Türkiye laik mi?
16 Eylül 2024 02:27 / 139 kez okundu!
Türkiye’nin laik olduğu bazı kişi ve çevreler tarafından mutlak ve asla tartışılmaz bir hakikatmiş gibi görülüyor ve sunuluyor. Bu laikliğin kurucusu olarak da M. Kemal gösteriliyor. Ne var ki, Türkiye’nin gerçekten laik olup olmadığı tartışmaya çok açık.
*****
Türkiye laik mi?
Türkiye’nin laik olduğu bazı kişi ve çevreler tarafından mutlak ve asla tartışılmaz bir hakikatmiş gibi görülüyor ve sunuluyor. Bu laikliğin kurucusu olarak da M. Kemal gösteriliyor. Ne var ki, Türkiye’nin gerçekten laik olup olmadığı tartışmaya çok açık.
Ülkemizde laikliğin bulunup bulunmadığı sorusunun cevabı büyük ölçüde laikliğin tanımına bağlı. Çok tekrarlandığı hatta bazı kişi ve kesimlerce "iman" edildiği üzere laiklik; din işleri ile devlet işlerinin birbirinden kesin olarak ayrılması ise, bu anlamda bir laikliğin Türkiye’de mevcut olmadığı söylenebilir.
Bunun ana sebebi Diyanet İşleri Başkanlığı adlı bir yapılanmanın var olması. Bu yapılanma genel devlet teşkilatı içinde yer almakta. Esas itibarıyla Sünni insanlara din adamı olarak devlet memurluğu görevi vermekte. Ülkedeki bütün camiler bu kuruluşa bağlı. Keza, tüm okullarda din eğitimi dersleri verilmekte. Benzer bir durum Aleviler için de söz konusu. Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nın Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde teşkilatlandığı görülüyor. Alevilerin temel taleplerinden biri de onların dede ve babalarının da tıpkı imamlar gibi devlet memuru olarak görevlendirilmesi. Yani, ülkede din işleri devlet işlerinin bir parçası hâline gelmiş vaziyette. Bu yüzden, din işleri ile devlet işlerinin birbirinden kesin olarak ayrılması anlamında Türkiye laik değil...
Bu modelin tarihi epeyce eskiye gidiyor, Osmanlı’ya dayanıyor. 1923’te kuruluş sürecine giren dar anlamda cumhuriyet döneminde de aşağı yukarı olduğu gibi devralınmış. Bu modeldeki temel endişe dinî hayatın kendi akışına bırakılmaması ve dinin bir şekilde devlet kontrolü altında tutulması. Bununla beraber, Türkiye Fransa tipi laikliğin hayranı ve takipçisi olmaya çalışan bir ülke olarak, dinî görünüm ve tezahürleri ve dinî hayatı özellikle 1923-1945 arasındaki tek parti diktatörlüğü döneminde büyük bir tahakküm altına almaya çalıştı. ‘Dil devrimi’ adı verilen tuhaf uygulama da bunun araçlarından biri olarak görüldü. Demokrasiye geçiş din ve dindarlar üzerindeki tahakkümün olduğu gibi sürdürülmesini imkânsızlaştırdı. Demokratik hak ve özgürlükler ister istemez dini ve dindarları da kapsamaktaydı. Bu yüzden yasaklanmış olan din eğitimi ve dinî ritüeller bizzat CHP tarafından serbestleştirilmeye başladı...
Laikliğin bir diğer anlamı, iktidarın din adamlarının elinde bulunmaması veya dinden kaynaklanmaması olabilir. Bu anlamda Osmanlı İmparatorluğu da önemli ölçüde laik sayılabilir. Osmanlı padişahları din adamı değildi ve dinî bir otorite kullanmamaktaydı. Elbette dinî referanslar da vardı ama din tek başına iktidara kimin geleceğini belirlemede önemli ve etkili bir belirleyici değildi. Önemli olan saltanat ailesinden gelmekti. Başka bir deyişle hanedan mensubu olmak iktidara gelmek için ön şarttı. Ancak, Osmanlı’nın son yılarında padişahlar egemenliği önemli ölçüde Heyet-i Vükela ve Meclis ile paylaşmaktaydı. Yani Türkiye bir tür anayasal monarşi olma yolunda ilerlemekteydi…
Türkiye’deki laiklik tartışmalarının yanlış yapılmasının sebebi din özgürlüğünün öne çıkarılmaması hatta dışlanması. Din özgürlüğüne hizmet eden bir laiklik, doğru bir laikliktir ve demokrasiyle daha iyi bağdaşır. Din özgürlüğünü bastıran laiklik ise yanlış ve demokrasiye zararlıdır. Türkiye eğer 1950’de demokrasiye geçmiş olmasaydı büyük bir ihtimalle din özgürlüğünün bulunmadığı ve laik olduğunu iddia eden bir diktatörlük olarak çok uzun süre ayakta kalamazdı.
Atilla YAYLA
turkiyegazetesi.com.tr
13.09.2024
Son Güncelleme Tarihi: 16 Eylül 2024 20:14