemeyen, rakibini iyi analiz edemeyen, karşıtını yanlışı ve doğrularıyla kabul etmeyi beceremeyen hiç kimsenin başarılı olamadığı gibi bizim vekillerimiz de başarılı olamayacaklardır.

Yarın, ‘Bizim vekillerimiz de hep eleştirdiğimiz vekiller gibi oldu ya’ diye kimse çıkıp sızlanmasın.


Baki MURAT

30.06.2011


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
05 Temmuz 2011 15:49

gökay

Baki Murat beyin eline kalemine sağlık.
Varsın doğru söyleyeni 9 köyden kovsunlar.
10. köy yakınlarda bir yerlerde olmalı...

Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.