Zor zenaat!

07 Aralık 2011 14:06 / 1323 kez okundu!

 


“Demokrat olmak” siyasette bir doruk, bir tür ermişlik hali olabilir. Ancak demokrasi mükemmele erenler dışındaki siyasi fikir ve davranışlara kapalı bir siyasi iklim olmasa gerek. Üstelik hayat “insan-ı kamil” olabilmenin her dar geçitte sınandığı bir uzun yol olarak görünür bana. Nitekim son günlerin “demokratlık” tartışmaları da gösteriyor ki, KCK operasyonları böylesi bir dar geçit.

Başbakan KCK harekatı sürerken “tutuklananları savunanlar kendi pozisyonlarına dikkat etsin” uyarısında bulundu. Demek ki, KCK hakkında benim bilmemem gereken (!) çok şeyi biliyor ve beni uyarıyor. Ne yapmalı?

Ortada “KCK Anayasası” adı verilen bir metin var. Sonra “Murat Karayılan KCK başkanı” iddiası var. Ayrıca KCK, her BDP’li belediye başkanının üstüne bir “parti müfettişi” atamış! Bir de başbakan “bilmediğiniz şeyler var” diyorsa, bin düşünüp bir konuşmak gerekir.

Son eylemleriyle kör şiddete teslim olmuş bir PKK var ortada ve ben şiddet eylemlerinin karşısındayım. Bir de o güne kadar nice sınavda “demokrat” bir tavır göstermiş insanların çağrısı var: “Diktatörlük kurmak isteyen KCK’nın eylemlerinin engellenmesi”ni destekleyelim diyorlar! Ama bu KCK yeni ortaya çıkmadı ki, “Habur” açılımının hemen ardından “elleri kelepçeli” insan kuyruklarını hatırlıyorum. Ne yapsam, nasıl davransam? Aklım yetmiyor, çünkü vicdanım huzursuz ediyor beni. Vicdanım, başbakanın tehdidine karşı durmayı emrediyor ve ben bu emre uyuyorum. Acaba ilkesel demokrat duruştan sapıyor muyum?

Varsayalım ki KCK, PKK’nin Kürtler üzerinde baskı ve şiddet uygulayarak hakimiyet sağlamak isteyen şehir yapılanması ve bunun bütün belgeleri de önüme serildi. Ama bir şey daha var önüme serilen: “Eğer bu gerçekleri kabul etmezsen…” diyen bir tehdit. Vicdanımın emri şu: Hür iradene yönelen en ufak bir tehdit, bir müdahale hissettiğin an, bir yargıya varmadan evvel o tehdide diren! Ben de öyle yapıyor, yapmaya çalışıyorum. Bu güne kadar tecrübelerim göstermiştir ki, hür iradeyi tehdit hakikati perdeleme aracıdır. Önüme serilen bütün belgeler gerçek olabilir. Ancak, tehdit altında sağlıklı düşünmek ve ilkesel davranmak ne kadar mümkün? Acaba hakikatin resmini tamamlayacak bir gerçek var ve o gerçek tehdit ile benden saklanıyor ya da beni korkutarak o gerçeği görmem engellenmek mi isteniyor?

Sağlı sollu “yargısız hüküm” manşetlerini alalım ele. Pek de yabancı olmadığımız şeyler bunlar. Sağduyuyu felce uğratmak, her durumda ve ihtiyaç anında kullanılmak üzere bir kolektif irade yaratmak amaçlı yüz yıllık diktatörlük kalıplarına uygun medyatik manşetler: “KCK’nın başkanı Karayılan!”, “KCK Terör Örgütü!”, “KCK İllegal Yapılanması!”, “Paralel Devlet”.

Yukarıdakilerin hiçbiri için doğru veya yanlış tartışmasına girmiyorum. Hepsinin doğru olduğunu kabul ediyor ve fakat yargıya varmada delil olarak kabul etmiyorum. Ama meselem bu değil. KCK tutuklamalarıyla estirilen bu rüzgarı yeni anayasa ve sağlıklı düşünce ve ifade iklimi için sakıncalı buluyorum. Yeni anayasa isteyenler, farkında olmadan özgürlük taleplerimizin alanlarını daraltıyorlarmış gibi geliyor bana.

“KCK Terör Örgütü” kabulünü alalım ele. KCK hangi terör eylemlerini yapmış? Böylesi suçlarda yasa gereği ne tür terör eylemleri yaptığı iddianameden önce açıklanmazmış? Ama başbakanın tehdidinden anlaşılıyor ki yapmış ya da yapacakmış! Ben böyle antidemokratik bir yasaya dayanıp hükme varamam. Başbakanın tehdidi gibi aklıma mola verdirip vicdanıma fazla mesai yaptıran hallerdir bunlar.

Yeni anayasada “şiddet fiili” dışında “şiddete özendirme” gibi muğlak bir suç ihdasına yol açacak bir virgülü bile sakıncalı bulurum. Özel yasalarla suç tarif etme kapısını açık tutmayı da sakıncalı bulurum. Ceza Kanunu, Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu dışında çok fazla kanunlara boğulmanın zararlı olduğuna inanırım. Kanun bolluğunda, özellikle de “özel kanun” bolluğunda devletin suç ve suçlu yaratmasının ne kadar kolay olduğunu da, deneyle sabittir.

İllegal yapılanma! Bunun bir suç gibi ifade edilmesi tamamiyle vesayetçi devlet zihniyetinin ifadesidir. Ben “illegal” örgütlenmeye tamamiyle taraftarım. Çağdaş demokrasilerde sivil örgütlenmelerin izin alma mecburiyeti diye bir şey olmamalıdır. Sivil örgütlenmeler sadece Borçlar Kanunu açısından mali bildirimde bulunmakla mükellef olmalıdır ve sadece mali denetime tabi olmalıdır.

Lafı uzatmanın alemi yok. Besbellidir ki, “demokratlık” zor zenaat!

“KCK’nın başkanı Murat Karayılan!” Olabilir. Suç şahsidir. Eğer Murat Karayılan’ın bir suç atfından ötürü aranıyorsa veya kesinleşmiş bir hükmü varsa, bu onu bağlar. Bir örgütün başkanı sabıkalı diye örgüt veya üyeleri sabıkalı olmaz. Bir insanı bir suç ithamına veya kesinleşmiş hükmüne dayanarak infazsız müebbede mahkum etme hakkı “hak özürlü hukuk”umuzda bile yok.

Yeni bir anayasa ve barış umudu vardı, var. Bu umut ilk adımda “uzlaşma aşkıyla”, CHP ve MHP’nin kırmızı çizgileriyle ve “anayasa yapmama protokolü” ile zayıflatıldı. Korkarım ki KCK tutuklamalarıyla başlayan tartışmalar sayesinde demokratik anayasa talepleri kimi demokratlarca da sınırlandırılmış oluyor. Demokrasiden yana bu geri çekilme, silahları susturabilir, ama korkarım barışı getirmez.

Görüldüğü gibi endişelerim var. Üstelik vicdanım aklıma engel oluyor. Açık seçik, ilkeli bir demokrat tavır gösteremiyorum. Galiba ben demokrat değilim!


Talat ULUSOY

06.12.2011


(*) Koma Ciwaken Kurdistan (KCK) / 'Kürdistan Topluluklar Birliği'


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.