Taraf dersleri - Oya Baydar

01 Mayıs 2013 12:32  

 

Taraf dersleri - Oya Baydar

Taraf macerasının ikinci bölümü en azından benim için sona ererken, sık sık karşılaştığım “Neden ayrıldınız” sorusuna cevap vermem bu defa daha güç. İlkinde; genel yayın yönetmeninin sosyalist soldan gelen yazarları için kullandığı, eril iktidar kokan, nobran, üsttenci, en hafifinden özensiz “pavyondaki namuslu kadın” benzetmesini kaldıramadığımdan ayrılmıştım. Nasıl bir pavyona geldiğimi biliyordum ama bu ülkenin halklarının geleceğini karartan darbeci-vesayetçi rejimin yıkılması misyonu vardı. Hataları, günahlarıyla da olsa bu misyonu yerine getirdiğine, basın tarihimize de böyle geçeceğine o gün de inanıyordum, bugün de inanıyorum. Darbeci- vesayetçi- seçkinci zihniyete karşı kaynatılan çorbada tuzum bulunsun istemiştim. Kendi mahallemden çok eleştiri aldım ama tercihimden hiç pişman olmadım. 21. yüzyıl başında dünyanın ve Türkiye’nin geldiği noktada, vicdani ve etik olarak (kendimce) durmam gereken yerdeydim.

Öyle çıtkırıldım birisi değilimdir, olmam gerektiğini düşündüğüm yerde zamanı gelene kadar direnmeyi, zamanı gelince de zırlanmadan ayrılmayı bilirim. Buna rağmen, pavyondaki namuslu kadın benzetmesine gülüp geçemedim, çünkü başka bir mahalleden (sosyalist- komünist soldan) gelenlere karşı ayrımcılığı içeren bir özü vardı. “Pavyondaki Namuslu Kadının Vedaı” yazısıyla bu macerayı noktaladım.


Şimdi Taraf’ta neler oluyor?

Hemen söyleyeyim: bilmiyorum. Gazetenin patronundan başka bilen olduğunu da düşünmüyorum. Genel yayın yönetmenliğine Oral Çalışlar getirilince gazetede yeniden yazmaya başlamamın nedeni, yine çorbada tuzum bulunması “maydanozluğu”ydu; çünkü barış süreci başlamıştı ve son on iki yıldır, barışçı çözüm diye diye dilinde tüy bitmiş (bir hanım yazarımızın deyişiyle kafa ütülemiş) biri olarak yine elimde bir avuç tuzla koşturmuştum. İkinci Taraf maceramda, ilk yazının yayımlandığı günün hemen ertesinde, şu ironiye bakın, bugün gazeteden birlikte ayrıldığımız iki yazardan eleştirel tepki geldi; o yazıda barış sürecinin başlamasından duyduğum coşku ve mutluluğu anlatırken, endişelerim de olduğunu, kalıcı barışın ancak Kürt halkının gasp edilmiş haklarının iadesi ve demokratik açılımlarla sağlanabileceğini dilim döndüğünce ifade etmeye çalışmıştım. Her zamanki saftirikliğimle tepkilere şaşırdım. Öyle ya, hepimiz barış sürecini desteklediğimize, bu süreci başlatan Tayyip Erdoğan’ın tarihsel cesaretini ve attığı adımın önemini kavradığımıza, sürece destek olduğumuza göre, bu tepkilerin anlamı ne ki! Sonra yavaş yavaş kavradım: Kimi yazarlar (Genel Yayın Yönetmeni arkadaşım Oral Çalışlar da aynı grupta yer alıyormuş) haklı, köklü, temelli de olsa bu aşamada en küçük soruyu, eleştiriyi, hatırlatmayı, acabayı, özetle AKP’ye yönelik her eleştiriyi sürece zararlı sayıyorlardı. Barış sürecinin demokratikleşme ile tamamlanması zorunluluğunun hatırlatılmasının bile süreci zedeleyeceğini düşünüyorlardı. Şimdi anlayabildiğim kadarıyla; gazetenin patronu, genel yayın yönetmeni ve genel koordinatör üzerinden bu kesime karşı bir operasyon gerçekleştirdi.


Peki, bana ne oluyor?

Bana olan açık ve basit: Barış nereden gelirse gelsin, mimarları kimler olursa olsun makbulümdür diye düşünen ama’sız, fakat’sız bir barışçı olarak (ki bugünün işi değil on iki yıl önce kurduğumuz Barış Girişimi’nin ilkesi, motto’sudur ama’sız barışçılık) yürümekte olan süreci mimarlarıyla, âkil insanlarıyla, bütün adımlarıyla destekliyorum. Bu destek, demokrasi süreciyle barış sürecinin art arda değil iç içe yürümesi gerektiği düşünceme aykırı değil. Bu noktada, sürece hiçbir şekilde köstek olmadan, Kürt halkının hak ve özgürlük mücadelesinin hepimizin özgürlük ve demokrasi mücadelesi olduğunu unutmamayı ve unutturmamayı da, kendi payıma, gerekli buluyorum. AKP iktidarını demokratik açılımlara özendirme ve gereğinde zorlamanın kalıcı barışın önünde engel değil, aksine sürece destek olduğunu düşünüyorum. Bu düşüncelerimle, Taraf’tan birlikte ayrıldığımız kimi yazar ve yönetici arkadaşlardan farklıyım. Peki, neden bırakıyorum yazıları?

Çünkü: patronun/ patronların gazeteye yetkili kıldığı insanları çiğneyerek yaptığı müdahaleleri, görevden almaları, işten çıkarmaları etik bulmuyorum. Tıpkı gazete yetkililerinin yazarların fikirlerine, yazılarına kendi siyasal yönelimleri ve tercihleri doğrultusunda müdahalelerini etik bulmadığım ve gelecekte kendime de uygulanmasını istemediğim için.

Çünkü: bir evin içinde kavga gürültü varsa, orada huzur ve bağımsızlık olamayacağını, kavgaya istemeden bulaşacağınızı ya da bir köşeye sinip yazar kimliğinizden fedakârlık etmek zorunda kalacağınızı bildiğim için.

Çünkü: müflis bir yayın organına sermaye koyacakların meşrebinin gazeteye yansıyacağını bildiğim ve bu meşrebin ne olacağını ise hiç bilmediğim için.

Çünkü misyon yayınlarının misyonları sona erdiğinde kapanın elinde kalacağı ya da sönüp gideceği tecrübelerle sabit olduğu için.

“Ha bu da sana son ders olsun” diyorum kendi kendime. Ve her ikisi de arkadaşım olan Oral’a geçmiş olsun, Neşe Düzel’e de hayırlı olsun diyorum.

Kalıcı barışın sağlanması ortak kaygımız, bunu biliyorum. Özde, yani barışın gerçekleşmesinde anlaşanların siyasal tarafgirliklerin etkili olduğu ayrıntılar yüzünden bölünüp dağılmalarını bir kadermişçesine yaşamanın burukluğu var içimde. Barışçılar barış için bile uzlaşamıyorlarsa, aralarındaki özde değil yöntemde veya bakış açısındaki farklılıkları aşmayı başaramıyorlarsa nasıl yürüyeceğiz ufukta görülen aydınlığa doğru? Kürt siyasal hareketinin ve Kürt halkının barış için gösterdiği yapıcı birlik ve olgunluk tek başına yetecek mi “bizim taraf”ın tepişmesinin yarattığı zafiyeti gidermeye? Tasam bu benim.

Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0