Yüzleşme Mekanları-1: ESİR HANLARI

19 Ocak 2015 01:20 / 1622 kez okundu!

 

 

Eğitim yoluyla bulaştırılan “özcülük” hastalığının en açık belirtisi “biz” özneli ifadelerdedir:

- Biz esir ticareti yapmadık, yapmayız!

- Siz kimsiniz?

- Biz Müslümanlar, biz Türkler

 

Biz asla “öyle şeyler” yapmayız! Konu “öyle şeyler” olunca ikircimsiz bütün “Türk-İslâm” milletine kefil olan kişi, dönün bakın apartmandaki kapı komşusuyla kavgalıdır! “Yaramaz herifin teki” der lâf açıldığında, “her kötülük beklenir ondan!” Hele muhabbet konusu siyaset ise, “öteki” partinin alayı “hırsız”dır! Her “Ermeni …” sözü geçtiğinde “biz öyle şey yapmayız” diye fırlayan aynı kişi değildir sanki!

 

Bunun kökü, yedi yüz yıllık “millet hakime” kültüründe yatar. Sarayın, köşkün, konağın efendilerinin cümle İslâm milletine de bulaştırmayı farz bildiği “kibir”dir ve “zorunlu milli eğitim” ile şiddetlenen ve süreğenleşen bir haldir. Oysa ki bir “günah”tır! “Biz, Türk-İslâm asıllılar, öyle şeyler yapmayız” demek “günah”tır.

 

İzmir’de, tarihi Kemeraltı’nda “saklanmış” bir han vardır, yüzüne bakan tanımaz. Adını sorarsan “Esir Hanı” der çevre esnafı. İyi ama, bu han niye “Esir Hanı” diye tanınır? Ama “on altı devlet yıkmış” milli ve dini tarihte “kölecilik” yazmaz!

 

“İnsani” İnsan Ticareti!

 

19.Yüzyıl sonlarına doğru “esir” isminin han için kullanılmaması, adından gelen fonksiyonu da yitirdiğinin belirleyicisiydi… Daha önceki yıllardaysa, esir ticaretiyle yapının ün sahibi olduğu, imparatorlukta 1854 yılından sonra bu ticaretin yasaklanmasıyla önemini kayıp ettiği de söylenebilir…”  (Prof.Çınar Atay, İzmir Hanları, s.147, İzmir BŞB Kültür Yayını 2003)“

 

Demek ki, vakti zamanında bu handa “insan ticareti” yapılmış! Tarih 17. yüzyıl sonları, 18. yüzyıl başları diye kestirildiğine göre, en azından iki yüz yıla yakın irice bir zaman diliminde “esir alınıp satılmış” bu handa. Esir ticareti Tanzimat’tan sonra Sultan Abdülmecit tarafından 1854’te resmen yasaklanmış!!! Eee, olmayan bir şey, yapılmayan bir ticareti padişah niye yasaklasın?  

 

Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.” (Nisa suresi) Kölecilik yok değil, “köle”ye iyi davranmak var! “Biz” Amerikalı “beyaz” adamlar gibi “kötü” davranmadık denilse bir dereceye kadar kabul, ama bu yapılmıyor, külliyen yalana sarılmak “milli görev” olmuş. Ya da “biz sadece hizmetçi ve cariye olarak köle kullandık” yalanı…

 

Sararmış Resimlere Sor!

 

Cariye, hizmetçi bir yana, özellikle Ege ovalarına büyük çaplı pamuk üretimi için çok sayıda Afrikalı “köle” getirilmiştir. Delili mi? Hâlâ İzmir’in Söke, Torbalı, Bayındır ilçelerindeki “siyahi” köyleri… Yörede onlara “Arap” denir, neden ki?

 

Anlatan bir “siyahi”, bir “köle” kökenli, Afrikalılar Kültür Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği başkanı Mustafa Olpak: “Bize neden Arap dediklerini de yıllar sonra öğrendim. Hacca deve yoluyla gidildiği dönemde, konu komşuya Hacca gittiğinin kanıtı olsun diye orada siyah çocuklar kaçırılıp getirilirmiş. Onların hepsinin nüfus kağıtlarında doğum yeri Arabistan yazar. Arabistan yarımadasında siyah yoktur ama bu yüzden Arap kalmış siyahların adı. Bafa, Milas, Söke bölgesinde dedeleri böyle getirilmiş binlerce kişi var…” Dernek adındaki Afrikalılar “bizim Afrikalı”lar, eski kölelerin Türkleştirdiğimiz (!) “özgür” çocuk ve torunları! Siyahi Afrikalı köleleri Anadolu’ya getiren Osmanlı’ya, onlardan “beyaz Türk yurttaş” devşiren Cumhuriyet’e ne kadar minnet duysak azdır!!!

 

İzmir Kent Kitaplığı tarafından yayınlanan “Eski İzmir’den Anılar” kitabında Şehabeddin Ege anlatır:

 

Yalan inanç olan zenci alışkanlıklarından bizce tanınmış olan belli başlısı, her ilkbahar mevsimi İzmir’de yaptıkları  dana bayramlarıdır… Bolluk bereket, eğer dana bayramı yapılmazsa, inanışlarına göre olmazdı… Bolluk ve bereketi getirecek olan buzağı ise kutsaldı. Dana bayramını ruhani bir kendinden geçme ve coşku içinde yaparlar ve volkan gibi ateş fışkıran iri dudaklı ağızlarına yanmış ateş alanlar, kızgın şişleri göğüs, burun ve avurtlarına sokanlar, yalın kılıç ve hançerleri bedenlerine saplayanlar olurdu…”

 

Bu “doğru inanç” içine bir türlü girmeyen “İslâmlaştırmadıklarımız”, kıyamet kopsa gelir her Mayıs’ta Eşrefpaşa Bayramyeri’nde toplanırlar bayramlarını coşkuyla kutlarlardı. Semtin adı Ramazan’dan, Kurban’dan değil, taa Afrika’dan Nijerya’dan, Sudan’dan, “dana”dan gelir. Egeli siyahiler “resmen” kullanmalarına izin verilmese de, “Dana Bayramı”nı bugün de coşkuyla kutlar.

 

Gölgede Kalan İtiraflar

 

Pamuk üretimi, hac delili, saray-konak hizmetkârı ve benzer gerekçelerle çok “köle” getirilmiştir bu topraklara. Bakın, objektifine insanların da takıldığı eski fotoğraflara bakın, siyahi insanlar göreceksiniz. Özellikle İzmir fotoğraflarında… Gördükleriniz ya “azat” edilmiş “işe yaramaz” yaşlı köleler, ya da hâlâ çarşı-pazar işlerine gönderilen “ev-içi” kölelerdir.

 

Osmanlılar Müslüman yapmak için kimseyi zorlamamıştır! Peki küçük yaşlarda toplanan Hıristiyan çocuklarına ne demeli? Çocuk kaçırmadım; tellâl ünlettim, sekiz yaşından küçük, yirmi yaşından büyük olanları ailelerinden koparmadım ve hatta ailelerin rızasıyla aldım demek, kurtarmaz! Padişah, paşa, bey, ağa hem “köle”si yapmak, hem de “kitaba uysun“ diye Müslüman yapmak için insanlara zor kullandı. Milleti Hakime’nin tepesindekiler bütün Milleti Hakime’yi, yani İslâm-Türk milletini “biz” üzerinden suç ve günahlarına ortak ettiler, ediyorlar.

 

Hiçbir delil ikna edici gelmiyorsa, Şemseddin Sami’nin 1876 baskısı Kamus-u Türki adlı sözlüğüne başvurun; orada yer alan “esir sosyolojisi” kapsamındaki onlarca kelime gökten mi indi?! Sadece iki örnek: Cariye, Akçe ile satılıp alınan hizmetçi kız. Esasen harpte esirliğe giriftar olmuş (savaşta esir düşmüş) veya sahibi evveli (ilk sahibi) tarafından satılarak muameleyi zevciye (eş olarak) alınmış kız; Celebdan, Vaktiyle sürüyle esir sevk (önüne katıp götürmek) ve esircilere füruhat eden (satan) eşrefi mahlukat tüccariyesi (insan ticareti)…


İslâm’da insanı köleleştirmek şiddetle yasaklanmış! Ya Hu, bir Afrikalı “siyahi”yi, Balkanlar ve Kafkaslar’ın bir Hıristiyan çocuğunu hür olarak yaşadığı topraktan söküp getiren, alıp-satan sen değil misin? Bu nasıl bir “yasak”? Burundan kıl aldırmayan savunmalarla karşılanır böyle sorular:

 

 > “Öyle de olsa, İslâm “kölelik” müessesesini getirmemiş, sadece köleler lehine daha insani ve vicdani yumuşatmalar yapmıştır…”

 

Bu sözler “itiraf” değil de nedir? Hem “köleler lehine” yumuşatmalar yapacaksın, hem de sende “kölelik” kurumlaşmış olmayacak? Kurumlaşmanın daniskası, en inceltilmiş hali!!!

 

> Sahip (efendi, bey, paşa) cariyeyi hamile bırakırsa, doğacak çocuk ”özgür” olacak! Üstelik bu cariye-anne artık alınıp satılamayacak!

 

Gördünüz mü “Milleti Hakime” adaletini? Amerika’da kölenin çocukları da köle olurdu, Osmanlı’nın yaptığı bu “insani” yanlarıyla Amerikan köleciliğinden ayrılırmış!

 

Hem Hadım Eder Adamı, Hem Vezir Eder!

 

Harem ağası için; saray ve konaklarda harem bölümünü korumak ve türlü hizmetlerini görmekle yükümlü olan hadım edilmiş siyahi” tanımı yapılır. Hadım etmek, enemek kelimesi Osmanlı dünyası dışından mı Türkçe’ye bulaştı acaba? Kamus-u Türki pek net açıklamış “hadım” kelimesini: Aleti tenasülü kat olunmuş (üreme organı kesilmiş) erkek.

Haremağası deyip geçmeyin! Kolay değil, türlü eğitim ve rütbeleri aşıp yükseliyorlar. En yükseğe erişeni kızlarağası oluyor. Kızlarağası padişah ve sadrazamdan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda en yüksek rütbe. Evet, evet! Cümle beylerbeyinden, cümle paşadan da yüksek! Gördünüz mü Osmanlı’nın farkını, hem adamı “hadım” ediyor, hem de “vezir”! İyi ki Osmanlı’da kölecilik uygulaması  kurumlaşmamış , bir de kurumsallaşsaydı (müesseseleşseydi) var ya!..

İzmir’de “Esir Han” gibi unutulmamış, gün boyu dolup taşan pek  meşhur bir han var: “Kızlarağası Hanı”. Oysa burası da bir “esir”in hanı. Hanı yaptıran Kızlarağası Beşir Ağa, “azat” edildikten sonra, han yerine bir köşk, bir saray da yaptırabilirdi kendine; “Neyleyim köşkü, neyleyim sarayı, içinde salınan yar olmayınca” diye hayıflanmış, han yaptırmakta karar kılmış olmalı!

Ya Hu, ya Allah’ın garip kulu, gündemin bu kadar yüklü olduğu şu günlerde nereden çıktı bu garip muhabbet, demeyin. Bakın, geldi çattı 2015!  “Özcülük” bu 2015’te “tavan” yapacak! Hattâ "Bizim en kötümüz başkasının en iyisinden iyidir" diyebilen bir meclis başkanı özcülük çıtasını en yükseğe taşıdı bile. Bu söz, bir Türk’ün, bir Müslüman’ın yaptığı ve yapacağı her kötülük “yargısız beraat” alır hükmünün ilâmı değil mi?

Her şehrin “esir han”ları vardır. Bunlar görülüp gösterebildiği gün, hiçbir suçlu cezasız kalmaz!

 

Talat ULUSOY

18.01.2015

 

Son Güncelleme Tarihi: 19 Ocak 2015 01:36

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.