Mardin, Midyat, Hasankeyf ve Nusaybin

04 Eylül 2018 13:13 / 12479 kez okundu!

 


Sanki ortaçaðda bir þehre asýlý kalmýþtýk. Cercis'in taþ mekanýnda ve o otantik tatlarýnda þarap içtik ve saatler boyunca gördüðümüz güzellikleri birbirimizle paylaþtýk. Bizimkisi gerçek bir kültür þoku idi. Ýlk temas, ilk aþk, ilk koþulsuzluðumuz, önyargýsýzlýðýmýz...

--------------------------------------------------------------

FOTOÐRAFLARI GÖRMEK ÝÇÝN TIKLAYIN

26 Nisan 2010 Pazartesi günü, saat 10.00-11.30 arasýnda TRT Turizm Belgesel kanalýnda Abdullah Manas’ýn TURKUAZ programýnda Pervin Mýsýrlýoðlu E., fotoðraflarla “Mardin, Midyat, Hasankeyf ve Nusaybin”’i anlatýyor. Kaçýrmayýn!..

Programýn tekrarý: 19.00-20.30


TRT Turizm Belgesel kanalý için TIKLAYIN.

--------------------------------------------------------------

20 Mart 2010 cumartesi günü Ýzmir Adnan Menderes havalimanýndan Pegasus havayollarý ile Mardin'e hareket ettik. Saat 10.30 uçaðý ile Ýzmir'den Mardin'e direkt uçmak büyük bir þans diye düþündüm. 1.5 saatlik bir uçuþla, Harran Ovasý'ndan geçerek, Mardin'e indik. Tek bir uçak vardý o da bizimki idi. Ýndiðimiz yerden hemen kapýya yürüdük ve bizi bekleyen transfer þoförümüz Ahmet ile otelimiz Erdoba Konaðýna gitmek üzere yola çýktýk. Iþýl ýþýl bir güneþ vardý. Rüzgar kýþtan kalma ama baharýn da ilk günlerini hatýrlatan bir kývamdaydý.

Otelimiz Erdoba Konaklarý (Babil bölümü) Mardin'in tam merkezinde 1. caddede. Þehidiye Medresesi'nin hemen yanýnda. Caminin dibinde ise çay bahçeleri Mardin ovasýna bakmakta. Odaya girdiðimde küçük penceremizin ikiye ayrýlmýþ perdesinde manzaramýz Þehidiye Minaresi, Minareyi Sarkis Lole veya daha yaygýn bilinen adýyla Lole Mimarbaþý yapmýþ. Ve sanki bu oda çok mistik, çok baþka bir dünyanýn sýrlarýna ortak ediyordu bizi. Odada kalýþ süremiz 15 dakika oldu.

Dinler, diller, insani haller üzerine konuþtuk ve bir kez daha anladýk ki onlar gerçek hayatlarý ile demokrasinin bile sýnýrlarýný aþmýþlar.

Ýlk gün için bir program koymamamýza raðmen biz dayanamayýp görülmesi gereken yerleri bir an önce ziyaret etmeye karar verdik. Ve önce Deyrulzafaran Kilisesi ve Kasýmiye Medresesi'ni görmek için Ahmet ile sözleþtik.

Önce bir þeyler yemeliydik. Otelin dibindeki kocaman un kurabiyelerini iþtahla yuttuk ama öðle yemeði için Ahmet yol üzerinde bir yer tavsiye etti. Ebrar Restoran Fuat Yaðcý Camii karþýsýnda, Yeniþehir'de “mahalli yemekler”in ailece hazýrlanýp sunulduðu çok güzel bir yer. Kaburga dolmasý, ýrok, kibe ve sembusek ile ilk orada tanýþtýk. Güney doðunun hem güler yüzlü, cömert yüzüyle tanýþtýk hem de ünlü yemekleri ile karnýmýzý týka basa doyurduk. Bir tek benim durumum deðiþikti kuzu, koyun eti yemeyince mahalli tatlardan mahrum kalýyordum ama yine de yemeklerin bana uygun olan lezzetlerinin farkýna varýyordum. Üç tür içli köfte var buralarda, çoðu dana kýymasý kullanýyor. Ayrýca bumbar da mekanýn sahibinin eþi tarafýndan yapýlýyor özenle. Ýçli köfteler de, bumbar da görsellerimizin içinde. Lokanta da deðil de misafirliðe gitmiþiz de özenle aðýrlanýyoruz hissindeydik. Dinler, diller, insani haller üzerine konuþtuk ve bir kez daha anladýk ki onlar gerçek hayatlarý ile demokrasinin bile sýnýrlarýný aþmýþlar. Bir yanlarý Süryani, öbür yanlarý Arap ya da -þimdi ortadan kaldýrýlmýþ da olsa- Ermeni baþka taraflarý Kürt ve sonunda hepsi ayrý dillerde birlikteler. Biz kardeþiz ve kardeþçe yaþamalýyýz demenin erdemiyle yaþýyorlar...

Mardin'de bahar uyanmýþ, Newroz zamaný zaten. Mardin Ovalarý‘nda kiraz aðaçlarýnýn, badem aðaçlarýnýn çiçekleri patlamýþ. Yolumuzun üzerinde Marsoy kuru yemiþçiye uðradýk ve mavi bademler, nemli karpuz çekirdekleri, leblebinin harika halleri ile tanýþtýk. Þekerlisi, kýrýklýsý, kavrulmuþu ile leblebinin Mardinlisine bayýldýk. Meðer leblebinin önemi ve üretimi çok önemliymiþ. Ben sadece Çorum'a mal etmiþim bu iþi. Ayrýca Marsoy'un arkasýnda leblebi iþliðini de sizler için görüntüledim. Fýndýk da fýstýk da baþka görüntülerde çuvallardaki yerini almýþtý. Yolluklarýmýzý alýp devam ettik yolumuza.

Bir yanda ezan öte yanda çan

Deyrulzafaran (Deyr-ül Zaferan) ilk duraðýmýz olacaktý. Tüm Mardin ile çevresi Turabdin bölgesinde. Kilise Rýþmýl veya Yeþilli'ye baðlý bu yerler de merkezin yaklaþýk 4 km kuzeydoðusunda olan Deyrulzafaran kilisesine vardýðýmýzda, orada Kermo adlý bir rehbere teslim olduk. Süryani kiliselerinde bir görevli sizi kapýda karþýlýyor ve tüm kiliseyi gezdiriyor. O, bizi ve diðer tüm ziyaretçileri bir arada tutarak Süryanilerin ilk yaþadýklarý zamanlara götürdü herkesi. Hayatýmýzda daha önce hiç bilmediðimiz bir dinin öz kültürü ile tanýþtýrdý. Kendisi de orada nesli tükenmiþ son Süryanilerden olan Kermo, derin bilgisi ve hoþgörü kültürüyle bizlere entelektüel bir tarih dersi verdi.

Bu ruhani merkezde pek çok rahip, þair, filozof ve metropolit yetiþmiþ olmasý buranýn önemini daha iyi vurguluyor. Bizleri 5. yüzyýlýn etkisine sokuyor. 1932'ye kadar Süryanilerin Ortodoks merkezi olan bu manastýr daha sonra Türkiye devletinin yanlýþ politikalarý sonucunda Þam'a kaptýrmýþ ruhani liderliðini.

600 yýla yakýn Süryanilerin yani Ýsa'ya ilk inanan Hristiyanlarýn merkezi olan Deyrulzafaran'ýn üç tarafý daðlarla süslü. Etraftaki safran bitkisinin sarýlýðýnýn ya da taþlarýn kalkerli dokusundan ötürü ve açýk toprak renklerinden dolayý güneþ ýþýðý ile birlikte hepimiz çok gerilere doðru aktýk.

Etraftaki daðlarda 3. yüzyýla tarihlenen Mor Ýzozoel, Mor Yakup ve Meryem Ana manastýrlarý var. Mesut Alp'in baþýnda bulunduðu bir ekiple 2 yýl önce o manastýrlar temizlenip, turizme hazýr hale getirildiði için görme þansýna sahip olmuþtuk. Din çeþitliliðinin mistik ruhunu tattýk. Bizans etkilerinin vurgulandýðý bilgiler içinde içimizi en ferahlataný ise buranýn korunmaya alýnmýþ oluþu ve bu dine mensup Süryanilerce buranýn ibadete açýk tutulmasý elbette. Ýnzivalarýn, konuk yatakhanelerinin, mezarlarýn, okul ve kiliselerin olduðu bölümlerin yaþamasý herkes için bir hazine. M.S. 5. yüzyýl ilk adý Mor Hananyo olan kilise sonradan Deyrulzafaran adýný alýyor. Romalýlarýn kurduðu bu muazzam eser safran ýþýltýlarý ile hepimizin gözdesi oldu. Ahmet, pek çok yakýn þehirden öðrenciler ve onlarla birlikte gelen Erasmus sisteminin Avrupalý gençleri ile Safran Kilisesini büyük bir hayranlýkla dolaþtýk. Her ýþýk, her karanlýk, her taþ, her avlu, her duvar baþ döndürücü zengin bir geçmiþi anlatýyordu. Ve biz geçmiþ zamanlarýn büyüleyici hikayelerinde kayboluyorduk.

Bizi uyandýran ve tekrar yolumuzu bulduran ise elbette Ahmet'ti. Gün batýmýný Kasýmiye Medresesi'nde yapmamýz gerektiðini ve Mardin'in deniz gibi ovalarýna o tepeden bakmamýzý söyledi. Biz de Kasýmiye medresesinin hayat havuzunu kafes pencerelerini ve o ruhani aydýnlýðýn tadýný çýkardýk yukarýda. Yaþantýmýzýn oradaki felsefeden ne kadar uzaklara düþtüðünü hüzünle gördüm. Dýþarýda dünya güzeli Mardinli çocuklarla tanýþtýk. Kýzlardan boncuklu bilezik aldýk. Ýsmini unuttuðum bir oðlan çocuðunu ise hiç gülümsetemeden oradan ayrýldýk.

Ahmet'in dediði gibi; Mardin gündüzleri seyranlýk geceleri gerdanlýk. Eskiden gündüzleri mezarlýk derlermiþ ama þimdilerde haklý olarak deðiþmiþse de gerçekte ölülerle, yaþayanlarýn mekanlarý uzak deðil birbirinden. Mezarlýklarla dipdibe ve sükunetle giden bir yaþam var orada. Oralýlarýn dediði gibi “bir yanda ezan öte yanda çan” içiçe. Türkiye'de ve belki de dünyada dinler arasýnda bu kadar benzersiz yakýnlýk az görülür cinsten. Türkiye'de Mardin'de en az duyduðun dil Türkçe aslýnda, sen olduðun için Türkçe uçuþur ortalýkta ama normalde ya Arapça ya Aramice (Süryanice) ya da Kürtçe gibi kendi ana dillerini konuþuyorlar. Baþka iklim baþka diyardayýz ve ayný candan türküyü söylüyoruz. “Mardin kapýsýndan hoplayamadým” amma bir þey daha öðrendik ki, o da, bizim bildiðimiz bu türkü esasýnda Diyarbekir türküsü ve oradaki kapýnýn adý. Oysa Mardin'de de Diyarbakýr kapýsý var. Ýþte geze geze öðreniyoruz, dokuna dokuna seviyoruz farklýlýklarýmýzý.

Mardin gündüzleri seyranlýk geceleri gerdanlýk

Akþam yemeði için Cercis Konaðý'ndaki restoranda yer ayýrtmýþtýk. Sanki ortaçaðda bir þehre asýlý kalmýþtýk. Cercis'in taþ mekanýnda ve o otantik tatlarýnda þarap içtik ve saatler boyunca gördüðümüz güzellikleri birbirimizle paylaþtýk. Bizimkisi gerçek bir kültür þoku idi. Ýlk temas, ilk aþk, ilk koþulsuzluðumuz, önyargýsýzlýðýmýz... Bakýr taslarda içtiðimiz þarap, bakýrdan büyük bir tabaðýn üstünde küçük mezelerin içinde durduðu kepçeler ve alýþtýðýmýzýn dýþýndaki tatlar ve objelerle Mardin'den baþka hiç bir yerde olmayý düþlemezdik gerçekten. Herkes memnun, herkes þaþkýn, memleket tanýmanýn hüzünlü telaþýndayýz. Kakuleli kahvemizi içtik... Mýrra ile ilk defa tanýþtýk böylece (bir kaç yudum mýrra içmek için 7-8 saat kahvenin aðýr ateþlerde piþirilmesi gerekirmiþ, mangalda, közde).

Gece odamýzda bizi bekleyen Þehidiye Medrese Minaresi'nin ýþýklý gövdesine hayran, uyuyakaldýk. Mardin, gündüzleri hayranlýk verici geceleri gerdanlýk bir inci.

Hem Mardinli hem de Ýzmirli

Sabah Erdoba Konaðý'nda kahvaltý salonu için diðer tarafa geçtik, taþ merdivenlerden indik. Bu arada inanamayacaksýnýz ama oteli þakýr þakýr hortum elde yýkýyorlardý. Çok tozlanýyor her sabah yýkýyoruz dediler. Çok hoþuma gitti. Ooohhh buz gibi ortalýk, tertemiz. Kahvaltý salonunda çeþit çeþit peksimetler ve kornet kaplara koyduðumuz tahan pekmez unutulmazlarýmýz arasýnda. Ýnsanlar zarif ve sessiz. Akþamlarý kahvemizi içtiðimiz þark salonu ise halý ve kilimler ile, çýkardýðýmýz ayakkabýlarýmýz ile sýcak ve neþeli. Onca yorgunluktan sonra “ayakkabýsýzlýðýn eþitliðinde” bir sohbet ise oldukça manalý, demokrasi harcýnda...

Erdoba'daki ikinci günümüzde kahvaltý salonuna alnýna dökülen kömür karasý saçlarý, sürmeli ve de gözkapaklarýnýn üstü gri far sürülmüþ gibi duran bir delikanlý ile giren þoförümüz Ahmet, “rehberiniz “dedi. Hepimiz merhabalaþtýk kendisi ile. Adý Mesut soyadý Alp en azýndan Türkçesi böyle, Kürtçe söylenmesi gerekiyorsa Welat'la tanýþtýk biz. Baþka bir dünya ile... O andan itibaren Þahmeran'ýn erkek hali gibi bize yaþanmýþ hikayeler, fýkra gibi anekdotlar ve kendi hayatýndan gerçekten çok çarpýcý anýlar aktaran Mesut'a hayran olduk hepimiz. Diz kapaklarýmýza kadar gülüp, ciðerimizin en ücra köþelerine kadar sýzlamalarýmýz hep onunla oldu. O Mardinli bir arkeolog. Ege Üniversitesi'den mezun ve Ýzmir aþýðý bir insan. Hem MARDÝNLÝ hem de ÝZMÝRLÝ. “Mardinizm” ekolü ile süratle kopuyorduk eski dünyamýzdan. Bilginin ve seyahat etmenin uzak diyarlarýný yakýn eden bu duygu çoktandýr beklenen bir kavuþma gibi. Biten bir hasretlik gibi...

Mesut'la hep mesuttuk Mardin'de. Neden mi? O, hem kendi özünün ve özelliklerinin farkýnda bir güney doðulu hem de batýda kendisi gibi düþünenlerin dünyasý ile iç içe ve en önemlisi hepsinden haberdar. Kendi kültürel zenginliðinin ve yüzyýllarca öncesine gidebilen özgün tarihinin ilmini, bilimini öðrenip, bunlar üzerine de kendi aklý ve zekasý ile geliþtirdiði entelektüel birikimi onu Mardin'in gerçek sahibi yapmýþ. Mardin'de 2006'dan beri müzeci, arkeolog olarak kendilerine has, yerel tatlarýný evrensel ve Türkiye'ye ait özel dokusuyla sunmayý bilen bir dost Mesut.

Daha 30 günlük olmuþtu oðlu Roni'si doðalý. Karýsý Fasla Haným (Anter Alp) Mardin'de kadýn kooperatifi kurmuþtu. Paris'te kalmayý reddedip, kadýn kooperatifini kurarak orada þiddet, eziyet gören ya da kocasý öldüðü için çaresiz kalmýþ, yoksul kadýnlara iþ saðlayarak büyük bir projeyi hayata geçiren bir kadýnla evli olduðu için onunla haklý olarak gurur duyan Mesut sayesinde CnnTürk'ün “Fark Yaratanlar”ýný seyrederek Mardin'de ki kadýn kahramanlarýmýzý da tanýdýk. Fasla haným da çok yakýþýyor Mardin'e.

Buralara, bu ovalara “verimli hilal” denmiþ geçmiþte. Kuzey Mezopotamya denilen Mardin yöresine Arapça'da “ada” anlamýna gelen “El Cezire” de deniyor. Üstelik bu yaylalarýnýn son duraðýnýn Baðdat'a uzanan ve “Allahýn Kullarýnýn Daðý” yani Tur Abdin gibi çeþitli tarihsel dokularýn adýyla anýlmasý da kültürel zenginliðin ve anlamlarýn çeþitliliðini yansýtýyor... Dicle'si ile, Karacadað'ý ile, Diyarbakýr'a olan kadim yakýnlýðý ile Mazý Daðý'nýn eteklerinde bir Ortaçað soluyoruz.

Camilerin ve kiliselerin ibadet seccadeleri ayný yere serili buralarda çok þükür ki...

Kahvaltý sonrasý Midyat'a hareket ettik. Midyat'a, Asur medeniyetinin merkezine gidiyoruz. Tur Abdin'e... Asurca adý Matiyatu (Yatularýn ülkesi anlamýna gelmekte) yani “Maðara Kent”in sokaklarýna vardýðýmýzda ilçenin tarihi dokusunun bugünlere kadar bir þekilde gelebilmiþ olmasýna çok sevindik. Kapý süsleri, pencerelerin kenarlarýndan geçen taþ iþlemeleri, sütunlarýn ihtiþamý, çocuklarýn “rehber” olma aþklarý bize küçük Mardin'i anlatýyordu. Evlerin mimarisi ve karanfilli, laleli ve helozonik motiflerle taçlandýrýlmýþ yapýlarýn arasýnda “telkari” iþlerinin de ne anlama geldiðini ve hangi dünyanýn iþleri olduðunu anlamýþ olduk. Gerçekten de telkari denilen, dantelin, gümüþten, altýndan takýlara dönüþtürüldüðü yerin ana vatanýndaydýk.

1478‘den sonra Süryanilerin Metropolitlik merkezi olan Midyat, pek çok kilisesi ile 5. yüzyýldan günümüze ýþýk tutan önemli eserleri þimdi koruma altýnda. Buraya ýþýklar, Gölcük, Akçakaya ve Cumhuriyet mahallerinde rehberimiz Mesut ve çocuk rehberlerimizle birlikte dolaþtýk. Fýrat adlý kravatlý ve özgüvenli Midyatlý küçük rehber kendini bize kabul ettirdi. Ben zaten fotoðraf çekebilme telaþýmdan hep arkada kalýyordum. Böylece de eksik kalan bilgilerimi Fýrat tamamlýyordu. Kapý tokmaklarýnýn çalýnma þeklindeki anlamlarý, eski yýkýk evdeki taþtan yapýlmýþ dolabý, telkari iþçiliðini, dizi çekilen evleri ve daha araya serpiþtirdiði bir çok duygusunu ve düþüncesini bana büyük bir sükunetle aktarýyordu. Bu arada da çocuklarýn fazlaca ilgisine maruz kalýrsam onlarý kibarca uzaklaþtýrma görevini de çok iyi yapýyordu. Dicle'nin yakýnlarýnda Fýrat'la tanýþmak çok güzel bir duyguydu. Ýyi bir bahþiþi ihmal etmedik...

Konuk evi çok geçmiþ zamanlý dekorasyonu ve ayrý ayrý kalmýþ birimlerin birleþtirilerek orijinali gibi restore edilmesi o yapýnýn ihtiþamýný benzersiz kýlýyordu. Ziyaretçisi boldu. Hele öyle bir ince ve dar taþ merdiveni ile terasa çýkýlýyordu ki, trafik lambasý konsa yeridir. Bir dizi insan inerken bir dizi insan çýkmak için bekleþiyordu. Terasta bol bol fotoðraf çektik. Hem kendimizi hem Midyat'ý keþfettik. Çekül desteði ile restore edilmiþ olan Devlet Konuk Evi'nin eski sahibi Ýshak Þabo'nun devlete hediye ettiði bu ev, TV dizisi yüzünden oldukça popüler.

Bütün dinsel mekanlar kadar ruhani 'olan bu manastýrda hepimiz ermedik ama eridik...

Mor Gabriel Manastýrý, Mardin Eþiði'nden Kartmin'e doðru birkaç kilometre sonra küçük bir daðýn üzerinde. Bu arada “mor” aziz demek, “mort” azize Süryanice'de. Devlet destekli, hukuk dýþý ama kitabýna uydurulmaya çalýþýlan giriþimlerle hala sahiplerinin ellerinden almak için uðraþ verilen Mor Gabriel de bir metropolitin adýyla anýlýyor. Manastýrlarýn iç avlularýnýn sadeliði ve dingin kokusu Mor Gabriel'in daha dýþýndan baþlýyor. Tepenin üzerinde çok geniþ bir alandan kapýsýna geldiðimizde görevliler tarafýndan karþýlandýk. Mesut'la beraber kilise görevlisi saygýn bir rehber olan Kuryakos eþliðinde içeriye adýmýmýzý attýk. Bütün dinsel mekanlar kadar ruhani 'olan bu manastýrda hepimiz ermedik ama eridik... Yeni eklenen misafirhaneleri, çilehaneleri, mezarlarý (bu arada azizler öldüklerinde üstündekilerle ve oturur halde dikine olarak gömülürlermiþ. Yeniden dünyaya geldiklerinde diðerlerini karþýlamak ve takdis etmek için bir hazýr duruþ) o yüzden mezarlar diðerlerine göre daha tümsek yapýda. Mor Gabriel'in son derece mütevazý ve ayak altýna yapýlan mezarýnýn, toprakla birleþen yerinden biraz toprak aldým. Ne yalan söyleyeyim, bunca çilenin ve Tanrý aþkýnýn birazý bulaþsa kârdýr dedim. Sunaklarýn detayý, ibadet biçimleri ve hatta orada açýk duran en eski Süryanice Ýncillerinden kimi dualarýn okunuþ ve tercümesi hepimizin hayli ilgisini çekti. Zindan gibi daracýk ve basýk yerde keþiþlerin kendilerini saçlarýndan tavana asarak uyku bile uyumayý kendilerine yasaklamýþ olmalarý, Tanrý ile buluþmanýn ezasýný çekerek yapýlan ibadetin zorluk dereceleri bizim ufkumuzu geniþletti.

Ýkonalar, vaftiz töreninin yapýldýðý yerler, sütunlar… Birçok inancýn bu sarý taþlarýn yapýsýna iþlediðini fark ediyorsun Mardin ve çevresinde.

Dönüþ yolunda Mahsum Usta'da yemek yedik. Midyat Devlet Hastanesi'nin karþýsýnda tertemiz, yine özel lezzetleri olan iskender ve döner salonunda keyifle aðýrlandýk.

Midyat'ý býraktýk Mardin'den olmamak için!.. Akþamýn alacasýnda Mesut'un hüzün dolu kahkahalarý ile tepeleri, höyükleri arkada býrakarak oteldeki þark köþemizde kahvelerimizi yudumladýk.

Orasý savaþmaya, ölünmeye gidilen yer buralar sefaya, hayata açýlan “medeniyet” avlularý

Her gece ayný þaþkýnlýk, ayný hayranlýk ayný kavuþma aný, heyecaný... Mardin'de pencerimizde baþlýyor sabah. Sabah ezanýyla uyanýyoruz yine... Sufi müzikleri tadýnda bahar yürüyüþleri...

Mardin'in, Türkiye'nin hayatýna yeniden girmesinde Tarih Vakfý'nýn rolü büyüktür. 600 sayfalýk "Mardin: Aþiret Cemaat, Devlet" kitabý Mardin'in bilinmeyen öyküsüne tarafsýz bir gözle açýlan en önemli kitaptýr. Bu diyara yapýlan ilk önemli turu da 2000 yýlýnda Tarih Vakfý yapmýþ ve Mezopotamya'nýn kapýsýný aralamýþtý. Aðabeyim Ýlhami Mýsýrlýoðlu'ndan duymuþtum ilk, o diyarlarýn unutulmaz hikayelerini. Kasýmiye Medresesi'nin demir kafeslerindeki ýþýkta çekmiþti Yonca'sýnýn en güzel fotoðraflarýný. “Taþýn ve Ýnancýn Þiiri” Bünyad Dinç'in harika fotoðraflarý ve Refik Durbaþ'ýn özel þiirlerinden oluþan harika bir albüm kitaptýr. Tarih Vakfý'nda projeler üreten o zamanki Gen.Md. yardýmcýsý Ýlhami bey, o kitabýn editörlüðünü üstlenmiþti. Mardin'in en köklü ailelerinden olan Tahincioðullarý ise sponsor olmuþtu bu deðerli çalýþmaya, o dönem sahibi olduklarý Kent adýna... Defalarca gitmiþti Ýlhami bey ve her defasýnda Mardin'i ayrý ayrý biriktirmiþti anýlarýmda. Ýlk o kitap çýktýðýnda özeni, görselleri, þiire yakýþan taþlarý ile sarý bir ýþýk yakmýþtý yüreðimde. Bir kaç baský yaplýlan o deðerli kitap þu an ne yazýk ki sahipsiz kaldý, ancak sahaflardan bulabilirsiniz, o da þanslýysanýz... Biliyorum “mahrumiyetimiz” doðuda yaþayanlardan fazla, bizim ekmeðimiz var ama memleket aþkýmýz da aþýmýz da eksik edilmiþ yüreklerimizden. Ayrý gayrý býrakýlmýþýz. Orasý savaþmaya, ölünmeye gidilen yer buralar sefaya, hayata açýlan “medeniyet” avlularý.

Hiç unutmuyorum; yeðenim Barýþ, askerliðini Mardin Dargeçit ‘de yapacak diye her yaný aðlama duvarý yapmýþtýk. Ondan bir ses alacaðýz diye kendimizi telefon tellerine sarmýþtýk. Foça'daki ön-askerlik bile dokunmuþtu hepimize, Dargeçit‘e ellerimizle Barýþ'ý yolluyorduk. Gelir miydi ki o zamanlar þimdiki günümüze? Bundan tam bir düzine yýl önce, çok uzak deðil o zamanlar iþte. Barýþ, adýna yakýþýr bir ders çýkarýr mýydý kardeþlerin þehitliðinden? Anadolu'nun zengin kültüründen kendine göre bir ders çýkarýr mýydý? Gözümüzde tutuyorduk endiþelerimizi, yüreðimizde dualar okuyorduk. Hangi korku esir almýþtý “barýþ” günlerini? Hangi kör kuyuda bekliyordu ýþýk? Müjdesi bahar kokan haberler hangi daðýn ardýnda pusuda bekler... Bu sefer ben Nusaybin'den aradým Barýþ'ý. O Ýstanbul'da turizm sektöründe çalýþan bir tarihçi þimdi. Öyle çok þaþýrdý ki “tehlikeli yerlerde” dolandýðýmýza... “Ne arýyorsunuz oralarda?” dedi. Biz de yerli turist hallerimizi anlattýk. Þaka gibi gelse de þimdi, “Þýrnak”a, Diyarbakýr'a, Urfa'ya gider levhalarýný görmek bile yeni bir duyguydu bizler için. Garplýnýn þark yolculuðu hep þark-ýlý deðildi çünkü. “Kayýp þarkýlarýmýzý” Anadolu'dan toplayan bir tek Nezih Ünen, Sýrrý Süreyya Önder ve benzerlerinin omuzlarýna yük olmamalý, biz de kayýp anýlarýmýzý, kaybolan yýllarýmýzý ve hepsinden önemlisi tüm kayýplarýmýzý beyaz türkülere sarmalý, pamuklara koymalýydýk. Bahar geldi, “aþk”ý daðlara, ovalara daðýtmalý. Kurda, kuþa okutmalý... Eskiyi unutmak için safranlý sular, kakuleli kahveler, melengiçli sabunlarla yýkanmalý... Memleketin batýsýnda da doðusunda da“yitirdiklerimiz bize bakýyor” çünkü...

Çölde serap görmek gibi Hasankeyf'le ilk karþýlaþmamýz.

Bir bahar zamanýnda badem aðaçlarýnýn çiçek açtýðý mevsimdeyiz ve Hasankeyf'e (Batman'ýn ilçesi) hareket ediyoruz. Hasankeyf yani “daðþerif” diðer adýyla; tarih kitabýný açar gibiyiz. Eyyübiler, Asurlular, Sümerler, Romalýlar maðaralarýn mesken tutulduðu, Dicle'nin kýyýsýnda bir vaha ile karþýlaþýyoruz. Çölde su bulmak gibi. Ya da serap görmek gibi bu ilk karþýlaþmamýz. Maðara konforu yaratmýþlar daðlarda. Maðara medeniyeti. Maðaralarýn çoðu boþaltýlmýþ ama bir iki direniþçi sakini var hala bu diyarýn. Televizyonda izlemiþtim baraj geçmesin diye çoban Ahmet'in yakarýþlarýný dinlemiþtim. O daðlarýn çobaný iken þimdi Hasankeyf'e bekçilik ediyor. Hasankeyf'i Yaþatma Derneði baþkaný olmuþ Çoban Ahmet ve þimdi baraj kurtlarýna kaptýrmamaya çalýþýyor Hasankeyf'in büyüleyici tarih kuzularýný. O hala çoban ama üst düzeyde bir çoban. Koruyamadýðýmýz dünyamýza çobanlýk ederken cesurca ettiði sözler hala aklýmda. “ Hasankeyf baraj olmasa da yok oluyor. Çünkü önce insan önemli burada. Çocuðuna bir baba bir bardak su götüremiyorsa... 5. yüzyýldan kalma minare, kilise kimin umurunda. Artistler, Ýstanbullular geliyor ama Hasankeyf ilçesine bakmadan karþý kýyýya geçmeden dönüp gidiyorlar. Batýda çalýþan gençlerimiz var. Marmaris'e, Bodrum'a gidecekler önümüz yaz sezonu. Orada kazanýyorlar; kýþýn burada harcamak ve yaþayabilmek için. Baraj gelse de yok oluyoruz gelmese de” diyor baðrý yanýk Çoban Ahmet. Ýnsan buralarda turist olmaya da utanýyor. Çocuklar sardý her yanýmýzý. Hepsi vaktinden önce büyümüþ çocuklar. Hepsi su gibi yutmuþ buralarýn tarihini. Taþ taþ üstüne koyar gibi laflarý... Hasankeyf mutlaka her þekilde yaþatýlmalý...Çünkü artýk eminim, Hasankeyf'i suya gömmek cinayet olur!

Alt katta TARÝH oturuyor, üst katta HAYAT

Dara Harabeleri'ne doðru tuttuk yolumuzu. “Dara Sarnýcý sana kendini bir hiç hissettirecek ve sonsuzluk duygusunu tadacaksýn” demiþti aðabeyim Ýlhami. Ben kendimi her bilgi ile zaten kaybediyorum þimdi iyice bulunmaz oldum. Dev sarnýcýn ya da buðday ambarýnýn tavanýna bakmaya boynumuz yetmiyordu. Baþ döndürücü ve inanýlmaz bir tarih saðanaðý altýnda görünmez oldu dünya. Sanki içerde saklanýyor bu dünyanýn sýrlarý. Sessizliðin, sýrlarýn, acýlarýn kapýsýný açmýþtýk sanki. Dýþarý çýktýðýmýzda tarihin üstüne kurulmuþ bir yaþam var halbuki. Ne onlar tam farkýnda ne de o sonsuzluk sarnýcý. Ne birikiyordu içeride, hangi kokular, tatlar, hikayeler yýðýlýyordu üst üste? Bir ev, çamaþýrlar serili iplerine. Alt komþularý tarih, yan komþularý taþlar... Taþlarýn içinde taþa anlatýlan hayatlar... Ýlerledik biraz yürüdükten sonra, Agora'yý gördük. Mesut anlattý Efes, Selçuk tarihi kalýntýlarla olan benzerliklerini. Sütunlu çarþýyý hayal ettirdi bize. Her dönem gerçekten de hem kendi dokusuyla hem de kokusuyla kalýyor bence. Yine antik maðaralarýn olduðu ve arkeolojik kazýlarýn devam ettiði yerde Ýsa ile tanýþtýk. Ýsa, Nasýralý deðil ama Dara'nýn saygýn bir koruyucusu idi. Arazilerin ortasýnda bir þark kafesi yapmýþtý. Sarýþýn olduðu için Finli dedikleri daralý bir aða kýzý ile evli olan Ýsa, eþi, çocuðu ve annesi ile yaþýyordu orada. Yakýnlarda bir okuldan, öðretmenin ders veren sesi geliyordu onca suskunluk içinden. Kendini parçalayan bir öðretmen. Çýkýþ zili çaldý biz daha gitmeden. Ýlkokul çocuklarý çil yavrusu gibi daðýldý. Merak etmiþtim, sordum öðrencilere “hangi dersten çýktýnýz” diye; hep bir aðýzdan “Türkçe” dediler. Ne kadar ironikti bilemezsiniz. Anadillerini kitaptan öðrenmiyorlardý. Soramadým hangi dilde düþünüyorlardý? Türkçe mi, Kürtçe mi, Arapça mý, Aramice mi? Gerçi Mesut, dil konusunda noktayý güzel koymuþtu. “Burada her çocuðun cebinde en az üç dil durur, biri Türkçe, biri Kürtçe diðeri Arapça” demiþti...

Suriye sýnýrýný da gördük ya...

Nusaybin Mesut'un ailesinin de yaþadýðý yerler. Abileri, kardeþleri iþ sahibi orada. Nusaybin, geçmiþin en önemli þehirlerinden. Ýpek yolunun, baharat cennetlerinin kervan yollarý buralar. Þimdi bile her tür uzak tatlarýn buluþtuðu yerler. Ýpekli, pamuklu puþiler, rengarenk örtüler, kahveler, çaylar ve hatta bulunmaz Hint kumaþlarý, bulmaca gibi Pakistan iþleri, Dubai ganimetleri hep burada. Ve sudan ucuz gerçekten. Mayýn tarlasýnýn dikenli gölgesinin bir tarafýnda top oynayan çocuklar, öte tarafýnda Suriyeli piknik yapan kadýnlar ve biz ayný karedeyiz... Fotoðrafta yer almak için top oynamayý býrakan çocuklardan bir tanesi hevesle sordu, "neredensiniz?" diye Ýzmir'den dediðimde yüz ifadesi deðiþti... Gaza bas çek git buradan dedi... Ýzmir uzaklýðýn ve sevilmezliðinin sebebi gibi onun gözlerinde. O sýnýr boylarýnda, mayýn tarlasýnda top oynayan bir çocuk, biz deniz kýyýsýnda raký sofrasýnda "neyin" sohbetine hazýrlanýyoruz? Birbirini duymayan insanlarýn masasýnda hangi "huysuzluðumuzu" parlatýyoruz? O burada, biz orada taþ atan çocuklarýz belki... Ayrý bilinçlerde, ayrý amaçlar için... Çocuklar biriktiriyor uzaklýklarý, çocuklar sürüyor ektiðimiz tarlayý... Hüzünlendim...

Öyle çok taþ sandýklar vardý ki açýlmayý bekleyen... Turizme açýlmýþ ama hala restorasyonu bitmemiþ bir kiliseye daha gittik son olarak. Mor Yakup Kilisesi'ni yine bir Süryani görevli Daniel anlattý ve gezdirdi. Ýþte o zaman düþündüm; 80-90 yýllýk yerleri bile bize abartarak anlatan insanlar gelmeli buraya. Görsünler, yüzyýllar öncesine, 3. yüzyýla ýþýnlanmak nasýl olur diye... Baksýnlar... Bir kilisenin çýkýþý bir pembe camiye nasýl eþlik ediyor diye düþünsünler... Restorasyon vardý. Ýçimiz rahatladý.

Akþam oluyordu tekrar Mardin'e vardýðýmýzda. Eski bir hanýn içinde yemek yedik. Biraz daha dolaþtýk sokaklarý. Erdoba'ya döndüðümüzde yine yer minderlerinde güreþ tuttuk sözlerimizle. Herkes ayný ýþýkla parlýyordu. Gündüzün taþ rengi yüzlerimizde...

Mardin sokaklarýnda her esnaf ayný terbiye ile selamladý bizi. Karþýlýk beklemeyen ve hiç “satýcý” olmayan tok gözlü, mert, hafif utangaç duruþlarý ile alýþveriþler yaptýk. Biz aldýk, onlar satmadý. Arsýz, yüzsüz deðiller, ýsrarcý hiç...

Baþým, gözüm üstüne / Wey li ser serê min li ser çavêmin

Sabah erkenden eksik kalan yerleri ya da tekrar görmek istediklerimizi sýraya koymuþtuk. Mardin þehir merkezinde eski çarþý, revaklý çarþý, Latifiye Camii, Sakýp Sabancý Kent Müzesi, PTT binasý, Þehidiye Medresesi ve elbette Mardin Müzesi fýrsat buldukça gezip gördüðümüz yerler oldu. Sakýp Sabancý Müzesi'nde harika eserler vardý. Çaðdaþ ressamlardan enfes bir potpori sunuluyordu. Geçmiþ hayatlardan ve etnografik sunumlardan çok büyük tat aldýk. Müzenin hem kendisi hem de içindekiler çok özeldi. Üstelik henüz içinde bir müze görevlisi bile yoktu. Bu haliyle Ýskandinav ülkelerinin medeni duruþunu hatýrlatýyordu. Orayý anlatan bir kitap ya da bir broþür de yoktu. Giden kazanýr gitmeyen cahil kalýr. :)) Mardin'de sokak, tabutu taþýyacak cemaate göre yapýlýrmýþ. Yýlankavi sokaklarda, yokuþ merdiven demeden dolaþtýk durduk.

Çarþýda “Ýstanbul Giyim”in sahibi Mehmet Nur Mungan (Murathan Mungan'ýn amca oðlu) ile tanýþtýk. Puþilerimizi aldýk. Baðlanmasýný ondan öðrendik. Kuyumcu Serwet Bey'den telkariler aldýk.

Sýcacýk ve dostluk dolu alýþveriþler yaptýk. Kýrmýzý þahmeran cam altý tablomuzu iþin ustasý Hasan beyden aldýk. Kaplan gözünden kolye ise hatýrasý oldu bende. Mangalda yaptýðý mýrrasýný içtik. Bakýr taslar, meze tepsileri aldýk. Sabun çantalarýna bayýldýk. Býttým, badem, melengiç sabunlarýný bavulumuza doldurduk.

Burada yerleþim birimine giden bütün yollara takýldý kaldý aklýmýz. Hangi eksik bilgi ile tamamlýyorduk gezimizi. Dargeçit'ten aþýrsaydýk ayaðýmýzý, Kýzýltepe'den geçirseydik yolumuzu, Yezidilerle (Ezidi) buluþtursaydýk yalan yanlýþ bilgilerimizi daha geliþmiþ varlýklar olur muyduk dönüþte? Buralarýn kadim efsaneleri, renkleri, dokularý ile tanýþmak için geç kalmýþlýðýn ezikliðini atar mýydýk üzerimizden? "Þeytana tapanlar" mý demeliydik yoksa "kötülük meleðine tapanlar" mý, Onlar gibi mi söylenmeli "Ezidiler" diyerek... Yoksa Y harfini "eþkiya, talancý, askere gitmeyen" bir cemaatin dini yaklaþýmlarýnýn toplam sembolü olarak, "yEzidiler" diye mi yorumlamalýydýk bu farklý huylarý... Neye yormalýydýk, nereye koymalýydýk bu kayýp hayatlarý? Gizliliðin gizlisi nelerdi? Nasýl bir coðrafyaydý bu her taþýn altýnda bir servet barýndýran? BÝLMÝYORUM... HÝÇ BÝR ÞEY bilmiyoruz birbirimizle ilgili...

Benim sözüm benim gözümle Mardin iþte böyle.

Seyahatimiz boyunca bizlerle olan ve olmayan tüm barýþ dostlarýna sesleniyorum;

Ýyi ki varsýnýz... Baþým, gözüm üstüne... Mesut'un ve "Mezopotamyalýlarýn" deyiþi ile Wey li ser serê min li ser çavêmin

Geçmiþte, bir anlamda Nuh'un Gemisi'nden hayata yeniden yayýlmýþ farklýlýklarýyla güzel insanlar; bir laneti doðrularcasýna binlerce yýl bu topraklarda didiþip durdular, öldüler öldürdüler. Bu topraðýn insaný olan Ermenileri artýk orada göremiyoruz... Yahudilerin tapýnaklarý yok oldu olacak. Bugün Mardin'deki bu dostluðun ve hoþluðun altýnda aslýnda bu acý yaþanmýþlýklar var. Tek çarenin birbirini anlamak, kabullenmek ve sevmek olduðunu bedeller ödeyerek öðrenmiþler. Dilerim ki ülkemiz bu dinginliðe, bu kardeþliðe, daha fazla acý yaþamadan ulaþýr. Mardin'in dününü deðil bugünü örnek almalýyýz... Çünkü Mardin artýk hayatýmýzýn kýyýsýnda deðil, tam ortasýnda.

''Bir kez girdi mi MARDÝN hayatýna, kader gibi takip eder ...'' (Murathan MUNGAN)


Pervin MISIRLIOÐLU E.

28.03.2010

 

 

Bu yazýyý Facebook'ta paylaþabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaþ
0
Yorumlar
10 Mayýs 2010 19:36

serhat

biliyorum oralarý bu kadar kýsa yazýlarla anlatmak hiç kolay deðil ama siz çok güzel anlatmýþsýnýz bu dört tarihi yeri. elinize emeðinize saðlýk . newroz ve welat hassasiyetiniz içinde ayrýca teþekkür ederim.
03 Mayýs 2010 08:44

defonte

Sevgili Pervin,

Yazýný bu sabah üçüncü kez okudum. Yine de doyamadým.. 70'li yýllarýn baþlarýnda, bir yýl kadar Diyarbakýr'da kalmýþtým... Sonraki yýllarda Maraþ, Antep, Urfa derken, ancak Kahta'ya kadar gidebildim.. O coðrafyanýn, ruhumu kuþatýp teslim alan týlsýmlý güzelliði, beni kendine aþýk etmiþti.. Ama þairin de dediði gibi "ayrýlýk aþka dahildi.". Ah Pervin, yazdýklarýnla, küllenmeye yüz tutmuþ olan, içimdeki o kadim sevdayý yeniden canlandýrdýn, bana güzellikler yaþattýn.. Bu yüzden, kendimi sana borçlu hissediyorum ve bu borcumu nasýl ödeyebilirim bilemiyorum.. Çok teþekkür ederim.. Ýyi ki varsýn..

Cengiz
01 Mayýs 2010 00:58

Welat

Güneþin ülkesine Hoþ gelmiþ Sefa gelmiþsin Pervin...
Ýnan oturup saatlerce yazasý geliyor insanýn senin yazdýklarýna mükabil, ama hangi kelime ile anltýlýr ki Mezopotamyanýn gecesi, hangi cümle ile söze gelir kýzýla çalan gün batýmlarý, hangi beste ile dile gelir Kaþiyari daðlarýnýn her taþýna iþlemiþ olan binyýllarýn destanlarý, mitoslarý ve yaþanmýþlýklarý... Gelmek, rüzgarýný dinlemek, yýldýzlarýna sýðýnmak gerek bu kadim toparaklarýn. O kadar yüklü ki bu topraklar an geliyor adým atamaz oluyorsunuz, her adýmda bir anýsý ezilecek olur sanki insanlýðýn, Kral Gýlgamýþ ile karþýlaþýrým diyorsunuz, bir bakýyosunuz Þamaþ selamlýyor sizi, Marduk, Ýþtar ve diðerleri... Tüm tanrýlar ve onlarýn kutsadýðý o krallar daha dün doðmuþ gibi avuçlarýna bu topraklarýn... Dünü ve bugünü bir yaþar, inançlarýn her rengine þahit olursunuz... Melekê Tavus ve 72 millet için güneþe fýsýldanan dualar manastýrlardan yükselen ilahilere karýþýr, ezan sesleriyle uðurlanýr gün batýmlarý... Özüyle KABESÝ ÝNSANDIR BU TOPRAKLARIN...
Çok teþekkürler can, tekrar eline, yüreðine saðlýk,
Sevgiler...
Welat
28 Nisan 2010 00:59

msakaryalý

ÝYÝ KÝ GÝTMÝÞ PERVÝN MARDÝN'E ve ÝYÝ KÝ ANLATMIÞ...

Bu kadar mý güzel anlatýlýr bir yer. Hem anlatan biliyor anlatmayý hem kendini anlattýran mekan. Pervin Mardin'e Mardin de Pervin'e fena halde yakýþmýþ.

Þehvetle görme isteði uyandýrdý anlatý bende. Bir de "Bu nasýl ÞAHANE bir anlatý böyle?" dedim kendi kendime. Tarihsellik de var güncellik de. Hem gezdiriyor bizi, hem tarihini kavratýyor mekanýn, hem þiirsel gözlemler sunuyor ve hem de barýþ ve kardeþlik hakkýdýr bu topraklarýn mesajýný sunuyor. Ve benim bir yargým pekiþiyor: Dünyanýn her yerinde yapýlsa bile ýrkçýlýk- ýrkçý milliyetçilik; Anadolu topraðýnda asla yapýlamaz. Buna, dokusu-kokusu-havasý vb izin vermez ! Anadolu'da yapýlabilemez o.

Git, gez, gör duygusu yarattýn Pervin! Teþekkür ederim. Coðrafya'nýn "farkýnda olma bilinci" olduðunu, Ýnais'ten Ýnay'a çalýþmamý yaparken anlamýþtým, þimdi yeniden anýmsadým.

Gezi yazýlarýný kitap yapman dileðimle. Sana yardým etmeye hazýrým.
Ellerine ve aklýna saðlýk, "taþ atan çocuk!"

Muammer
27 Nisan 2010 14:37

Mamoste

Sevgili Pervin, Mardin'i canýgönülden çok güzel yazmýþsýn, ji dil û can te pîroz dikim :)
24 Nisan 2010 20:38

padlock

Bir þehre orada yaþamadan aþýk olmak mümkün mü? Evet. Gördüðünü en deðerli mücevherini anlatýr gibi anlatmak. Seni nerenden vurmuþsa döndüðün her yerde eksik kalmak. Aþk bir olmaksa bu aþk. Bir þehre orada yaþamadan aþýk ölmek mümkün mü? Evet.

Pervin seninle sarý Marde taþlarýna tekrar dokundum.
Sað ol var ol.

Sevgiler

Yonca Buðdaycý M.

24 Nisan 2010 09:54

kil ve kül

bu yazýnýn sonu murathan ile bitmeseydi yazýk olmuþ derdim... þimdi ne de çogalmýþ ...diyorum. elinize saðlýk.
23 Nisan 2010 05:12

Saðolun Pervin...

Yýllarca bize kendi memleketimizin topraklarýnda neredeyse "mahpus" hayatý yaþattýlar.

Kentlerimize, kültürlerimize yabancýlaþtýrdýlar.

Ayrýlýk, gayrýlýk tohumlarý ektiler fýrsattan istifade.

Þimdi bu oyun bozulacaksa sizin gibi giden, gören, yaþayan ve yazanlarýn emeðiyle bozulacak.

Götürdüðünüz, getirdiðiniz sevgiyi içimizde hissettik...

Saðolun...

Sevgilerimle.

Timur Ugan

Uyarý

Yorum yazabilmek için üye olmalý ve oturum açmalýsýnýz.

Eðer sitemize üye deðilseniz buraya týklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eðer üye iseniz oturum açmak için buraya týklayýn.