Çocuklar, Kürt açılımı ve İzmir

05 Eylül 2009 15:07 / 1704 kez okundu!

 


"Ece Temelkuran’ın ve hemşerim olan tüm vicdanlı İzmirlilerin fark etmesi gereken şey, bu türden bir ruh halinin en çok görüldüğü şehrin İzmir olduğudur... İzmir dünyevileşmiş/laik tabanda modernist bir milliyetçiliğin merkezi olma konumuna doğru ilerlemektedir. Kürt coğrafyasının futbol takımlarının en çok aşağılayıcı küfür yediği şehir o “medeni” deyip durduğumuz İzmir’dir. Bunu konuştuğum tüm Kürt amigoları söylüyor..."

***

Perşembe gecesi Siyaset Meydanı’nda ülkenin dört bir yöresinden çocuklar vardı... Çocukların siyaset üzerine konuşturulduğu programlar aslında hiç hoşuma gitmez, sahici olmaz çünkü. Çocuklar kendileri olmaz öyle programlarda. Onlardan isteneni zekice anlarlar ve “olunması istenen” sahte tipler oluverirler... Bizlere de ortaokulda yapılan saçma sapan devlet anketlerinde “En kızdığınız şey nedir” diye sorulurdu, biz de “Arkadaşımın İstiklal Marşı sırasında gülmesi” seçeneğini işaretlerdik... O seçenek varken bu ülkenin zeki çocukları başka seçenek işaretler mi?.. Sonra bir sosyal bilgiler dersinde, bir gün dürüst bir arkadaşımız çıkmıştı... Hocamız “Türkiye’deki üç kuvvet nedir çocuklar ve kuvvetler ayrılığı ilkesi ne demektir,” diye sormuştu... Bu arkadaş da “Kara Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri örtmenimm!” diye cevap vermişti, tüm sınıf gülmüştü ama o arkadaş aslında bilinçaltına işlemiş gerçeklerden bahsediyordu... Hele 90’lı yıllar konjonktüründe, bu çok daha doğruydu...

Fakat bu Siyaset Meydanı’nda çocuklar çok sahiciydi. Kürt açılımını Türk, Kürt ve Türkleşmiş çocuklar konuşuyordu. Bütün bir karşılıklı toplumsal algı en saf biçimde karşımızdaydı... Özellikle Karadenizli çocuklarda “Siyaseten Doğruluk” algısı hiç yoktu, çok tatlı ve sevimli biçimde “Burası Türkiye, Türkçe konuşsunlar o zamaaan, savaşı da Kürtler çıkarmadı mı zaten” gibi laflar ediyorlardı... Bu derece normalleşen ve sevimlileşen ayrımcılık insanın içinde bir ürperme hissi yaratıyordu. Bir yandan ailelerden büyük bir nefret devralınmamıştı. Henüz öyle bir şey ortada yoktu. Tatlı tatlı konuşuyorlar, anlaşıyorlardı. Ama bir yandan da önlem alınmazsa 2010’ların, 2020’lerin Türkiyesi’nin etnik ayrışma manzarasını görebiliyordunuz... Kürt çocuklar daha çok yaşadıklarını anlatıyorlardı. Erken büyümüşlerdi. 10 yaşından 30’a yatay geçiş yapmışlardı... Ve bu çok doğal biçimde olmuştu. Zorunluluktan olmuştu... Dertlerini de çok insicamlı anlatıyorlardı. Çoğu sözü hâlâ yutkunarak ifade etseler de biraz daha kendilerine güvenleri gelmişti. Kürt açılımının yarattığı bu psikolojik hava bile başlı başına çok yararlı gerçekten... Bu program da bu manzarayı ortaya koydu. Ben gibi birçok izleyicisini de gelecek üzerine düşündürdü şüphesiz... Bazı anlar umutlandım, bazı anlar da “Galiba bu ülke bölünecek...” diye iç geçirdim... Şu an toplumsal bağlamda gelgitli bir noktadayız, bu siyasal sorun çözüldükten, silahlar tam anlamıyla sustuktan sonra da 60’lar sonrasının ABD’si örnek alınarak toplumsal rehabilitasyon çalışmaları yapmamız şart. ABD bunu büyük bir başarıyla yaptı. Mükemmel eğitim yöntemleri üretti bu deneyim... Biz de öyle geçmişe dayalı bir uzaklık/nefret yok. Ama şu an artık o uzaklık O-LU-ŞU-YOR. Bunu görmemek için kör olmak lazım. Çocuklara birbirilerinin varlıklarına ve kimliklerine empati hissettirten eğitim çalışmaları ana okullardan itibaren verilmeli. Biz Türklerin buna daha da çok ihtiyacı var... Böyle bir sivil seferberlik kampanyasına da odaklanmalıyız. “Eğitim şart” deyip duranlar, şu anki haliyle Türk eğitiminin toplumsal/etnik ayrışmayı körüklediğini görmeliler... Modern Türk eğitimi olmayan düşmanlıkları yaratan bir bataklık vaziyetinde...

Bu programda Ece Temelkuran da mükemmel kere mükemmel konuştu. Zerre eyyam yapmayan bir vicdani duyarlılıkla konuştu. Meseleyi vicdan çizgisinden çıkartıp dışarıyla bağlantılandırarak konuşmak gibi bir noktaya sapmadı hiç... Çok hoşuma gitti bu durum. Kürt meselesinde liberal ya da sosyalist, dindar ya da laik hepimizin ortak bir vicdani sorumluluk noktasında ittifak etmemiz lazım... Aksi ihtimalde gözlerimizin önünde bir toplum adım adım bölünecek çünkü. Ülke sınırlarının bölünmesi ihtimalinden de daha feci olanı toplumun bölünmesidir... “Tamam, verelim oraları, bize yük olmasın Kürtler, defolsun gitsinler” diyen ayrılıkçı Türkçü bir ruh halinin yaygınlaşma ihtimalini küçümsemeyelim... Bu ruh hali Çekoslovakya usulü barışçı bölünme talebi gibi bir sonuç yaratmaz. Yugoslavya usulü bir kanlı bölünme senaryosuyla karşı karşıya kalırız...

Temelkuran’ın ve hemşerim olan tüm vicdanlı İzmirlilerin fark etmesi gereken şey, bu türden bir ruh halinin en çok görüldüğü şehrin İzmir olduğudur... İzmir dünyevileşmiş/laik tabanda modernist bir milliyetçiliğin merkezi olma konumuna doğru ilerlemektedir. Kürt coğrafyasının futbol takımlarının en çok aşağılayıcı küfür yediği şehir o “medeni” deyip durduğumuz İzmir’dir. Bunu konuştuğum tüm Kürt amigoları söylüyor... Diğer birçok Anadolu şehrinde dindarlık unsuru ve geleneksel önderlik mekanizması Kürt meselesi bağlamında bir ortak payda, milliyetçiliği yumuşatıcı bir unsur olabiliyor... İzmir için böyle bir şey de yok. Tam aksine o modernist algı “Kürtler geridir, ilkeldir” zihniyetiyle kendi dışlayıcı nasyonalizmini meşrulaştırıyor. Türk ırkçı ayrılıkçılığının merkezi İzmir olabilir... İzmirli yerel iktidar da bu tehlikeyi ciddiye almalı... İzmirimizi övüp duran İzmirli aydınlar da...
 

Rasim Ozan Kütahyalı
Taraf

 

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.