Yüzleşme Mekânları-3

23 Ağustos 2015 15:51 / 3267 kez okundu!

 

 

SAKLI MEKÂN MASALI

Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman yılları içinde bir koca kara kaya varmış. Üç boy denize dalar; Bahri Baba’dan (1) Karantina’ya (2) geçit vermezmiş. Gel zaman, git zaman kayanın sudan yana yarısı berheva edilince; “Dolma”dan (3) Karantina’ya  yalı yalı gidilir olmuş; Çeşme’ye kervanlar, Reşadiye köyüne (4)  tramvaylar gelir gider olmuş. Soran olurda kalan kaya ne olmuş, onun da üstüne bir koca mekân kondurulmuş ki, hâlâ Körfez’e bakıp dururmuş. Ama buralar bugün o mekân ile değil, evvelden yol kesen koca “kara kaya”nın ile bilinir…

Yüz yılda yüz defa adı değişen bir mekân hangi sıfatıyla oralara isim olabilir?  “Hakikât”i inkâr ve iğfal eden “gerçek” yalanlarda geçmişi çalınan, asıl adı silinen o koca mekân, derler ki, şehre küsmüştür. O sebeptir ki yüzünü göstermez. Masal bitirilir!...

 

Tarihsiz Tarihçe

 

Masal içinde “hakikât” aramaktan korkan, “gerçek”in emrine girer. “Gerçek” tek rehberdir, ve “bu böyledir” der:        

 

Okul binası 1911 yılında İzmir Valisi Rahmi Bey tarafından İttihat ve Terakki Mektebi olarak yaptırılmış, daha sonra Erkek Muallim Mektebi olarak kullanılmıştır. Fransız yapımı olan bina eğer Kurtuluş Savaşı sonrasında İzmir düşman elinde kalsaydı , "Helen Hastanesi" olarak hizmet verecekti.” (5) İşte o mekân hakkında “gerçek” budur.

 

Gerçek” diye yazılan bu satırlarda, “gerçek” kendi gerçeğiyle çelişkiye düşer. Meselâ mekânın yapım tarihi 1911 der, ama değildir! Bu yanlışa bir de Rahmi Bey yanlışı eklenir: İzmir’e 1913’te  “özel” vali olarak İttihat Terakki tarafından gönderilen Rahmi Bey’e 1911’de  bu okulu yaptırır!?

 

Yaptırır, “muktedir” yalanlarından üretilmiş sözlere “muasır medeniyet”te, gerçeği gerçeğe kırdırsa da, yine “gerçek” adı verilir. “Gerçekçi olunacak, ol!

 

Düşman”, “Helen Hastanesi” (6) olarak kullanılacakmış bu mekânı! Bu da “gerçek” bilgi. “Hakikât”te, o tarihlerde İzmir’de, Hıristiyan mahallesinde, Fasula düzlüğünde büyük bir Helen Hastanesi vardır. Kartal yuvasına hastane yapmak ancak resmi “gerçekçi”lerin mühendislik eseri olabilir. Bu tür mühendislikte “atmak” veya “sallamak” esastır.

 

Böylesi “serbest atış”lar, belediyelerden valiliklere, üniversitelerden orta öğrenim kurumlarına kadar her düzeyde resmi sayfalarda yazılan ve iler tutar yanı olmayan böylesi “gerçek”ler, aslında düşünmeyi “kilit”lemek, geçmiş ile bugün arasına “perde” çekmek işlevi görür ve serbesttir.  Meraklısına bulunduğu il ve ilçenin belediye sitelerinde “tarihçe” bölümünü dikkatlica okumaları önerilir.

 

Yüz yıllık “resmi gayret”lerin sonucu, “düşman” kelimesinin geçtiği yerde çoğu akıl sahibi TC’ci yurttaş “sebep-sonuç” ilişkisi arama gereği duymaz. Madem ki “resmen böyle”dir, “öyleyse öyle”dir şartlı refleksi! İslâm”ın beş şartı dışında, İttihatçı Cumhuriyet’in bir şartı budur.

 

Bir diğer şartlı refleks: “Öteki” ne yaptıysa kötü, “biz” ne yapmışsak “iyi” amentüsüdür. “İzmir düşman elinde kalsaydı” şartlı cümlesi, “düşman” zamanında ne olduysa “kötü” olmuştur, refleksini dayatır. Hele hele “Helen” ile “düşman” bir araya getirilince o mekânın “hastane” gibi insani kullanılma amacı bile “düşmanca” bir girişim olarak algılatılır, algılanır. Bu çarpık algının olguyla ilişkisi yoktur. İttihatçı Cumhuriyet’te toplumun çoğu, bu ilişkiyi aramayı aklına getiremez, çünkü “milliyetçi, Atatürkçü, İslâmcı” insanlar yetiştirecek bir “eğitim şart” anlayışıyla “biçim”lenir. Toplumsal, siyasal mücadeleyi kim kazanırsa kazansın, sonuçta geçmişe dair “hakikât”i  hafızalardan uzak tutacak; insan ile geçmişi arasına bir karartma “perde”si çekilmiş olur. Tek ışık kaynağı “gerçek”tir.  “Gerçeğin vesayeti” altına sokulur özellikle eğitimli “gerçekçi pervane”ler…

 

Perdenin önünde resmi “gerçek”in nefret dilli “al” (Türk) ve “yeşil” (İslâm) “gerçek”ler vardır sadece. Bunlar “Mukaddes İstiklâl” ya da “Kutsal Kurtuluş” uğruna “Milli Birlik ve Beraberlik” için söylenen “faydalı” yalanlardır; çünkü “kimseye zararı yoktur, devlete, millete yararı çoktur!” Zihniyet bu olunca, ortalık “faydalı yalan”dan geçilmez olur “gerçek bilgi” adı altında.

 

Bilinir ki “bilgi iktidardır”, “gerçek bilgi” demir yumruklu bir iktidardır. ve “kutsal yalan”ların “bilgi” pazarına sürülmesiyle kuvvet kazanılır. “Yalan”ın oluşturduğu algılarla yönlendirilir, yönetilir toplum.

 

İşte, gözlerden ırak bir kaya üstünde “saklı hikâye”si saklanan koca kara bina, “milli yalancılık” mühendisliğinin bütün “algı” örneklerini içerdiği için, önemli bir yüzleşme mekânı örneğidir. “Milli Yalancı”lara tutsak kalmaktan kurtulmanın bir yolu bu mekândan geçer

 

Mekân hikayeleri”nin giriş tekerlemesidir, bilinir: “İnsan yalan söyler, mekân yalan söylemez.”

 

Mekân’da Saklanan

 

“Tarihçe”de İttihat Terakki Mektebi diye bir okul geçer, doğrudur. “Sermayenin Türkleştirilmesi” gibi, “eğitimin Türkleştirilmesi”ni hedefleyen ithal malı İttihatçılar, 1908’den sonra ilk işlerden biri olarak “Osmanlı İttihat Mektepleri Cemiyeti”ni oluşturur ve halktan “İttihat mektepleri” açmak için para toplamaya başlar. İzmir ileri gelenleri de bir dernek kurar, hali vakti yerinde olanlar para koyar ve şu açıklama yapılır.

 

… ‘Türk Vatan Kulübü” adıyla önemli bir kulüp kurmaya yönünde çaba harcanmakta olduğunu ilgilenenlere bildiririz. Kulübün ‘Osmanlı Terakki ve İttihad’ Cemiyeti’ninkoruması altında  olması için gereken müracaatta bulunulmuştur…” Kulüp’ün  adıve İttihatTerakki Cemiyeti ile ilişkisi üstüne yapılan tartışmalar çok anlamlıdır. Ancak, konudan uzaklaştıracağı için geleceğin bir yerine erteleyelim. Devamla;

 

“Kulübün yeri ve binası için de Süleyman beylerin (Eczacıbaşı-tu) İzmir'ce meşhur olan Beyler Sokağı’ndaki büyük konak ve bahçeleri tahsis edilmiştir. Kulüp, başlıca şu iki maksat ve gaye üzerine kurulmuştur:.. Kulüp biri Türk, biri Rum, bir Ermeni, biri Yahudi olarak her sene dört zeki talebeyi (okutacak, bunlardan başka  ikisi ileride seçilip biri zabit biri de yeteneğine göre bir meslekte olmak üzere Avrupa’ya gönderilerek tahsil ettirmesini taahhüt eder…” (Hizmet gazetesi, 27 Ağustos 1908)  Dikkat: Meşrutiyet yeniden yürürlüğe konalı daha bir ay olmuştur ve İzmir’in ileri gelenleri Tanzimat’tan bu yana sahip çıktıkları “Ortak Vatan, Eşit Vatandaş” ilkesini takipte ısrarlıdır. Açıklamada verdiği sözü tutar ve “kurtluş” a kadar sürdürür.

 

Ama İttihatçılar da istedikleri okulu 1911’de açar. Ama okulun geçici binası Beyler Sokak’tadır (7), koca kaya üstünde değil. 1911 Tarihi binanın yapımına “mecburen” başlanılan yıldır. Resmi “tarihçe”nin yaptığı bir kronolojik hata değil, bir perdeleme çabasıdır. Serbest İzmir gazetesinde yer alan açık mektupta yazılanlar perdeyi kaldırmakta yardımcı olabilir:

 

Her yerde olduğu gibi Aydın vilayetinde (8) de milli yardım adına çok paralar toplanıldı. Köylülerimiz tohumluk ürününü satarak, şehirlilerimiz bütün zorunlu ihtiyaçlarından vazgeçerek ellerinde avuçlarında ne varsa size verdiler.

 

Siz bir takım kurumlar oluşturmak, okullar açmak vesaire gibi pek güzel ve ilk bakışta çekici sözlerle onları oyalıyor, aldatıyorsunuz. Çünkü aradan epey vakit geçtiği halde halâ hiçbir şey yapmadınız. Tiyatrolardan, konferanslardan adeta haraç gibi (toplanan), eşraftan senelik olarak alınan yardımdan elinize geçen binlerce liraları ne yaptığınızı, ne yapmak istediğinizi öğrenmek istiyoruz.

 

Ey İttihat ve Terakki’nin İzmir Şubesi’ni teşkil eden ulu kişiler! Bilmiş olunuz: İzmir halkı sandığınız kadar budala değildir. İşte bugün sizden hesap istiyoruz…” (9)

 

Onda Dokuzluk Erkek Millet!

 

O gün bu gündür verilen bir hesap yoktur. Aynı davada kişi hem davalı, hem davacı, hem de yargıç olur mu? Bu farklılıklar ortadan kalkarsa, hesap sormak da imkânsızlaşır. Hem davalı, hem davacı, hem de yargıç olunamaz ama, “hem suçlu, hem güçlü” olunabilir. 1915’ten beri suçlananlar, “hesap sorulması” gerekenler gücü ellerinden bırakmaz,  

 

Toplanan paraların az bir kısmıyla, Serbest İzmir’de örneğini gördüğümüz kamuoyu baskısıyla, 1911’de “İzmir İttihat ve Terakki Mektebi” inşaatının göstermelik temeli atılır, ama öylece kalır!  Kalan paralar mı? Para toplamayı başlatan Doktor Nazım, devam ettiren Celal Bayar, Rahmi Bey ve takipçileri bu paraların hesabını vermez. İttihatçı saltanat ve İttihatçı Cumhuriyet dönemleri, gücü eline geçirenin “hayır işleri” için “hesapsız” para toplamasıyla maluldür!

 

Nitekim, topladıkları paraların hesabını vermekten kaçanlar, kötülüklerini ülkeyi savaşa sokmaya kadar vardırır. Ağır yenilgi ertesinde, 30 Ekim 1918’de Mondros anlaşmasıyla Osmanlı “Ordusunun derhal terhisini ve kargaşalık çıkarılan yerlerin işgal edilmesini” kabul eder. Savaş ertesinde soykırım ve savaş suçundan yargılanması gerekenlerin kimi ülke dışına,  kimi Anadolu içlerine kaçar. Kaçmak erkekliğin şanındandır!

 

Ne okul vardır ortada, ne de okul için toplanan paralar… İyisi mi bunu, İzmir’in milli kahramanı, “Yunan’a ilk kurşun sıkan” Hasan Tahsin yazdığı başyazıyla anlatsın:

 

Şimdi İttihat ve Terakki eski genel sekreteri Celal Bey (Bayar-tu), Manisa ve çevresinde dönüp dolaşıyor. Gazeteler kendisinden İttihat ve Terakki’nin genel sekreteri diye söz ediyorlar. Son İttihat kongresinde Talât, İttihat ve Terakki’nin paydos borusunu çalmamış mı idi? O halde şimdi taşra örgütlerinin eylemleri nasıl devam ediyor? İttihat ve Terakki ya var ya yok! Bunu anlamak istiyoruz. Varsa nasıl oluyor da memlekete bu kadar zulüm ve ihanette bulunan bir örgütün devamına izin veriliyor… İttihadın kılıç artıklarının haber sayfaları ilgili oldukları eski örgütün memleketi kan ve yoksulluk içinde batırdığını,.. en sonra adi hırsızlar gibi önemli bir serveti alarak bilinmeyen bir yere def olup gittiğini hatırlasalar ve sussalar.” (10)

 

Saklı “yüzleşme mekânı”nın kapısına geldik dayandık, ama lâf uzadı, bir türlü giremedik. Oysa bütün hikaye içinde gizli.

 

Bildiniz değil mi, orası neresi?

 

İzmir İyon Üniversitesi

 

İtthat-Terakki milleti zorla emperyalistler arası savaşa sürer; Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, Galiçya’da, Arabistan çöllerinde “bütün düşmanları yener” ve fakat “yenilmiş” sayılır! Emperyalist çocukların savaş oyunlarında böyle mızıkçılıklar olur! Bu durumda “hakkı yenen”, “yenilmiş” sayılan hemen “antiemperyalist kurtuluş savaşı”na girişir. Bu “kurtuluş” daha çok “İttihatçı”ların kurtuluşudur. Yoksa türlü suçlardan yargılanacaklardır.

 

İzmir’in “milli kahraman”ı Hasan Tahsin’e dönelim yine:  “O halde şimdi taşra örgütlerinin eylemleri nasıl devam ediyor? İttihat ve Terakki ya var ya yok! Bunu anlamak istiyoruz. Varsa nasıl oluyor da memlekete bu kadar zulüm ve ihanette bulunan bir örgütün devamına izin veriliyor?” Yani İttihatçılar “kurtuluş”ları için Ege’de ve İzmir’de “zulüm”e devam eder! Bu hal, mızıkçı emperyalistlerin “Yunan”ı İzmir’e göndermesine gerekçe olur!

 

İşte kara taş üzerinde saklanıp sessiz sakin bekleyen boş yarım bina bütün bu olan bitenin tanığıdır. Sorun ona “İzmir nedir”, “üniversite ne iştir” o size anlatır:

 

İzmir şehri en az iki yüz yıldır Müslüman nüfusun üçte biri aşmadığı ve kapitalizmin hızla kökleştiği bir şehirdir. Hıristiyan alt sınıflar ticaret ve sanayi ile zenginleşmiştir ve onlar eğitime çok, ama çok önem verirler. İslâm zenginlerinin çocuklarıyla beraber çocuklarını yüksek tahsil için Avrupa’ya gönderirler. İzmir’in ileri gelenlerinin sohbetlerinin baş konularındadır: “İzmir’in şiddetle bir üniversiteye ihtiyacı var üstadım!”

 

Birlikte Yaşama Arzusu

 

Sonunda, İzmir milletlerinin siyasi partilerinin ve dört semavi dinin temsilcileri, türlü din ve kültürden aydınlar, tüccarlar, sanayiciler ile Belediye Reisi Hacı Hasan Paşa bir araya gelir, kafa kafaya verir,  hesap kitap yapılır: Şehir meclisi bütçesiyle ve hamiyetli zenginlerin desteğiyle üniversitenin altından kalkılabilecektir.

 

İslâm millet siyasi partilerinin, biri dışında hepsi; Hürriyet ve İtilâf, Osmanlı Demokrat Fırkası, Osmanlı Sosyalist Fırkası bu girişimi destekler. Desteklemeyen İttihat ve Terakki’dir. Böyle girişimler takipçisi oldukları “Türkleştirme” siyasetine uymaz. İttihatçılar “bir arada yaşama”yı güçlendirecek her girişime olduğu gibi, üniversiteye de karşıdırlar.

 

İslâm millet aydınları; Sabitzade Emin Süreyya (avukat, Islahat gazetesi başyazarı), Mevlanzade Rıfat (Serbesti gazetesi sahip ve yazarı), Hafız İsmail Hakkı (Müsavat gazetesi sahip ve yazarı), Refet (Köylü gazetesi sahip ve yazarı), Resmolu İbnülfevzi Mehmet Ferit (Köylü’de başyazar), Menekşelioğlu Mehmet Refet, Muhami Mehmet Sadık (Müsavat gazetesi kurucusu, yazar) ve daha başkaları heyecanla katılır bu girişime. Ahenk ve Hizmet gazeteleri yazarlarından da itiraz eden yoktur. Şiddetle itirazı olanlar ortalıkta görünmezler, kaçaktırlar. İttihatçı Anadolu gazetesi “Yunan işgali”nden önce kaçmış, emperyalist İtalya’nın işgalindeki Antalya’da yayın hayatını başlamıştır.  

 

Hıristiyan milletten en başta Çürükçüoğlu Nikolaki’yi saymak gerek. Türkçe dilinin ustası olan Çürükçüoğlu, Sabitzade ile ortak avukatlık bürosu sahibidir ve Islahat gazetesinde yazar. Osmanlı hukuğu uzmanı Yüksek Komiser Stergiadis’e düşen, bu geniş mutabakata destek olmaktan öte bir iş değildir. Amaltiya (Αμάλθεια), Armoniya (Αρμονία), La Reforme (Rumca yayınlanan Islahat), Ergatis (Ο Εργάτης, İşçi, komünist gazete) Kozmos (Κόσμος) ve cümle Rumca gazeteler, Ermeni yayınları üniversite heyecanını yansıtır sayfalarında.

 

Üniversiteye ad da bulunur: Ιωνικό Πανεπιστήμιο Σμύρνης yani İzmir İyon Üniversitesi.

 

Üniversite binaları için kara taşın üstünde yarım bırakılan “İttihat Terakki Mektebi” binaları tamamlanacaktır. Ancak, üniversite hocaları nasıl ve nereden sağlanacaktır, iş oraya gelir dayandığında, ünlenmeye başlayan matematikçi Karatodori gelir akla.

 

Almanya Göttingen Üniversitesi profesörü olan Konstantin Karatodori yapılan daveti kabul eder, hemen gelir,  kolları sıvar. Binalar hızla  bitirilir. Bir de kütüphane ve diğer donatılar için vakıf kurulur, Osmanlı geleneğine uygun.

 

Karatodori hoca, ilk olarak Eylül 1920’de Berlin’den ünlü Profesör Yorgo Yoakimoğlu’nu, kuruluşta yardım için çağırır. Yoakimoğlu hijyen ve mikrobiyoloji bölümlerini üstlenir.

 

İzmir’in Yeniden İşgali

 

Üniversitenin 10 Ekim 1922 günü açılması hedeflenir. Yunanca temel eğitim dilidir, bazı durumlarda Türkçe ve diğer diller de olacaktır. Üniversite, cinsiyet ya da milliyete bakılmaksızın herkese açıktır. Kız erkek, İslâm Hıristiyan karışık okuyacaktır. Dünyanın ve elbette Osmanlı’nın çeşitli yerlerinden öğrenciler gelebilecek, doktora, diploma ve sertifikalar verebilecektir.

 

İzmir’in yakınında, Tepeköy’de bir tarımsal deneme çiftliği açılır. Tarım uzmanları eğitilecek, çitçiler tarımsal üretim yöntemleri, hayvan ve bitki hastalıkları üstüne bilgilendirilecektir.

 

Aralık  1920’de, İzmir İyon Üniversitesi için kurulan vakıf sayesinde laboratuarlar deney gereçleriyle, kütüphane kitap ve belgelerle dolar.. Karatodori Leipzig Üniversitesi’yle işbirliği ederek Avrupa üniversiteleri düzeyinde bir kütüphane düzenler.

 

Düşman “Yunan” askerinin işgali yetmemiştir, İzmir “düşman” bilim insanları tarafından bir kez daha “işgal” edilmektedir! 9 Eylül 1922’de İzmir “kurtarılır.”. ”Düşman” Profesör Karatodori  kütüphane ve labarotuarı bu tarihten birkaç gün önce Atina’ya taşır.

 

Her Yanımız Düşman Zulası

 

“Kurtuluş” ertesinin “tarih yazıcı rahipler”inin bitmeyen bir “kutsal” görevi vardır; köşe bucak düşman ararlar. Düşman ya göze sokulur, ya da defterden silinir. İzmir İyon Üniversitesi “defterden silinen” düşman girişimlerindendir ve bu yüzden “kutsal resmi sayfalar”ın hiçbirinde görülmez. İzmir’in eğitim tarihinde ilk üniversite 1956’da kurulan Ege Üniversitesi olarak geçer. Hem de İzmir İyon Üniversitesi’nin bıraktığı yerden başlayarak, yani tıp ve ziraat fakülteleri ile eğitime başlar. Ama tarihçesinde ne İzmir İyon Üniversitesi’nden, ne de dünyaca ünlü Karatodori’den hiç söz edilmez. Yüzleşmek, bu defterlerini yeniden açıp okumaktır da…

 

“Düşman”ı defterden silme gerekçelerini önce üniversitenin adında aramalı. Ne demek İzmir İyon Üniversitesi? “Türk toprağı”nda “İyon” diye adı Türkçe olmayan üniversite olur mu?

 

Bu minderde “düşman”la güreş tutana sorarlar; İzmir Türkçe mi? Üniversite Türkçe mi? Hiçbir değil! İzmir’i de içine alan Batı Anadolu bölgesi Türkçe tarih kitaplarında “İyonya” diye öğretilmiyor mu?  “Anadolu” doğu demek (Anatoli), yani o da Türkçe değil. Bu noktadan çift dalan milli pehlivan “tuş” olur.

 

Yunanca “temel eğitim dili”dir! Nasıl olur da Yınanca temel eğitim dili olur? Her Türk buna karşı çıkmak zorundadır!!!

 

Neresinden tutmalı bu “kuvvetli” milli tezin?

 

Birincisi: İzmir çok dilin konuşulduğu, bunlar arasında “İzmir Rumcası”nın en yoğun konuşulduğu bir şehirdir. Ayrıca “Smirneika” (Rumca, Türkçe, Ermenice, Ladino, İtalyanca, Fransızca…) denilen bir diller senteziyle iletişim kurulabilen “özgün” bir şehirdir ve bu özgünlüğün hayat içinde oluşumu yüzyıllar almıştır.

 

İkincisi, “bilim dili” Yunancadır. Hayır, olamaz diyenler, tıp terimlerine baksalar yeter: Gastro, jinekoloji, ortopedi, pediyatri, urologia, kardiya… Hepsi ve dahası Yunanca’dır. Milli onuruna çok düşkün olan ya bunlara Türkçe karşılık bulur, ya da tıp fakültelerini kapatır! Paris’e okumaya gönderilen genç orada Türkçe eğitim görmüyor ya! Üstelik tıp eğitimi alacak genç Paris’teki mikrobiyoloji dersinde ve laboratuvar çalışmalarında aynı eski Yunan’dan beri kullanılan kavramlarla çalışacak.  İzmir İyon Üniversitesi’nde mikrobiyoloji laboratuvarında da öyle olmayacak mıydı?

 

Hele bu “biz” hassasiyetiyle dolu eleştiriyi yapanların azımsanmayacak kısmının “yabancı” dilde eğitim veren okullarda okuması, çocuklarını da buralarda okutmasına ne demeli?

 

Özerk İzmir

 

Ama, Yunanistan İzmir’de denize dökülmeseydi, İzmir Yunanistan topraklarına katılsaydı ve o zaman o üniversitede ve hatta İzmir’de bir tek Türk kalır mıydı?! Bu da “kuvvetli” milli tezlerden biri…

 

İzmir Yunanistan topraklarına falan katılmayacaktı. Bu niyeti taşıyan Yunanistan milliyetçi partileri, Sovyet Devrimi’nden, özellikle Kızıl Ordu’nun kesin üstünlüğünden sonra yapayalnız kalmıştı. İngiltere, Fransa kendi derdine düşmüş, ülkelerinde yükselen işçi sınıf mücadelesiyle boğuşur olmuştu. Yalnız kalmış Yunanistan’ın 5,5 milyon nüfusuyla 13,5 milyonluk ülkeyle, hem de deniz aşırı bir savaşta baş etmesi mümkün değildi.

 

Bu mümkündü değildi meselesinden önce hararetle tartışılan bir başka konu hep atlanır: Özerk İzmir!

 

İzmir’de “birlikte yaşama” iradesinin her tür ayrılıkçı-milliyetçi çabalardan daha güçlü olduğunun göstergesidir “özerklik.” Üstelik sadece “Türkleştirmeci”lere karşı değil, Yunanistan’a bağlı “özerk İzmir” isteminde bulunanlara karşı, Osmanlı’ya bağlı “özerk İzmir” mücadelesi verenlerdir onlar. Yani, İzmir’in işgali değil, iki türlü özekliği tartışılır: Amina hareketinin Yunanistan’a bağlı özerk İzmir arzusu ve Stergiadis’in de desteklediği, Sabitzade Emin Süreyya ve Çürükçüoğlu Nikolaki’nin canla başla gerçekleşmesi için çalıştıkları “Osmanlı’ya bağlı özerk İzmir.” Ve, bu “Özerk İzmir” 30 Haziran 1922’de resmen ilân edilir.  Ankara hükümeti, İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan yönetimi bu kararı tanımaz!

 

Yani, “düşman elinde kalsaydı” ile başlayan şartlı cümleler yalandır. “Emperyalistler” bile “Özerk İzmir”e karşı olduğuna göre…

 

İçimizdeki Düşman Karatodori

 

Milliyetçi tekerleme: Elin “gavur”u bize bilim mi öğretecek?! İzmir İyon Üniversitesi’nin de, o üniversiteyi kuran “gavur” hocaların da tarihimizde yeri olamaz! Onlar da defterden silinmiştir. Açalım yine o eski defterleri:

 

“İlim Çin’de de olsa gidip alınız.” Bu hadisi şerifin varlığını kabul edenin, İzmir’e gelen “bilim”i kabul etmemesi tam bir milliyetçi muhafazakâr zafiyet örneğidir. Üstelik ortada onun çarpık zihniyetinin ifadesi olan “gavur” da yoktur.

 

Karatodori’nin babası, hukuk ve matematik eğitimi almış bir değerli diplomattır ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Brüksel büyükelçisidir. Büyük dede İstefanidis saray hekimidir. Ayrıca Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin kurucusudur ve orada öğretmenlik yapmıştır. Yeğeni Konstantin Karatodori ise Lonra’da eğitim görmüş bir cerrah ve göz hastalıkları uzmanıdır; o da saray hekimi olmuştur ve o da Tıbbiye’de ders vermiştir. Dr. İstefan Karatodori’nin oğlu Aleksandr Karatodori Paşa ise hukuk ve matematik eğitimi almış bir Osmanlı diplomatıdır ve Hariciye Nazırı (dışişleri bakanı) olmuştur. Osmanlı tarihinde başka bir Hıristiyan yoktur bu makama gelen..

 

İşte İzmir’de üniversite kuran Konstantin Karatodori böyle bir aile geçmişine sahiptir. Aile Brüksel’de iken annesi vefat eder. Konstantin altı yaşındadır ve genç Caratheodory büyükannesi, Eftalia Petrokokkinos ve Alman dadı tarafından yetiştirilir.  Gençliğini Brüksel’de geçirir. Türkçe, Flamanca ve Almanca’yı rahatlıkla konuşur. İnşaat mühendisliği okur ve amcası Alexander Stephen Karatodori’nin daveti üzerine 1898  Yılında Mısır'a gider. Asuan Barajı inşaatında bir mühendis olarak çalışır. Ama aklı fikri matematiktedir. 1903’te Berlin’e gider ve iki yıl matematik eğitimi alır ve Göttingen Üniversitesi'nde matematik hocalığına başlar. Albert Einstein ile yakın arkadaş olurlar. Einstein “görelilik kuramı”nı geliştirirken Karatodori’ni yararlanır.

 

Karatodori’yi “düşman” sınıfına sokup defterden silmek kolaydır, ama tarihine sahip çıkan hiçbir şehir ve o şehirdeki hiçbir üniversite Karatodori’yi ve kurduğu “ilk” üniversiteyi “yok” sayamaz. Onun matematiğe ve termodinamiğe katkılarını erbabı bilir. Meselâ: Varyasyonlar matematiği,  Termodinamiğin aksiyomatik formülasyonu, Gerçek değişken ve ölçü teorisinin fonksiyonlar teorisi, Karmaşık fonksiyonlar teorisi. Ayrıca fiziğin matematiksel temeli alanlarında, termodinamik , geometrik optik , mekanik alanlarında katkıları vardır.

 

İzmir “düşman işgalinden kurtarılmadan birkaç gün önce, Karatodori, tüm kütüphane ve laboratuvarları Atina’ya taşır. Acaba taşımasaydı “yangın”dan kurtulur muydu o kitaplar, bilinmez… Acaba İzmir, Türkiye Cumhuriyeti’nin “özerk” bir bölgesi olsa, İzmir İyon Üniversitesi ne düzeyde olurdu, nasıl anılırdı?

 

Karatodori’nin geniş sülalesi İstanbul’da yaşamaktadır ve hep “Osmanlı vatandaşlığı” savunucusu olmuşlardır. Karatodoriler’den düşman devşirme meraklıları çok zavallıdır.

 

Aynı Dilde Ayrı Dua

 

Gelelim Yoakimoğlu’na, onun ne işi var İzmir’de?”

 

Yorgos Yoakimoglou 1887 yılının bir 28 Aralık gününde, karlı bir Kula sabahına doğar. O günlerin Kula nüfusunun üçte biri, ki üç bin dolayında olmalı, Ortodoks Rum’dur. Kulalı Hıristiyanlar Türkçe’den başka dil bilmezler , Yorgos ortaöğrenim için İzmir’e, Evangeliki Skholi’ye gönderilir, burayı başarıyla bitirince Berlin Üniversitesi’nde tıp eğitimine gönderilir. Orayı da başarıyla bitirir ve biyokimya dalında doktora yapar. Meslek hayatı aralıksız araştırmalarla geçer. 1913’te Berlin Üniversitesi farmakoloji çalışmaları başkan yardımcısı olur. Orada “kaşıntılı humma”ya karşı mücadele çalışmalarıyla ün kazanır ve aralıksız üniversitede hocalık yapar. Karatodori çağırınca da “memleket”i İzmir’e koşa koşa gelir. O İzmir’de üniversite için çalışırken bütün sülalesi Kula’da onun başarısı için “dua” etmektedir.

 

Ya, işte İzmir’e gelen Karatodori ve Yoakimoğlu adlı vatandaşlarımız böyle bir kişilerdir. İkisi de gerçek birer “Osmanlı”dır! Ama İttihatçılara göre bir “kusur”u vardır ikisinin de: “Dua”ları farklıdır, Hıristiyan’dır onlar.

 

Niçin Hep Hak Kazanmaz?

İttihatçı zulmünden kurtulmak, “Özerk İzmir”de çok renkli yurttaşlar olarak yaşamak isteyenler kaybeder. Ülkeyi savaşa sokan, Ermenilerin soyunu kurutan, mallarını gasp edenler kazanır. Onlar silahlıdır.

Çürükçüoğlu Nikolaki 10 Eylül günü Çankaya’da kaldırım üstünde ölü bulunur. Sabitzade Emin Süreyya da aynı günler ortadan kaldırılmak istenir, ancak onun gibi  İzmir halkının sevgisini kazanmış birinin o günlerde öldürülmesinden çekinilir. Ancak Kasım 1922’de İstiklâl Mahkemesi engizisyonunun kararıyla idam edilir. Belediye reisi Hacı Hasan Paşa olacakları sezmiş ve Atina’ya kaçmıştır. Mevlanzade Rıfat, Hafız İsmail Hakkı, Refet, Resmolu İbnülfevzi Mehmet Ferit, Menekşelioğlu Mehmet Refet “Yüz Ellilik Liste”ye dahil edilir ülke dışına sürülür ve ülkelerinde hâlâ “birlikte yaşamak” isteyenler ile “ya kurtuluş, ya ölüm” diyenlerle mücadele içindedir.

Son söz: Bilenler ve bilmeyenlere anlatmıştır nasıl olsa, ben yine de yineleyeyim. Karataş semtinde, kara kaya üstünde saklı mekân bugün İzmir Kız Lisesi’dir.

 

Talât ULUSOY

12.07.2015

 

  1. Bahri Baba (Parkı): Son kırıntıları “Konak Tüneli”ne yok edilen tarihi açık alan.  

  2. Karantina: Şimdi “Küçükyalı” olan semt. 20.yy başına kadar gemilerle gelecek salgın hastalıkları önlemek için, gemici ve yolcular bir hafta kadar burada gözetimde kalırdı.

  3. Dolma: Konak kıyılarına eskiden halk arasında verilen ad.

  4. Reşadiye köyü: Şimdi adı Güzelyalı.

  5. Bkz, mebk12.meb.gov.tr

  6. Helen Hastanesi: Bugün Şair Eşref Bulvarı  üzerine, “Atatürk Lisesi” bitişiği

  7. Beyler Sokak: Kemeraltı’nda 848 sokak, 2.Beyler diye bilinir.

  8. Aydın Vilâyeti: O yıllarda İzmir Sancağı’nın merkez olduğu yönetim biriminin adı.

  9. 24 Şubat 1324 (8-9 Mart 1909)

  10. Hukuku Beşer gazetesi, 11 Aralık 1918

 

 

Son Güncelleme Tarihi: 25 Ağustos 2015 16:45

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.