TEK RÜTBEMİZ İZMİR

16 Ocak 2011 23:27 / 2368 kez okundu!

 


Pat patları balıkçı motorlarının, gece henüz çökmeden, okşamadan henüz yüzümü, hafif rüzgar, yine o kıyı ve ışıklar. Ve deniz. Ve kıpırtılar. Kıyının ahengini, iç ahengimle eş yapıyorum. Ezgiler hafif. Dinlemedeyim İzmir’imin gecesini. Bir kıyının hafif, uyumlu, egzotik bir hüseyni şarkıda. Uzaklardan geliyor. Ses Müzeyyen hanımın sesine benziyor.

Geçti sevdalarla ömrüm.
İhtiyar oldum bugün,
Ak pak olmuş saçlarımla,
Bi karar oldum bu gün.

Cevaplamıyorum henüz uykunun çağrısını.

Gün bitmiş ama yinede de bitmemiş gün. Günün sesleri, akşamın esintili karanlığında, uğuldamalara denizden ve karadan karışmakta. Uyku beni çağırıyor.

Adımlarım bilinçsiz, düzensiz, sabırsız. Bitmemiş günün uğuldaması, gitmiş aydınlığın iç huzursuzluğuna öykünmekte içimde.

İçimde, bir anıt yükseltiyorum aklımca. Hiç unutamadığım bende çok acılar yaratan antik şehirlerin bir tanesin de gördüğüm şehri fetheden komutan için yapılmış, o anıta benzer bir anıt. Ellerinde, birini diğerine bağlayan tüllerle dans ederken kabartma şeklinde kaidenin dört bir yanında genç kız
figürleriyle süslenmiş o güzel anıt gibi.

Taştan olsun ki, binyıllara meydan okusun anıtım içimde.

Ağırlığıyla da beni ağırlaştırsın. Uyku beni çağırıyor.

Irmaklar ve ağaçlar kurumuş. Son balık da ölmüş. Dünyada hayat taş devrine dönmüş. Işıklar azalmış. Güneşte ısısını vermiyormuş, geceleri soğuk, olması gerekenden çok daha fazlaymış. İnsanlar şimdi anlamışlar paranın yenmeyen bir şey olduğunu. Bir düşmanın çok, yüz dostun az olduğunu. Öyle bir devir gelmiş ki. Dilin telaffuz edemediği kelimeleri gözlerin çok güzel söyleyebildiğini, bir şekilde anlamış insanlar… Uyku beni çağırıyor. Neredeyim ben?

Balıkçı barınağı ışıksız… Deniz, kıpırtısız. Karşı kıyı Kilizman mı? Şu ışıkları sarı ve yeşil olan yer?

Karşı kıyının silueti bildim bileli kendimi, bir kağıda ezbere çizebileceğim güzellikte. Gece de olsa.

Oldum olası, Çatal kayayı, yere sırtüstü ve çırılçıplak uzanmış güzel bir kadının göğüslerine benzetirim…

Bu şehri deli gibi çok sevdim. Hiçbir yere geç kalma korkusu yaşamadan yetiştiren, bu şehri her zaman çok özledim. Her şeyin ritminde bu şehri buldum. Her konuşmada, Türkçeden uzaklaşan dillerde bile, Ege şivesi aradım.

Küçük benzerlikler yakaladığımda çok sevindim.

Kendini daha Avrupai, daha modern ve İzmirli olmanın ötesinde buçuk İzmirli gibi görenleri bile ayıplamadım. Ama dedim ki içimden onlara, “Sizler, size göre karşı kıyı da yaşayan her insanla, birbirinize ancak körfezin kapalı ucunun izin verdiği ölçüde uzaksınız. Tümüyle siz de, karşı kıyıda yaşayan da İzmirlisiniz.”

Sizin omuzlarınızda taşıdığınız tek rütbe İzmirlilik rütbesidir.


GÖZ GÖZ KARŞIYAKA

İki tarafı
Körfezin,
Anlaşıyor
Kırmızıda.
Sorun;
Yeşilde ve
Sarıda.
Barışa giden yol;
Mavide.
Bir bilge kişi
Koysa
Tüm hünerini
Ortaya
Barışın
Mavisini
Armağan etse
Göz göz
Karşıyaka'ya.


DEĞİŞİMLER

Birkaç gün evvel gökte he ay, hem de o yol gösterici olduğu bilinen parlak yıldız vardı. Şimdi nerdeler? Ay şu an büyümede mi, küçülmede mi?

Merkür aklına esip geri mi gidiyor yine şu sıralar?

Değişimler içimi ürperttiğinde ve karanlık boşluğa gözlerimi dikip öylece baktığımda, bilirim ki yolumu aydınlatacak bir ışık çıkacaktır bir yerlerden. Değişerek aynı kalmanın sırrını hissettikçe, boşluğun ve belirsizliğin rüzgârına kendimi bıraktıkça, hayatın beni götürdüğü her anda yeni şeyler bulurum.

Uyku beni çağırıyor.

İstiyorum ki mumyalayayım binlerce yıl sonrasına bedenimi.

Uykunun çağrısına uymadan daha, boynuma ince bir pamuklu bez dolayayım aksesuarım olsun. “Bu adam galiba pamuğu hallaç etmiş” desinler. Göz çukurlarıma günlük ağacı yaprağının kokusuyla, siyah reçine doldurayım. Öylesine rahat olayım ki gülümseyeyim. Bu sahili ve bu geceyi tüm hücrelerim içine alsın da bu körfez şahidim olsun.

Uyku beni çağırıyor.

Öylesine alıyor ki içine beni dünya üzerindeki tüm canlılarla olan kırılgan bağlarımız. Yaşadığımız dünyaya aslında ne kadar da kısa ve geçici bir bağla bağlı oluşumuz. Öylesine yazmış Firavun kadın Hatşepsut’un mumyasını seyreden adam. Binlerce yıl önce hem kadın ol, hem de kral ol. Ol da, sonra da öl. Hiç firavunlar ölür mü? Taş olur mu o vücutlar? Eğer olacaksa neden altınlarla süslediniz? Altın’ın altın gibi, Firavun’un taş gibi bugüne kalması, bize ders olsun diye mi? Yoksa altını ilk gören tüm aklını ve insanlığını unutsun diye mi? Yoksa takvimlerde yıl, kaçı gösterirse göstersin, hiç değişmeyen kuralın işlediğini anlatmak için mi?’

Erkek kadınla, kadın altınla, altın ateşle imtihan edilir demek için mi?

Uyku beni çağırıyor.

Veda ediyorum bu huzurlu sahile, uykunun çağrılısıyım. Uykuya gidiyorum. Umudum uykuda artık. Ben de belki bir antik şehri zapt ederim de uykumda, benim adıma da taştan bir anıt yaparlar.

Uykudayken. Altın, altın gibi, ben taş gibi yıllar ötesine kalayım diye. Burası, bu kıyı İzmir diye. Benim tek rütbem İzmir diye.

Uyku beni çağırıyor.


Özdener Güleryüz

14.01.2011


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.