'Türk’üm, doğruyum, çalışkanım'

20 Eylül 2012 13:29  

 

'Türk’üm, doğruyum, çalışkanım'

Gördük ki kâğıt üzerinde hepimiz Türk’üz ama çoğumuz ne doğru ne de çalışkan. Hangi yüzle çocuklarımızdan narin varlıklarını armağan etmelerini istiyoruz?

Elif Daldeniz

Mahallemizdeki ilkokulun bahçesindeki hoparlör cızırtısı, birazdan duyacağımız bağrış çağrışın habercisi. Müdür (ya da yardımcısı) kış gününde bile (her gün) sınıfa girmeden dışarıda beklemek zorunda kalan öğrencileri sıraya girmedikleri için azarlayacak, ardından “günaydın” diye seslendiğinde karşılık verilmesi gereken “sağol” yeterince yüksek sesle çıkmadığı için yeniden “günaydın” diyecek; kötü bir günse en küçükleri belki altı yaşında bile olmayan “veletler” yeterince sakin “hazırol” duruşuna gir(e)mediği için avazı çıktığı kadar bağıracak. Sonra hep bir ağızdan “Andımız” okunacak ve minikler (nihayet) sınıflara girecek.

Tüm bunlar olurken müdüre öfkelenirim, hiç mi sorgulamazsın be adam diye; devlete sinirlenirim en minikleri bile yalnızca öğütülecek malzeme gördüğü için; anne babalara çatmak isterim seyirci kaldıkları için. Bazı günler tüm bunlar dayanılmaz olur, gözümdeki yaşı zor tutarım. O zaman yine benim gibi bir ilköğretim okulunun yakınında oturan bir arkadaşım aklıma gelir. Şiddetin dilinden başkasını bilmeyen bir müdürün küçücük çocukları(mızı) azarladığını duyunca yıllar önce nasıl hüngür hüngür ağladığını anlatmıştı.

Benzer ama çok daha şiddetli bir çaresizlik hissi ve öfkeyi şu günlerde Erciş’teki depremden sonra (yine) yaşıyoruz. Gördük ki kâğıt üzerinde hepimiz Türk’üz ama çoğumuz ne doğru ne de çalışkan. Eğer çalışkanlıktan anladığımız, insanın yaşamını idame ettirmek için kimseye yük ve muhtaç olmadan, kimseyi sömürmeden, doğayı tüketmeden “iyi ve güzel” şeyler üretmekse. Ama son deprem de gösterdi ki ülkemizde çalışkanlıktan anlaşılan daha çok kişisel hırs ve açgözlülüğe hizmet eden bir üretim. Canın hiç kıymeti yok. Binalarımız çocukların başlarına yıkıldı. Varlıkları gerçekten armağan oldu.

Doğaya hükmettiğini düşünen insan imgesini sorgulamamız gerekse de elimizde doğa olaylarını bir felakete dönüştürmeden atlatabilmenin fikirsel, teknolojik ve siyasal araçlarının olduğunu teslim etmemiz gerekir. Doğa olaylarının ulus sınırlarını tanımadığı idrak edilmeye başlandıkça, Birleşmiş Milletlerin çatısı altında uluslar üstü bir irade birliği oluşmuş durumda (http://www.unisdr.org ). Türkiye bu girişimlerde devlet olarak yerini aldı. Ve şunu da yazmak gerekir: yüreği doğru yerde olan insanlarımız afet yönetiminde vurguyu afet sonrasından afet öncesine kaydırmaya çalışıyor, yeni uluslararası politikanın önemli kavramlarını ülkemizde de yerleştirmek için çabalıyor. Bu kavramlardan bazıları şöyle: afetten sakınım, risk yönetimi, hazırlıklı olma, katılımcılık, planlama, yoksullukla mücadele, sürdürebilir kalkınma.

Ama son yaşadığımız depremden sonra, özetlemeye çalıştığım yaklaşımı ülkemizde yaygınlaştırmaya çalışan insanlarımızın yaşanan toplu akıl tutulması karşısında hissettikleri duygu da yine çaresizlik olsa.

Andımıza geri dönersek, son yıllarda kaldırılması için çabalar sarf edilmedi değil. O çabaları gördükçe sabahları yanı başımızdaki okuldan gelen seslere biraz daha tahammül eder olmuştum. Yakında geçecek diye. Ama hayır olmadı. Çünkü andımızı eleştiren, andımızın kaldırılmasını isteyen her kesim paylandı. Dünya eğitimde neler yapıyor, bizse hâlâ nelerle uğraşıyoruz diyenler, Türkiye ve koşullarını anlamamakla eleştirildi. Bu ülkede farklı halklar da var diyenler, bölücülükle suçlandı. Andımızı kaldırmak isteyen Milli Eğitim Bakanı’na neredeyse tüm eğitim sistemimizin köküne kibrit suyu dökmek istiyormuş yaftası yapıştırıldı.

Ama artık sözün bittiği yerdeyiz diye düşünüyorum. Çocuklar (ve de büyükler) için yazılmış felsefe kitabını çoğumuz hatırlar: Sofie’nin Dünyası (Garder, Jostein, Sofie’nin Dünyası, Pan Yayıncılık, Çev. Sabir Yücesoy). Orada felsefe öğretmeni Sofie’ye şunu sorar: İnsanın iyi bir yaşam sürdürmesi için neye ihtiyacı var? Cevap basittir: Yiyecek, sıcaklık, sevgi ve şefkat. Bu ülkede yaşayan büyükler olarak çocuklarımıza bunları veremediğimizi her gün yaşanan olaylarla görüyoruz. Bu yüzden de artık kendimize şu soruyu yöneltmeliyiz: Hangi yüzle çocuklardan narin varlıklarını armağan etmelerini istiyoruz? Andımız bir an önce kaldırılmalı!

Taraf

-----

> Çocukların her gün ant içmesi? - Serdar M. Değirmencioğlu

Son Güncelleme Tarihi: 20 Eylül 2012 15:22

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0