Erdoğan, Özal ve Çiller

15 Haziran 2013 13:56 / 1558 kez okundu!

 


"Tarih tekerrürden ibarettir" derler ya işte son günlerde yaşadıklarımız beni yakın siyasi tarihimizdeki benzer örneklerine ve sonuçlarına götürdü. Gelin Özal ve Çiller dönemlerinden kesitlerle Erdoğan'ın girdiği yanlış yollara değinmiş olalım:


(1) Özal neden kaybetti?


1989 yerel seçimleri öncesi yapılan anketler başta üç büyük kent olmak üzere bir çok kentte ANAP'ın seçimleri kazanacağını öne sürüyordu. Öyle ya 12 Eylül 1980 darbesi sonrası üst üste iki kez genel seçim kazanan ve tek başına iktidar olan bir parti yerel seçimlere de avantajlı girer. Karşısında siyasi yasakları yeni kalkmış eski liderler vardı. Özal ise yeninin, gelişimin, değişimin temsilcisi gibiydi.

Evdeki hesap da, anketler de çarşıya uymadı. Sonuç ANAP için hüsrandı: Sadece Hakkari ve Malatya belediyeleri kazanılmıştı. Bütün ana kentler kaybedilmişti.

Halk SHP ve DYP'ye yönelmiş, muhafazakar bölgelerde RP atağa geçmişti. Özal bu sonucu bir türlü anlamlandıramıyordu. Türkiye'yi kabuğundan çıkaran adamdı. Neydi peki bu hüsranın ardında yatan gerekçeler? Halk neyi istemiyordu?

1. Kendine aşırı güven... Parti teşkilatlarına aile müdahalesi arttı, eş dost ahbap ilişkileri ile parti yönetilmekteydi. Hiç iktidardan inmeyecek gibiydi ANAP.

2. 1987 referandumunda yasakların lehine çalışma... HAYIR t-shirtleri ile darbe mağduru siyasilerin yasaklarının devamını savundu, bütün darbe mağdurlarını karşısına aldı; karneye bir çizikti bu.

3. 3-5 çapulcu diye küçümsenen PKK eylemlerinin şiddetini artırması... Devlet her geçen gün daha büyük kayıplar veriyor, Nevruzlarda olaylar artıyor, suistimaller yaşanıyor ve kimse hesap vermiyor / hesap sormuyordu.

4. Faili meçhullerin sayısının artması... Devletin eli kolu bağlıydı. Cinayetlerin arkasındaki karanlık eller su yüzüne çıkarılamıyordu. Sanki birileri bazı soruşturmaları kasten örtüyor, kasten birşeyleri haber vermiyordu.

5. Medya ve eskinin siyasetçileriyle gerginliğin had safhaya çıkması... Her gün kavga, her gün laf dalaşı ve her gün istikrarsız bir ekonomi görüntüsü... Özal'ın ailesi kavgaların odağında...

6. Hayali icraatlar, yolsuzluk ve usulsüzlük iddiaları... Bunlar ekonominin tıkırında gitmemesine yol açtı.

Bütün bunlar halkı yormuştu, halk kabuğundan sıyrıldığının farkındaydı ama iki defa emaneti teslim ettiği partinin başka huzursuzluklara neden olduğu veya derman olamadığı intibaını aldığı an en yeni ve/veya en bilindik ikinciye yöneldi.


(2) Asker/polis partisi görünümü DYP'nin sonunu hazırladı

Deniz Baykal 1995 yılında DYP-CHP koalisyonunun devamı için başbakan Çiller'e İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir'in görevden alınması gereğini ön şart olarak koştu. Menzir, CHP İstanbul milletvekili ve Meclis İnsan Hakları Komisyonu başkanı Algan Hacaloğlu hakkında sert sözler sarfetmiş, Baykal da soluğu başbakanlıkta almıştı.

Çiller: "Bir bürokratın cesedi üzerinden hükümet yürütmem, emniyet müdürümü yedirmem" dedi, koalisyonu bozdu ve erken seçim kararı aldı. Kurduğu azınlık hükümeti yeterli güvenoyunu almayınca tekrar CHP ile koalisyon kurdu, zaten ön koşul da sağlanmıştı; Necdet Menzir de İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevinden istifa etmişti.

Neden mi? DYP'den milletvekili olmak için... DYP 1995'te kurduğu A Takımının içine bir çok emekli / istifa etmiş polis ve askeri almıştı: Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, eski vali Hayri Kozakçıoğlu, Saffet Arıkan Bedük, Bekir Aksoy, Ünal Erkan, Necdet Menzir ve Mehmet Ağar...

Bu isimler içinde devletin bir çok karanlık operasyonunda adı geçenler bulunmaktaydı. Kaldı ki işkencelerde ölen gazetecilerin, faili meçhullerin, cumartesi annelerinin feryatlarının yıllarıydı 80'ler ve 90'lar... Çiller bu puslu havayı dağıtamadığı gibi pusunu artıran eylemlere vesile olan, bunların sorumlusu görülen isimleri de meclise taşıdı; bir kısmını parti yönetimine, bir kısmını bakanlığa getirdi.

Parti ve devlet yönetimini polise teslim etmişti Çiller, 90'ların havası bunu gerektiriyordu belki de. Ya da eli kolu bağlıydı, başbakanlığa geldiğinde Kürt sorununu çözmek için BASK modelini öneren, özel radyo ve televizyonların önündeki bürokratik engelleri kaldırmak için "Radyomu istiyorum" kampanyaları füzenleyen bir siyasetçi olarak parti içi dengeleri ve devletin kırmızı çizgilerini gözetmek zorunda kalmıştı. İşin Çiller yönünden hazin yönü ise yukarıda adı geçen isimlerin çoğunun ilk fırsatta Çiller'in karşısına geçip ona isyan bayrağı açmalarıydı. Çiller partiyi önce askerin ve polisin partisi yapmış, sonra da 28 Şubat sürecinde askerin ve polisin kendisini alaşağı etmek için neler yaptığını ibretle izlemişti.

Polis/asker partisi görünümü DYP'yi bitiren en önemli faktör değildi ama faktörlerden biriydi. Halk mağdurdu, statükocu bürokrasi galip gelmişti.

***

Sonuç

Demem odur ki...

Topluma huzursuzluk aşılarsanız, faili meçhullerin, hesap verilmeyen/sorulmayan olayların sayısı artarsa, demokrasi karnenize çizik yedirecek yasakların savunusuna giriştiyseniz yaptığınız eski iyilikler, çabalar unutulur ve gün gelir iradesine hep saygı duyduğunuzu söylediğiniz halkın vefasızlığından yakınırsınız.

Hrant Dink soruşturmasındaki suistimalleri nedeniyle haklarında bırakın soruşturma açılmayı bakanlığa, müsteşarlığa kadar getirilenlerin olduğu bir ülkede yaşıyorsak eğer... Uludere, Reyhanlı ve Afyon zaafiyetlerinin hesabının sorulmadığı, aksine sorumlularının ödüllendirildiği diyarlardaysak... "Polise uzanan eller kırılsın" sloganlarıyla halka karşı polis şiddetini savunanlar varsa... "Ben birileri istedi diye emniyet müdürümü, valimi yedirmem" diyenler bu dönemde de karşımıza çıkıyorsa...

Gerçekler bir o kadar yalın ve bir o kadar yakındır. Evet, yükseliyorken düşüştesiniz...


Volkan ABUR

15.06.2013

Son Güncelleme Tarihi: 16 Haziran 2013 09:47

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.