Tek eşlilik ruh sağlığı için iyi değil

23 Ekim 2011 12:53  

 

Tek eşlilik ruh sağlığı için iyi değil

Psikolog ve yazar Gündüz Vassaf ile yapılan nehir söyleşi kitabı Gündüz Feneri, hem onu hem de Türkiye’yi ve dünyayı anlatıyor

Gündüz Vassaf, gündüz feneri gibi biri. Belki yıllarını ABD’de geçirmekten, belki psikologluğundan, belki de “iyi” bir insan olmaktan kaynaklanan bir meziyeti var: Kendi doğrusunu bildiği gibi söylüyor. Haberturk.com’un yayın yönetmen yardımcısı Kürşad Oğuz’un, psikolog ve yazar Vassaf ile yaptığı nehir söyleşi kitabı hem onu hem de Türkiye ve dünyayı anlatıyor. İşte Alfa Yayınları’ndan çıkan kitaptan tadı damakta kalacak bölümler.

‘MEŞHURLUK TARİHE KARIŞACAK’

Dilin oluşmasında şimdi çok önemli bir araç var; internet.
İnsanın iletişim için en verimli hali, bütün duyularını kullanırkenki hali. Konuşurken birbirimizin gözüne bakıyoruz, vücut dilimiz var, duyuyoruz, kokluyoruz, paylaştığımız bir ortam var; orada bu düşünce oluşuyor. Bu teknolojinin gelişmesi aslında bizi kitaptan vs. koparmaktan çok haberleşirken bütün duygularımızı aynı zamanda kullandığımız ilk halimize götürüyor. İnsan ilk haberleşmeye başladığında yan yana, göz gözeydi. Üstelik bu, coğrafi sınırları da ortadan kaldırıyor. 1000 kilometre ötedekiyle de iletişim kurabiliyorsun.

İnternetin yayılması giderek bir internet cemaati mi oluşturur? Andy Warhol “Herkes bir gün 15 dakikalığına meşhur olacak” demişti. Meşhur derken, hepimizin tanıyacağı bir meşhur; Sophia Loren, Obama gibi. Bu da bir tür totalitarizmdi. Düzenin duyurduğu meşhurlar. İnternet onu bitirecek. Herkesin tek bir meşhurunun olması, eski diktatörlük, krallık dönemlerinden kalma. Film yapmak, kitap yayınlamak kolaylaştıkça meşhurlar çoğalacak. Çoğaldığı ölçüde de tanınmayacak. Ben senin, sen benim meşhurumun adını bile duymamış olacağız. Zamanla meşhurluk da tarihe karışacak, ilkel bir tapınma adeti olarak.

‘WIKILEAKS İLK KURŞUN’

Wikileaks belgelerinin ardından dünya eskisi gibi kalabilir mi? Amerikalıların İngiliz İmparatorluğu’na karşı hareketi önce Boston’da silahlı bir direnişle başladı. Biri İngiliz askerlerine ateş etti ve Amerikan tarihinde buna “dünya tarihini değiştiren kurşun” diye bakılıyor. Bir anlamda bu Wikileaks de ilk kurşun aslında.

Dünya siyasi tarihini kökten değiştirebilecek bir kurşun mu? İlk kurşun ve ufacık bir kurşun.

Kartopu gibi büyüyebilir mi? Evet.

Devrimlerin bilinçli olmadığını söylemiştiniz. İran Devrimi, Sovyet Devrimi, Fransız Devrimi... Hepsi azınlık devrimleri ve devrim olabileceği önceden düşünülmüş değil. Bunlar bittikten sonra, şimdi 100-200 yıl sonra hâlâ siyaset bilimciler, sosyologlar “Bu nasıl oldu? Koşullar neydi de devrim oldu” diye anlamaya çalışıyorlar.

Babanızla 1963’te ABD’den gemiye binip İstanbul’a, Robert Kolej’e geldiniz.

Okula geldik, oradaki Türk müdür “Son sınıf olamazsın, şu şu derslerin eksik” dedi. Bağırıp çağırmaya başladım; “Tamam dedim, kabul ediyorum. Ben Amerika’dan geldim buraya, yol paramı ödeyin gidiyorum.” Amerikalı müdür duymuş, o sayede son sınıfa aldılar.

Bambaşka bir dünya. Bambaşka. Sigara serbest. Halbuki Amerika’da yatılı okulda sigara içerken yakalanırsan okuldan atılıyorsun. Birden bire büyüdüm Hafta sonları pavyonlara gidiyorduk.

Neden? Erkek okulu, nereden kız tanıyacağım? Yatılıyım. Beyoğlu’nda, pavyonda konsomasyon yapanlar da bizden hoşlanırdı. Robert Koleji’li, genç, tüysüz çocuklar, terbiyeli. Kalantor müşteri çağırmadığı zaman bizlerle otururlardı. Artık arkadaş olmuştuk. Azıcık bacağını sürter, yanak alır, memesine dokunursun bir yerden. Güzel yani. Kocaman adam gibi. Fakat matrak bir hikâye oldu. Picadilli, pavyonun adı bu arada...

Şimdi kaldırdılar hepsini. Çoktan. En sık gittiğimiz pavyonlardan biri oydu. Tabii Amerikan askerleri geldiği zaman gidilmezdi, çünkü pavyonlar 6. Filo falan geldiğinde müşteri almazlardı Amerikalılar gelsin diye. O klasik hikâye vardır ya; Missouri zırhlısıyla ilk Amerikan askerleri geldiği zaman, pavyonlar beyaza boyanmış... Amerikalı askerle Türk kadını işte; kavga çıkacak diye müşteri almazlardı. Ama bizi yine idare ederlerdi. Bir gün pavyona erken gittim. Patron da orada. “Gündüz hoş geldin, gel otur, içki benden” dedi.

Oturdum. Hoşuma giden kızlardan biri de orada. “Ayşe sen de gel” dedi. Ayşe de oturdu. Bira içiyoruz. Ayşe bana sokuluyor. Ben patron orada diye utanıyorum. Adam benden 30 yaş büyük, onun yanında kıza dokunamam. Ama kız hoşuma gidiyor. Bir el geldi, dizimden yukarı çalışmaya başladı. Gayet memnunum. Biri kapıdan “Ayşe gelsene” dedi. Ayşe birden kalkıp gitti. Ama el hâlâ orada! Meğer Ayşe’nin değil, patronun eliymiş. Patron da şaşırdı Ayşe gidince. Ama bunları da öğreniyorsunuz. “Erkekler erkeklere musallat olabilir” aklımdan geçen bir şey değildi.

Bu da bir büyüme tecrübesi oldu.

1964’te Robert Kolej bitince neden Amerika’ya döndünüz? Üniversiteyi Amerika’da okumak istiyordum.

Üniversitede okurken dünyayı değiştiren 68 hareketinin tam içindeydiniz. California’dan başladı asıl.

O günlere nasıl gelindi? O kuşağın mensubu olarak “Gücümüzü hiçbir şey istememiş olmamızdan aldık” diyorsunuz. Aslında bir talep yoktu ama kapitalist düzenin ilk büyük kriziydi belki...

Değişim nasıl yaşandı? Otomobilin müthiş etkisi oldu. Gençler kendi otomobillerine sahip olmaya başladılar ve anneden babadan uzaklaştırdı bu onları. İkinci önemli unsur doğum kontrol hapının ortaya çıkmasıydı. Kızlar ilk defa hamile kalmaktan korkmadılar.

Özetle üç ayağı vardı diyorsunuz 68 dalgasının... Üçüncüsü de savaş.

Savaş nasıl tetikledi? Savaşmak istemedi gençler. Bob Dylan’ın şarkıları çıktı. Zaten milliyetçilik yok. II. Dünya Savaşı biteli çok olmuş. Sovyet tehdidi, McCarthy dönemi bitmiş, saçmalığı, aşırılığı ortaya çıkmış. Antikomünizm bayatlamış artık.

68’in simge fotoğraflarının tam içindeydiniz. Washington başkent. Protestolar daha çok oradaydı.

Savaş karşıtı protestolar... Sadece savaş karşıtı değil, zencilerin eşitliği için düzenlenen protestolar da... Mesela Martin Luther King o yıllarda “yoksulların yürüyüşü” diye bir şey yaptı. Binlerce insan, çoğu yoksul zenci Washington’a geldi. Lincoln, Memorial, Jefferson gibi büyük anıtların oraya, çadırlarla, eşeklerle yoksul insanlar kenti kurdular. Devlet onlara dur diyemedi. Martin Luther’in “Bir rüyam var” konuşması orada oldu.

Amerika’da her üniversitenin bir gazetesi var. O gazeteler savaş karşıtı oldu. Üniversiteler arasında, öğrenci dernekleri vasıtasıyla savaş karşıtı bir ağ kuruldu. Bütün üniversiteler birbiriyle haberleşti. Ben de üniversite gazetesinde yazıyordum. Bütün bu cereyanlar toplanmaya başladı işte. Kent State Üniversitesi’nde güvenlik güçleri dört öğrenciyi öldürdü. Çocuklar savaş karşıtı ufak bir miting yapıyorlardı, birkaç yüz kişiydiler. Biri vur emri vermiş. Bu olay Amerika’yı, üniversiteleri ayağa kaldırdı.

Ortada bir talep yoktu... İlk defa anti kahraman kavramı çıktı ortaya.

MONOGAMİNİN DİKTASI

Sevgi marazi bir şey mi? Kıskançlıklar, cinayetler var... O sahiplenme. Kadın erkek ilişkisinde çok farklı sevgi, yaşam biçimleri var. Ama biz tek biçim diktası altına girdik. Monogami yani tekeşlilikten bahsediyorum. Dünyada en çok cinayetin karı koca arasında işlendiğini dikkate almaksızın onu çok ahlâklı, doğru kabul ediyoruz. Burada bir terslik olmalı. En çok cinayet monogamide işleniyorsa, bu pek doğru, pek insanın ruh sağlığına iyi gelen bir şey olmayabilir. En kötü şey birbirimizi öldürmemiz.

Aşk diye bir şey var mı? Tabii, bir âşık olma hali var.

“İnsan bir kere âşık olur” tezine katılır mısınız? Belki hiç âşık olmayan da vardır, çok âşık olan da.

Çok mu yüceltiyoruz aşkı? Bir de hep araştırmalar yapılıyor. Bir aşık olma hali olduğu kesin. Vücudun daha bir enerji dolu olduğu, kendisini mutlu hissettiği de kesin. Bir mutluluk hali aşk olma hali aynı zamanda. Kötüye gidince cefaya dönüyor.

Aşk acısı oluyor. Gazeteci arkadaş soruyor psikiyatr babama: “Doktor bey, aşk hastalığı nedir anlatır mısınız?” Doktor cevap veriyor: “Aşk hastalığı yoktur, âşık olmama hastalığı vardır.” Aşk insanı coşturan bir şey, aradığı bir şey çünkü. Bir aşk bitince hep kötüleriz. “Başkasını bulursun, bin tane var” deriz. Oysa o birtaneydi ve hakikaten dünya da başkası yoktu. Ona âşık ken gördüğünüz her insanı ona benzetirsiniz. Birisinin saçını, birisinin yürüyüşünü... Heryerde onu görürsünüz. Aşk güzel ama acısı da o kadar zor. En büyük acılardan biri. İnsan ölümü daha tevekkülle karşılıyor. En güzel hali insanın aşk hali. Mutlu çünkü.

Habertürk

----

Video için tıklayın

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0