Bugün 10 Kasım: BENİM DİKTATÖRÜM İYİDİR!

11 Kasım 2011 23:51 / 1822 kez okundu!

 


26 Bin 663 gün sonra bir 10 Kasım’ı daha “eda ettik”. Sirenler, kornalar, düdükler çaldı; nefesler tutuldu; hayatın umurunda olmadı ama, kimilerimiz için yaşam durdu. Harbiye cümle eratıyla, Mülkiye cümle bürokratıyla, Talim-Terbiye cümle teşkilatıyla heykeller önünde esas durdu. Diyanet 11 Kasım’da bütün camilerde okunacak “merkezi” Cuma hutbesine “Büyük Kurtarıcımızı aziz eyle Yarabbi” cümlesini koydu. İlk kez “Ulu önder” için oruç tutuluyor. Allah duaları da, oruçları da kabul etsin. Amin!

Buraya kadar hepsi iyi, hoş. 66 Bin 666 gün sonra, yani iki yüzüncü ölüm yıldönümüne doğru; eğer “Atatürk’ü Koruma Kanunu” (ATK) kalkmazsa, eğer Türk Ceza Kanunu’nun “Türk Milleti’ni, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, askerini, polisini” koruyan 301’’nci maddesi yürürlükte kaldıkça, yani Atatürk ve Türklük kanun zırhıyla korundukça bu 10 Kasım matemleri daha ne kadar renklenecek, doğrusu kestiremiyorum.

Nagehan Alçı, “Atatürk diktatördü” demiş. Sen misin “dünya dönüyor” diyen. Savcılar derhal harekete geçmiş. Suç: ATK’ya göre Atatürk’e hakaret. İsmet Berkan da 6 Kasım günü Hürriyet’teki köşe yazısına çok cesur bir başlık atmış: “Atatürk diktatör müydü? Evet…” Ve ekliyor: “Ama bir fark var. Atatürk ülkeyi tek başına yönetirken de, her dediğini yaptırırken de, bugün de sevilen, yani halk gözünde ciddi bir meşruiyeti olan bir ‘dikatatör’dü.”

Diktatör: Bütün siyasi yetkileri kendinde toplamış bulunan kimse. Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu böyle diyor. Ama Berkant’a bu tanım yetmiyor. Ona göre "diktatörün meşru ve iyi olanı" var, gayrımeşru ve kötü olanı var. Bu katkıdan sonra bize bir tek dua etmek kalıyor: Allah kimseyi kötü diktatör eline düşürmesin, Allah cümlemize iyi diktatörler nasip etsin. Amin!

Türk milletinin, Atatürk sayesinde bu 26 bin 663 günlük şanlı geçmişinin dünya siyasi tarihine en büyük hediyesi bu “sevilen diktatör” kavramı oldu bence. Öte yandan, sınırları kaçınılmaz olarak silikleşen şu yuvarlak dünyada bu tarz “ulusal diktatör” buluşlarına, o toplumdaki kimilerinin “zihni nüzul” veya “fikrî felç” veya “düşünsel inme” hali tanısı da konulabilir. Allah, bu hastalığa düşenleri sevdiklerine bağışlasın.

Bu hastalık bu toplumda durup dururken ortaya çıkmadı. Osmanlı’nın “milleti hakime” kusurlarının üstüne binen İttihat-Terakki diktatörlüğünden beri yüzyıllık resmi eğitimle, talim ve terbiye ile ve psikolojik harbin biteviye oyunlarıyla oluşturuldu. Bir bakın kendinize, birbakın çevrenize: Cumhuriyetsever laik de, Osmanlıperver dindar da kendi “kutsanmış/beyaz yalan”ına aşık! Biri “padişahım çok yaşa”, diğeri “Atatürk sen ölmedin” diyor. Ama konu Atatürk olunca bir mutabakat doğuveriyor: Biri “ulu” diyor, öbürü “aziz” mertebesine yükseltiyor. Antik solcusu ise “anti-emperyalist kurtuluş savaşı” aşkıyla kör; Atatürk’e dalıp Che Guevera’yı görüyor. Hepsi aynı noktada buluşuyor: Evet, diktatördü belki, ama bizim idi, iyi idi!

26 Bin 663 gün sonunda netice: Bir referandum yapalım; Atatürk sevilen bir diktatör mü, sevilmeyen bir diktatör mü? ATK yürürlükte olduğu sürece bu yapılabilir mi, bilemem. Belki de referandum önermek bile suç oluşturur. İyisi mi, biz bu işin çözümünü Yeni Anayasa’ya bırakalım!!

Sahi, böylesi bir özgürlük ortamında yeni bir anayasa nasıl yapılır?

Yok, ben çetrefil halin içinden çıkamayacağım, başıma bir dert açmadan, izninizle bir “absürt”e sığınıp sıyrılayım: Zevklerde, renklerde ve dahi diktatörlerde münakaşa olmazmış! Allah herkesi sevdiğine bağışlasın.


Talat ULUSOY

10.11.2011

Son Güncelleme Tarihi: 20 Kasım 2011 11:17

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.