Leylek konmaz bacana

18 Haziran 2014 18:02 / 1541 kez okundu!

 

 

Her 20 Haziran “Dünya Mülteciler Günü” öncesinden aklımı leylekler alır, gözlerim bacalarda olur. “Memleket saat ayarı” kadar dakik bu canlıların saati mi bozuldu ne, her yıl gelip yuvalandıkları bacanın üstü hâlâ boş. Baharın geçtiğinden, yazın geldiğinden habersiz mi bu kuşlar?

Yok, yerden göğe haklılar. Mevsimlerin aklı şaşar, kış kışlığını bilmezse, kuş kuşluğunu nasıl bilsin! Bildiğimden söylemiyorum, benimkisi köy yeri dedikodusu; leylekler artık göçmüyormuş, “göçmen” değilmiş yani! Kirlenmemiş başka diyarlar, yıkılmamış başka bacalar arıyor, oralara “iltica etmek” (sığınmak) istiyormuş. Elbette o diyardaki “büyükler” evet derse, o bacanın sahibi leyleğe “kışt” demezse.

Köyün yıllanmış bilgi yüklü dedikoduları ile yetinemezdim, genç “Gugle”ye (bizim köyde “google” böyle okunur) danıştım. Göçmen, “Herhangi bir tehlikeyle karşılaşmadığı halde, kendi isteğiyle yaşadığı toprakları terk edene denir” diyor allâme Gugle. Mülteci ise, “Bir tehdit karşısında, vatandaşı olduğu ülkeden başka topraklara sığınmak zorunda kalan kişi” imiş. Anlaşıldı, köylüm haklı, leylek artık göçmüyor, bir göçmen kuş değil artık; leylekler iltica ediyor, leylek mülteci artık!

 

HER CANLIYA HAYAT HAKKI

İltica bir temel insan hakkıdır!” Ne yani, leylekler iltica hakkından yararlanamaz mı? Hangi sınırın hangi bekçisi durdurabilir ki uçan kuşu! Bir bacaya konar, olmadı ötekine, tüneyecek yer bulur onlar. Tek “iklimi dengeli, havası, suyu temiz” bir yer olsun, eğer bulabilirse. Bulamazsa bir başka yurt aramaya... Olmadı Bay Gugle, acele şöyle düzelt bu cümleyi: “İltica her canlıya haktır.”

Ama şurası karışık: “Siyasi, dini veya cinsel bir nedenle zulüm ve zulüm tehdidi ile karşı karşıya olan insanı, sığındığı ülke kabul etmek zorundadır.” Öyle ise, neredeyse gün aşırı bir tekne dolusu insan niçin Ege’nin sularına gömülüyor? Yoksa Türkiye’yi beğenmiyorlar mı?

BayGugle’ye devam: “İltica hakkı” 1951 Cenevre Konvansiyonu’yla hayatımıza giriyor. Türkiye de imzalıyor bu anlaşmayı. Ama, her anlaşmaya koyduğu gibi, bu “insan hakkı” maddesine de bir “coğrafi çekince” koyuyor ve bu çekince hâlâ yürürlükte! Yani, Türkiye “iltica hakkı”nı kabul ediyor, ama ancakBatı’dan gelenler için!

 

BATILILAŞMAK BÖYLE OLUR

Her türlü zulmün envaiçeşidini yaşayan Filistin, Irak, İran ve Afganistan’dan gelenler ülkemize iltica edemezler! Yani biz onların “temel hak”kını kabul etmeyiz! Ancak, bir başka ülkenin kendilerini mülteci olarak kabul etmesi için BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne yapacakları başvurularına yanıt alasıya kadar “sığıntı” olarak (en az üç yıl) kalmalarına izin veririz! Peki, ne yiyip ne içerler? Sağlık sorunları olunca “aile doktoru”na koşabilirler mi? Hangi ırkçı nefret söylemlerine, ne tür şiddete maruz kalırlar? “Türk misafirperverliği” dendiğinde mangalda kül bırakmayan milliyetçinin, “Arap’tan nefret”e programlanmış “beyaz”ın samimiyetini ölçmeye Suriyelilere gösterilen “misafirperverlik” yeter.

Sessiz sedasız bir iş kotarıldı, bilmem farkında mısınız: “Avrupa Birliği ile Türkiye Cumhuriyeti Arasında İzinsiz İkâmet Eden Şahısların Geri Kabulüne İlişkin Anlaşma Taslağı” (kısaca. Geri Kabul Anlaşması) 21 Haziran 2012 tarihinde Brüksel’de taraflarca paraf ediliyor. Bu da ne?

“Daha açık bir ifade ile, geri kabul anlaşmaları, ülkeye düzensiz yollardan giriş yapmış, yani pasaport, gerekli ise vize ya da benzeri seyahat dokümanları olmaksızın ve genellikle yasa ile belirlenmiş gümrük kapıları ile diğer giriş noktalarından sayılmayan yerlerden ülkeye girmiş ve halen ülkede bulunan kişiler ile giriş sırasında bu şartları yerine getirmiş olsa da, vize süresinin bitmesi veya bunun gibi nedenlerle artık bu şartları taşımayan kişilerin vatandaşı oldukları ülkelere gönderilmelerine.” (Orçun Ulusoy,www.multeci.net)

 

ALAYIM KARAYI, VERESİN VİZEYİ

Dışişleri Bakanı Davutoğlu, AB İçişleri Komiseri Cecilia Malmström’e 16 Ocak 2013 tarihinde yazdığı mektupta bakın ne diyor: “... Daha önce sizinle ve diğer AB makamları ile yaptığımız görüşmelerde birçok defa altını çizdiğimiz üzere, Geri Kabul Anlaşması’nın hayata geçirilmesi ile Türk vatandaşlarına vizesiz seyahat imkânı tanınması aynı anda olmalıdır. ...”Yani, Avrupa topraklarına ayak basmış mülteciyi Türkiye’ye geri gönder, ben kabul ederim, ama sen de bütün AB ülkelerine vizesiz giriş hakkı ver buna karşılık. Tam bir “insan ticareti”. Yakıştırdınız mı kendinize? Vicdanınız mı, cüzdanınız mı baskın geldi?

Victor Hugo’nun “Sefiller”ine hayran olanlar; Albert Einstein “dil çıkaran” fotoğrafına bayılanlar, Frederic Chopin’in “piyano eserleri”ne âşık olanlar, bilmeliler ki onların hayatlarının bir bölümü mültecilikle geçti. Mikis Theodorakis hayranları bilmelidir ki, Anadolu’dan sürdüğümüz Hıristiyanların acılarını taşır müziklerinde ve o da bir mülteci olmuştur bir zamanlar. Mültecilikte hayata gözlerini yuman Nâzım’ı ve ona çektirilenleri hatırlayın.

 

Talat ULUSOY

14.06.2014

 

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.