KÜRESEL GÜÇLERÝN SURÝYE'DEKÝ “YAÐMUR-TARLA METAFORU”

23 Aðustos 2022 11:46 / 496 kez okundu!

 

 

"Arap Baharý’nýn etkisiyle iç politik bir sorun olarak baþlayan Suriye krizi, bölgesel ve küresel güçlerin katýlýmýyla vekalet savaþlarýna dönüþmüþ, Arap Baharý’ndan etkilenen diðer Ortadoðu ülkelerinde olduðu gibi kýsa sürede bitmesi beklenen kriz on yýlý aþkýn süredir devam etmektedir."

 

***

KÜRESEL GÜÇLERÝN SURÝYE’DEKÝ “YAÐMUR-TARLA METAFORU”

Arap Baharý’nýn etkisiyle iç politik bir sorun olarak baþlayan Suriye krizi, bölgesel ve küresel güçlerin katýlýmýyla vekalet savaþlarýna dönüþmüþ, Arap Baharý’ndan etkilenen diðer Ortadoðu ülkelerinde olduðu gibi kýsa sürede bitmesi beklenen kriz on yýlý aþkýn süredir devam etmektedir.

Türkiye þüphesiz Suriye krizinden etkilenen ülkelerin baþýnda gelmektedir. Türkiye,10 yýlý aþkýn süredir bölgede devam eden vekalet savaþlarýndan, küresel güçlerin desteklediði terör gruplarýndan kaynaklý sorunlardan ve bölgedeki çatýþmalardan kaynaklý göç etmek zorunda kalan mültecilerden en çok etkilenen ülke olmuþtur.

Türkiye dört büyük sýnýr ötesi askeri harekat olmak üzere bölgede çok sayýda terör operasyonu gerçekleþtirmiþ ve krizin baþýndan bu güne kadar 3 milyonun üzerinde mülteciye ev sahipliði yapmýþtýr. Ayrýca gerek ülke olarak kendi imkanlarý ile gerekse de BM dahil birçok uluslararasý kurumu organize ederek bölgedeki sivil halkýn insani ihtiyaçlarýný karþýlamýþtýr.

 

Son dönemde ise kamuoyunu meþgul eden baþlýca konu, Türkiye’nin 10 yýlý aþkýn süredir izlediði Suriye politikasýný deðiþtirip deðiþtirmeyeceði sorusudur. Bu soruya cevap vermek için öncelikle, Suriye arenasýný ‘3.dünya savaþý’ alanýna çeviren küresel güçlerin politikalarýna bakmak gerekmektedir.

Zira; hiçbir ülkenin dýþ politikasýnda, diðer ülkelerin hamlelerini gözardý ederek hareket etmesi mümkün deðildir.

ABD’nin Suriye Politikasý

Soðuk Savaþ döneminde Sovyetler Birliði’nin en yakýn müttefiklerinden birisi haline gelen Suriye’nin, ABD ile iliþkileri neredeyse her dönemde soðuk olmuþtur.

Ancak özellikle Ýsrail’in “baðýmsýzlýðýný ilan etmesinin” ardýndan 1948, 1967, 1973 ve 1982 yýllarýnda yaþanan Arap-Ýsrail savaþlarýnda Suriye’nin ABD karþýtý politikalarý, iki ülke arasýndaki sorunlarý ayyuka çýkarmýþtýr.

 

Diðer yandan 2003 yýlýnda ABD’nin Irak iþgaline Suriye’nin karþý çýkmasý, 2005 yýlýnda ise Lübnan’da yaþanan ABD yanlýsý olan üst düzey isimlere düzenlenen suikastlerden Suriye’nin sorumlu tutulmasý zaten gergin olan ABD-Suriye iliþkileri daha da keskinleþmiþtir.

ABD, krize müdahil olan diðer ülkeler göz önüne alýndýðýnda, Suriye politikasýnda en çok deðiþiklik yapan aktör olmuþtur. Arap Baharý sürecinin devamý olarak ortaya çýkan Suriye’deki iç savaþta ABD, ilk aþamada Esad rejiminin düþmesi gerektiðini savunmuþ ancak müdahale konusunda kararsýz kalmýþtýr.

Fakat 2012 yýlýna gelindiðinde ABD bu defa, Suriye’de kimyasal silah kullanýmýnýn “kýrmýzý çizgi” olduðunu açýklamýþ ve Suriye’ye müdahale edeceðini açýklamýþtýr. ABD bu açýklamasýndan sadece 4 ay sonra ise Rusya ile imzaladýðý, “Suriye’de bulunan kimyasal silahlarýn yok edileceðine dair” anlaþma doðrultusunda, müdahale fikrinden yeniden vazgeçmiþtir.

ABD 2014 yýlýnda ise Suriye politikasýnda yeniden revizyona gitmiþ ve bu defa Suriye’de ýlýmlý muhaliflere destek vereceðini açýklamýþtýr. ABD’nin bu politikasý yaklaþýk 1 yýl kadar devam etmiþ fakat DEAÞ terör örgütünün ortaya çýkmasý ve kontrolü altýnda tuttuðu alanlarý geniþletmesi nedeniyle ABD yine politika deðiþtirerek bu defa “ýlýmlý muhaliflerden” desteðini çekip “DEAÞ’la mücadele” baþlýðý altýnda terör örgütü PKK’nýn uzantýsý olan PYD ve SDG’ye destek vermeye baþlamýþtýr.

ABD yönetiminin bölge politikasýnda temel olarak izlediði üç strateji bulunmaktadýr. Ýsrail’in güvenliðini ve stratejilerini garanti altýna almak, bölgedeki enerji hatlarýna sahip olmak ve Ýran ‘tehlikesi’ üzerinden Arap devletleri üzerinde etki kurmak.

ABD bu hedefleri doðrultusunda; sürekli deðiþen Suriye politikalarýna bir yenisini daha ekleyerek, “DEAÞ’la mücadele” baþlýðý altýnda terör örgütlerine verdiði desteðin yanýna, Suriye üzerinde Ýran’ýn güç kazanmasýndan rahatsýzlýk duyarak ve Ýran’ýn Suriye’deki etkisini azaltmak için Arap ülkeleri ile uzlaþý süreci baþlatmýþ ve Abraham Anlaþmalarý’ný imzalamýþtýr.

Bütün bu politika deðiþikliklerinden sonra ABD Baþkaný Trump 2019’da Suriye’den, “DEAÞ’ý yendik” ifadesiyle geri çekileceðini açýklamýþtýr.

Fakat bu politika deðiþikliði de Biden yönetiminin gelmesi ile gerçekleþmemiþtir. ABD bütün bu geliþmelerden sonra, Suriye politikasý konusunda 10 yýlý aþkýndýr izlediði zikzaklý politikayý sürdürerek Suriye’deki iç karýþýklýðýn ömrünü uzatmaya devam etmektedir.

Rusya’nýn Suriye Politikasý

Soðuk Savaþ döneminde Sovyetler Birliði’nin Ortadoðu’daki yegane deniz üssünün Suriye’deki Tartus Deniz Üssü olmasý, Rusya için Suriye’nin Doðu Akdeniz’e açýlan kapý vazifesi görmesi ve baba Esad ile baþlayan bu iyi iliþkilerin, Putin-Beþar Esed arasýnda daha sýkýlaþarak müttefiklik iliþkisine dönüþmesi Rusya’nýn Suriye’yi vazgeçilmez olarak görmesinin ana sebeplerindendir.

 

Arap Baharý’nýn ortaya çýkýþýný sonrasýnda krizi fýrsata çevirmeye yönelik adýmlar atmaya baþlayan Rusya, Suriye iç savaþýnda da uzun yýllara dayanan iþbirliði çerçevesinde Esad rejiminin varlýðýnýn devam etmesini desteklemiþtir.

2011,2012 ve 2014 yýllarýnda BM Güvenlik Konseyi’nde, Esad aleyhine alýnacak tüm kararlara yönelik veto hakkýný kullanan Rusya, Suriye ile 2014 yýlý sonunda yaptýðý “güvenlik anlaþmasý” doðrultusunda da, Suriye’deki askeri varlýðýný meþru hale getirmiþtir.

ABD’nin “kýrmýzý çizgi” olarak nitelendirdiði kimyasal silah kullanýmý konusunda BM Güvenlik Konseyi’nin Suriye’ye yönelik askeri müdahale tasarýsýný veto eden Rusya, bu oylamadan sadece 4 ay sonra ABD ile “Suriye’de kimyasal silahlarýn imhasý konusunda uzlaþma saðlanmasýna” öncülük ederek ABD’nin askeri müdahalesini engellemiþtir.

Rusya bu anlaþma ile beraber, adeta hem batý ülkelerinin doðrudan Suriye müdahalesine set çekmiþ hem de bölgede daha fazla nüfuz kazanmak için bir fýrsat yaratmýþtýr.

2014 yýlýndan itibaren Suriye’de DEAÞ terör örgütünün varlýðýný artýrmasýyla birlikte, diðer uluslararasý aktörlerin politikasý DEAÞ’a yoðunlaþmýþ, ABD bölgedeki varlýðýný ‘terörle mücadele’ olarak izah etme fýrsatýný bulmuþken, Rusya’da politika deðiþikliðine giderek, güvenlik planlarýndan ziyade Esad ile iliþkilerini daha üst düzey seviyeye çýkarma ve bölgede varlýðýný artýrma fýrsatý bulmuþtur.

DEAÞ terör örgütünün ortaya çýkmasýyla birlikte ABD, Ýran, Türkiye ve AB ülkelerinin, asýl hedeflerini rejimin düþmesinden ziyade güvenlik perspektifine döndürmesi, Rusya’ya geniþleme için uygun zemin oluþturmuþ ve Rusya bunu fýrsata çevirmiþtir.

Bu sýrada normal þartlarda tek ‘erk gücün’ kendisi olmasý üzerine kurguladýðý planý yine revize eden Rusya, ABD’nin çeþitli politikalarý nedeniyle çeþitli zamanlarda sorun yaþadýðý terör örgütü PKK/PYD’nin bölgedeki varlýðýný kabul etmiþ ve kurduðu bu denge ile daha rahat hareket ederek, Suriye’ye daha fazla askeri konuþlanma saðlamýþtýr. Rusya, Soðuk Savaþ döneminden beri bölgedeki yegane askeri üssü olan Tartus Deniz Üssü’nün yanýna Lazkiye Hava Üssü’nü de katarak güç çarpanýný artýrmýþtýr.

ABD ve AB ülkelerine karþý Suriye’de uyguladýðý set stratejisi, Rusya’nýn zaman içerisinde deðiþen poltikalarýna raðmen hedeflerine ulaþmasýnda önemli rol oynamýþtýr. Rusya’nýn haricindeki neredeyse tüm aktörlerin Esad’sýz Suriye politikasý, Rusya’nýn müdahil olmasýyla birlikte, gücü azaltýlmýþ, Rusya kontrolünde Esad politikasý haline dönüþmüþtür.

AB ve NATO ülkelerinin Suriye Politikasý

2010 yýlýnýn sonlarýna doðru Ortadoðu’yu kasýp kavuran Arap Baharý karþýsýnda AB ülkeleri net bir strateji geliþtirememiþtir. 2008 yýlýnda baþlayan ekonomik kriz nedeniyle zor zamanlar geçiren AB ve NATO ülkeleri, Suriye krizinde kendi sorunlarý nedeni ile etkin rol alamamýþ neredeyse Fransa dýþýnda tüm ülkeler ABD’nin politikalarý çerçevesinde pozisyon almýþtýr.

Bütün bu dengeler çerçevesinde Arap Baharý, AB’nin ortak dýþ politikalar üretememesi ile sonuçlanmýþ ve bu ülkelerin hükümetleri krizi fýrsata çevirmek adýna farklý politikalar geliþtirmiþlerdir.

Fakat özellikle Suriye iç savaþý neticesinde mülteci akýnlarýýn ortaya çýkmasý bu ülkeleri ilk defa ortak noktada buluþturmuþtur. Zira AB ülkeleri için mülteci sayýsý, resmi rakamlara göre Ýkinci Dünya Savaþý’ndan bu yana en yüksek seviyeye ulaþmýþtýr.

Ayrýca AB ülkeleri Suriye krizi süreci boyunca, ekonomik kriz, mülteci krizi gibi krizler yanýnda Brexit Süreci’de yaþamýþ ve kendi içerisinde beka krizi de yaþamýþtýr.

Sonuç olarak AB ve NATO ülkeleri, Suriye’deki iç savaþ süreci boyunca hem ABD’nin politikasý çerçevesinde Esad rejiminin düþmesini isterken hem de karþýt güçlere desteðini sýnýrlý tutmak zorunda kalmýþtýr.

Tüm AB ve NATO ülkelerinin arasýnda Fransa gibi etkin olmaya çalýþan ülkeler ise etkisiz kaldýklarýný artýk net bir þekilde kabul etmek zorunda kalmýþtýr.

Türkiye’nin Suriye Politikasý

Türkiye, Suriye krizinin baþladýðý ilk günden itibaren sýnýr güvenliði, bölgesel güvenlik ve insan haklarýný öne alan bir politika benimsemiþtir.

Türkiye’nin ilk günden itibaren Esad rejimine karþý olmasýnýn sebebi ve sonuçlanmasýný istediði nokta tamamen aynýdýr. Bunu dört önemli baþlýkta özetleyebiliriz.

Ýlk olarak Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’nin ortaya koyduðu ve daha önceki süreçlerdeki emsalleri ile karara baðladýðý 2254 sayýlý maddesi kapsamýnda “barýþçýl çözüm” sürecinin devam ettirilmesine ilk günden itibaren baðlý kalmýþtýr.

Krizin baþladýðý andan itibaren Türkiye, kendi sýnýr ve ulusal güvenliði söz konusu olmadýðý hiçbir durumda ne politik ne de askeri bir hamlede bulunmamýþtýr. Türkiye net bir þekilde askeri operasyonlarý dahil tüm hamlelerinde ‘aslolan güvenlik ve insan haklarý’ vurgusu yapmýþ ve BM tarafýndan belirlenen Uluslar arasý hukuk çerçevesi dýþýnda hareket etmemiþtir.

Türkiye’nin ilk günden bu yana izlediði politika, Davutoðlu sürecindeki popülist açýklamalar dýþýnda, uluslararasý kararlarýn ve hukukun öngördüðü yol haritasýna tam anlamýyla uygun yürütülmüþtür.

Diðer bir ifadeyle Türkiye, Suriye’deki kaosun çözülmesi için krizin ilk baþladýðý 2011 yýlýndaki tavrýný,yine ilk resmi görüþmeler olan ve 2015 yýlýnda baþlatýlan Astana Süreci’nde de dile getirmiþ ve etkin bir anayasanýn yazýlmasý, þaibesiz seçimlerin yapýlmasý þartýna baðlamýþtýr. Dolayýsýyla Suriye yönetimi ile iliþkileri tesis etmek hedefini Türkiye asla çözümün dýþýnda býrakmamýþtýr.

Ýkinci olarak ise Türkiye, ilk günden bu yana, neredeyse tüm dünya ülkelerinin muzdarip olduðu “terörle mücadele” baþlýðý üzerine hareket etmiþtir.

Bu minvalde Türkiye, yine uluslararasý literatüre giren ve kabul edilen Adana Anlaþmasý çerçevesinde hareket etmiþtir ve etmektedir. Suriye ile Türkiye arasýnda terörle mücadele konusunda imzalanan, sýnýr güvenliði ve terör konusunda tüm þartlarý belirleyen bu anlaþma, Türkiye’nin yaptýðý tüm hamlelerin ve politikalarýn meþru olduðunu ortaya koymaktadýr.

Son dönemde gündemi meþgul eden ve Rusya’nýn da Türkiye’yi Esad rejimi ile diyaloða yönlendiren mantýk da bu anlaþmanýn verdiði haklar çerçevesindedir.

Burada asýl konuþulmasý gereken, Esad rejimi ile Türkiye’nin olasý bir diyalogda, birlikte PKK ile nasýl mücadele konusundaki baþlýktýr. Bu nedenle Türkiye’nin Esad rejimi ile diyaloðunun mümkün olmasýnýn ana þartýnýn PKK ve türevleri ile mücadele olacaðý aþikardýr.

Bu noktada birkaç alternatiften bahsedebiliriz.Türkiye’nin Esad rejiminden ilk olarak þartý þüphesiz ki; Türkiye’nin sýnýrýnda konuþlu PKK varlýðýný bulunduðu bölgelerden tasfiye etmesi olacaktýr. Nitekim Türkiye’nin Suriye krizinde neredeyse ilk günden bu yana hedefi de zaten budur.

Üçüncü olarak ise Türkiye, geçici koruma statüsünde yer alan mültecilerin Türkiye’den Suriye’ye dönüþünü saðlama hedefini net bir þekilde ortaya koymaktadýr.

Fakat bu noktada Türkiye’de bulunan mültecilerin Esad rejiminin kontrol ettiði topraklara dönmesini beklemek, dünyadaki örneklerden hiç ders almamak anlamýna gelir. Özellikle de dünyadaki örneklerden ziyade, son dönemde Lübnan’dan Esad rejiminin hakimiyetindeki bölgelere geri dönenlerin karþýlaþtýklarý durum gözönüne alýndýðýnda bu duruma Türkiye’nin gözü kapalý razý olmasý, Türkiye’nin adalet anlayýþý ile çeliþecektir.

Türkiye þüphesiz ki, olasý bir anlaþmayý bir yol haritasýna baðlamadan ilerletmek istemeyecektir.

Sonuç

Tüm bu geliþmeler Türkiye’nin Suriye politikasýnda, aslýnda deðiþikliðine gitmek yerine ilk günkü politikasýna sadýk kaldýðýný ve sadece sorunlarýn çözümü için yeni bir inisiyatif almak istediðini gösteriyor.

Yani Türkiye’nin bu süreçte, tüm küresel güçler gibi strateji deðiþtirmesi konuþulabilir ama hedefleri net bir þekilde hala aynýdýr.

Türkiye, Suriye krizinin baþladýðý ilk günden itibaren sýnýr güvenliði, bölgesel güvenlik ve insan haklarýný öne alan bir politika benimsemiþtir ve terörle mücadele, kapsamlý bir siyasi çözüm ve mültecilerin geri dönmesini hedeflemektedir.

Mukahhak ki; yeni bir iliþki süreci, tüm sorunlarýn bir anda ortadan kalkmasýný hýzlý bir þekilde saðlamayacak. Hele de küresel güçlerin sürekli politika deðiþtirdiði bir ortamda, þüphesiz ki bu süreç kolay olmayacak.

Tek gerçek þu. Tüm küresel güçler, “yaðmur nereye yaðarsa tarlayý oraya kaldýrýrken” Türkiye’nin hedefi dünyadaki tüm sorunlara olan yaklaþýmýnda olduðu gibi sorunlarý çözmek üzerine kurulu. Ve þüphesiz bu devlet, bunu baþaracak dirayet ve güce sahip.

Adem KILIÇ

Kaynak: gdhdigital

 

Bu yazýyý Facebook'ta paylaþabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaþ
0
Yorumlar
Uyarý

Yorum yazabilmek için üye olmalý ve oturum açmalýsýnýz.

Eðer sitemize üye deðilseniz buraya týklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eðer üye iseniz oturum açmak için buraya týklayýn.