Batılılaşma eşcinsel düşmanlığını yaygınlaştırdı

16 Mayıs 2009 23:08 / 1978 kez okundu!

 


"Sahici anlamda vicdanlı tavır İslamofobi ve homofobi illetlerine aynı anda karşı çıkmayı gerektiriyor. Bir insanın eşcinsel kimliği sebebiyle ne olursa olsun “doğru düzgün” biri olamayacağına yönelik bağnaz inançla, bir insanın İslami kimliği sebebiyle ne olursa olsun “uygar” olamayacağına yönelik bağnaz inanç arasında fark yok... "

***

Ali Bulaç-Bülent Ersoy-Cemil İpekçi arasındaki tartışma üzerinden Türk medyası birkaç gündür eşcinsellik ve homofobi meselelerini manşete taşıyor... Ali Bulaç’ı da, Cemil İpekçi’yi de özel bir ısrarla programa davet eden bizzat benim. Bülent Hanım da programa kendisi bağlanmak istedi ve bence son derece verimli ve yararlı bir tartışma oldu programda... Bir mayın tarlası hassaslığında olan bu konu büyük bir nezaket ve zarafet içinde konuşuldu. Fakat kimse de eyyam yapmadı ve kanaatlerini söyledi... Öncelikle şu gözden kaçırılıyor... Ali Bulaç, 2004 yılında AB uyum yasaları çerçevesinde yapılan hukuki düzenlemelerle birlikte, eşcinsellerin özel hayatlarının güvenceye kavuşmasını destekleyen konuşmalar yaptı. Programın bandını yeniden seyrettim. Bu yasal güvence meselesini programda birkaç defa vurgulamış Bulaç... Programda çok daha homofobik laflar başkaları tarafından söylendi. Bunlar da gözden kaçırılıyor. Bulaç “İslami kimlik” sahibi olduğu için özellikle Bulaç’a yükleniliyor. Bu ülkede çok ciddi bir homofobi sorunumuz var. Bu kesin... Fakat aynı zamanda bu ülkede kimi çevrelerde çok ciddi bir İslamofobi sorunu da var. Arslan Bulut’un sözlerini es geçip hususi olarak Bulaç’a yüklenme tavrı buradan kaynaklanıyor... Sahici anlamda vicdanlı tavır İslamofobi ve homofobi illetlerine aynı anda karşı çıkmayı gerektiriyor. Bir insanın eşcinsel kimliği sebebiyle ne olursa olsun “doğru düzgün” biri olamayacağına yönelik bağnaz inançla, bir insanın İslami kimliği sebebiyle ne olursa olsun “uygar” olamayacağına yönelik bağnaz inanç arasında fark yok... Üstelik Türkiye’nin bir başka gerçeği de “hem İslamofobik hem de homofobik” bir başka kitlenin de bu ülkede kilit yerlerde var olduğudur. Ali Bulaç’a sözleri sebebiyle kızan Cemil İpekçi geçen sene bir geceyarısı beni arayıp Sabih Kanadoğlu’nun homofobik sözleri sebebiyle AİHM’e gidilmesi gerektiğini yazmamı rica etmişti... Türkiye’nin ironisi Cumhuriyet mitinglerine katılan kitlelerin çoğunluğunun da eşcinsellik konusunda Ali Bulaç’tan farklı düşünmemesidir... Cemil İpekçi bunu bilen bir insan, o sebeple de kendine “laik” diyen bu kesimi çok eleştiren, laik kesimin çifte standartlı yapısını açık eden ve dindarlara yapılan haksızlıklara sonuna kadar karşı çıkan bir insan, sırf bu sebeple aynı “laik medya” İpekçi’ye de az saldırmadı... Bunu da unutmayalım...

Öte yandan bence hem Müslüman entelektüellerin hem de “Ortaçağ karanlığı”ndan korkan kesimlerin eşcinsellik ve modernlik meselesine daha bir ciddiyetle odaklanması gerekiyor... Çünkü bu alanda her iki kesimin de önyargılarını tuz buz edecek bir tablo var karşımızda... Bu İslam toplumlarının tarihi için de genel bir insanlık tarihi için de aynı şekilde geçerli... Batı üniversitelerinde eşcinsellik çalışmaları ile ilgili kürsüler var. Bu alanda çalışan çok ciddi sosyal bilimciler ve tarihçiler var. Bu akademisyenlerin de üzerinde ittifak ettiği temel noktalar var...

O noktaların en temel olanı da modernleşme denilen sürecin homofobi olgusunu arttırdığı ve yaygınlaştırdığı gerçeğidir... Aydınlanma Çağı diye anılan dönemde eşcinsellere yönelik tolerans artmamış, bilakis azalmıştır. Hatta eşcinsellere yönelik inkâr ve imha politikalarının sistemleştiği dönem Aydınlanma sürecini takip eden asırlardır... Batı dünyası ancak 1960’larla birlikte kendi yarattığı disiplinli modernliği tamamen terk edebilmiştir. Bu geç-modern dönemin ya da postmodernitenin yeni realitesidir... Modernliğin asırları modernleşmekte olan tüm toplumları daha katı görgü kurallarına, utanmak kavramının merkeze alındığı daha disiplinli bir toplumsal yapıya, duyguların “uygarlık” gereği daha fazla bastırılması gerektiği düşüncesine sevketmiştir... Modernite çok daha disiplinli, çok daha denetleyici ve gözetleyici bir toplumsal yapı üretmiştir... Ayıp ve utanç kavramının egemenliğini ilan ettiği asırlar Ortaçağ zamanları değildir. Bu konuda çalışan tüm tarihçilerin ittifak etiği üzere Batı’da modernliği önceleyen dönem esrimenin, öz-denetimsiz bir şekilde yaşamanın çok daha “doğal” olduğu zamanlardı. Aydınlanma sürecinde “uygarlaşan” Batı toplumlarında “doğal” olanı bastırmak bir “burjuva erdemi” olarak kabul edildi... Bugünün Batı akademyasında Ortaçağ Avrupası’nı “karanlık çağlar” olarak niteleyen tek bir ciddi bilim adamı bulamazsınız... “Çağdaş” bir gazetemiz olan Milliyet önce bu “çağdaş” bilgiyi öğrenip, ona göre manşet atsın...

Aynı süreç eşcinsellik bağlamında Osmanlı tarihi için de geçerli... Bizler de “Avrupalılaşma”ya yönelip, o yönde idari ve sosyal reformlar yapmaya başlayınca daha “homofobik” bir toplum olduk... İslamcı aydınlar da bu yönde önyargılarını sorgulamak zorunda. Laik aydınlar da... Bizim tarihimizde de Batılılaşma (yani modernleşme) ile birlikte eşcinsel ilişkiler çok daha “ayıp” sayılır olmuş ve daha fazla kınanır hale gelmiştir... 1840’lardan itibaren Batı devletlerinin büyükelçilerinin eşcinselliğin Osmanlı hayatında görünür olmasından rahatsız olduğu ve eşcinselliğin “doğal” olarak algılanmasının “uygarlık karşıtı ilkel bir durum” olduğuna yönelik şikâyetlerini sık sık bizim devlet adamlarımıza ilettiği bilinen bir olgudur... 

Rasim Ozan Kütahyalı
16.05.2009

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.