Matruşka - Nina Bencoya

09 Mayıs 2008 14:17 / 1668 kez okundu!

 

Garip bir karşılaşmaydı. Bir kaçış, buluşma veya yüzleşmeydi. Belki de hepsi ve aynı zamanda daha fazlasıydı. Bildiği her şeyden farklı olduğu muhakkaktı. Bir yaşamın, örtüsüz, makyajsız, bahanesiz kalması, kendini yalanlaması gibiydi…

Karar vermişti, görüşüp kaydını yaptırmıştı. 15 Yaşından beri düşlerini süslerdi Yoga. Ne olduğunu bilmeyebilirdi ama has bir şeydi, ondan emindi. O gün zor çıktı altıda işten. Alışılmadık bir tutumla, bütün gün saate bakmıştı. Son dakikaya ertelenen görüşmeler ve akşamüstü vakit geçirmeye gelen konuklara karşı sabahtan tedbir almıştı. İçinde gece yarılarına kadar kaybolup gittiği, dosyaların üstüne yıkıldığı o küçük odada, onu alıkoyacak her ihtimale karşı kilitlemişti kendini. Saat beşte kapatmıştı bilgisayarını. Ve vakit geldiğinde fırlayıp evine gitmişti.



Günlerdir ne giyeceğini düşünüyordu, sanki önemliymiş gibi. Eşofman mı, tayt mı almalıydı yanına, çorap lazım mıydı? Neyse aklına gelen her şeyi doldurdu çantaya ve soluğu orada aldı.



Loştu salon, nefis bir tütsü kokusu vardı. Ortalığı sadece mumlar aydınlatıyordu. Alelacele değişti üstünü. Eline gelen ilk çaputu geçirdi üstüne. İşten kaçmıştı ama aklı oradaydı hala. Tanışma, selamlaşma, yumuşacık bir müzik, buğulu bir ortam...



Ve başladı ilk ders; Ne kadar yavaşsa, o kadar iyiydi. Oysa dışarıda her şey ne kadar hızlı ise o denli makbuldü. Bedende hapsolan, sıkışan, kasılan ne varsa gevşemeliydi... O güne değin aklına bile gelmeyen kaslar, sinirler özgürleşmeliydi. Bu yol bedenden evrene açılıyordu.



O gün anladı ki, kendini var ettiğini sandığı her şeyin zıttıydı! Hayali ona karşıydı...



O gün anladı ki, bir yola girmek tamam da, bir başka yoldan ayrıldığını sanmak, öyle basit değildi. Sen çekip giderdin ama ya değerlerin? Ne bir ömür, ne birkaç nesil yetmeyebilirdi onları değiştirmeye...



Ne var ki, onun için hiçbir şey, gevşemeye razı olmak, kendini önemsemek kadar zor değilmiş meğer. Onun yolu tümden gelirdi. Ve öyle hızlı akardı ki yaşam, bedenin fısıltılarına kadar yetişmeye fırsat bulamazdı. Nasıl, ne zaman yoğurmuştu bunları, kim bilir? Bir dostu, ”bayan feragat” derdi ona. Ama şimdi işler tersine dönmüştü. Yani feragat, feragat olmaktan çıkmıştı!



Sonra dine baktı, sonra diğer dinlere, sonra dinsizlere, sonra sufi akımlara. Öğretmenlerini, annesini, iş yaşamını, komşularını, gelmiş geçmiş kayın validelerini, eşlerini, akrabalarını düşündü. Kaybedecek hiçbir şeyi olmamayı öğrenmek, onu olmak, maddeye bağlanmamak için gösterdiği çabaları aklına getirdi. Zor olmamıştı aslında. Bu arada bir zamanlar da çiçek çocuğu olduğunu çoktan unutmuş olduğunu anladı.



Acıya cevaz vermeye, içinden gelen sesi dinlemeye gelince, öyle bir tornadan geçmişti ki onun kuşağı, Vietnam’daki gibi kaplan kafeslerine konulmadığı sürece rahatta sayılırlardı. Acının, açlığın, yorgunluğun, korkunun, takıntının, alışkanlığın bir itibarı yoktu. Bu da bir alışkanlık oluşturmuştu anlaşılan…



Daha 20 yaşındaydı ki; ağlamayı, üşümeyi, ağrımayı, sızlamayı yasak etmişti kendisine. Ölümün ağıdını yakmayı da sevmezdi. Ölüm yoluydu onların. Üç genç fidan asılırken, çoğu gözyaşı dökmek yerine, kendi son sözlerini düşünmüşlerdi. Zaman geçtikçe daha iyi anladı, o kabulleniş, yaşlarından çok büyüktü. Haksızlıktı bu ama aynı zamanda insanoğlunun en temel korkusuna karşın aşkın bir yönü de vardı. Bir de o vakit göçenler, kirlenmeden gitmişlerdi. Yol ayrımında kalmadan, düş kırıklığına uğramadan ve büyümeden! Garip bir itiraf, özenirdi bu duruma. Düşüşü görmemek, az gelmedi aklına…



Sonra da aklına gelen her şey geldi başına

Dağılışı, her şeyin içinin nasıl boşalabildiğini bir bir gördü.

Yaşamın anlamını kaybedişini, kaç kez gördü.


Kaç kez doruğa çıktı ve orada zamanı durdurmayı diledi.


Kaç kez dibe vurdu ve orada kaybolup görünmezlik tozuna bulanmanın yolunu aradı…



Peki, şimdi ne olacaktı? İradenin yolu ile gerçeğin yolu ayrılıyor muydu? “Sophia”ya ne oluyordu? Bir kez daha mı çözülüyordu? Merak etmek başka, heves etmek başka, karar vermek başka, yapmak başka, olmak başkaydı yeniden…



Galiba yeni bir yolculuk başlıyordu. Taş taş üstünde bırakmayan farklı bir dönem açılıyordu. Tek kelimesini, tek kavramını anlamadığı bir diyara gidiyordu. Biriktirdiği onca şeyin artık yararı yoktu. Ve ilk defa bilmesi gerekmiyordu, başarması da lazım değildi, hedef de yoktu. Sadece yol vardı…



Beceriksiz bir şekilde yürümeye başladı. Zaman zaman yükü ağır geldi. Farkına vardığı, varamadığı, işaret edilen yeni gerçeklikler başına dert oldu.



Defterine kargacık - burgacık yazılar yazdı. Öyle karışıktı ki, oraya ok çekti bağladı, buraya işaret koydu, diğerini sildi, ötekinin altına çizgiler çizdi, sonra temize çekti, olmadı baştan karaladı. Sıkıldı defteri attı. Onu çöp bidonunu karıştıran birisi buldu. Aldı evine götürdü. Okuma yazma bilmeyen bir teyze deftere baktı. Dönüp dolaşıp hepsi aynı yere gidiyor dedi. Defteri bıraktı. Onu bir deli aldı. Deli akıllıydı. Kendini şifre uzmanı sanırdı. Baktı, baktı, baktı ve dedi ki; ben bunu alayım… Sonra yolda leblebiciyi gördü. Bir avuç leblebi istedi. Adam bedava verir mi, külah yapmak için defteri istedi. Akıllı deli düşündü, düşündü sonra defteri verdi, leblebileri alıp gitti. Leblebici sayfaları birer birer yırttı, birçok külah yaptı. Mahallenin her evine, bir sayfa dağıldı. Kimisi okudu, kimisi buruşturup attı. Hocanın canı leblebi çektiğinde bana temiz kâğıtta ver dedi. O da açıp, doğrayıp, muska yazacaktı içine. Baktı ki, ne görsün? Cinler girmiş leblebinin içine! Attı hemen hepsini. Baklacı kadın buldu külahı. Afiyetle yedi hepsini. Açıp baktı sonra, “Vay, vay, vay” dedi. Kadınmış bunun sahibi. Çok uzun yaşamış, çoook fazla. Kısmetini merak etmez gayri...



Aradan yıllar geçti. Bir gün kedisini kucağına alıp pencereden baktı. Dışarısı çok aydınlıktı. Sokağa çıkmak, hayata karışmak geldi içinden. Kedi evde kal, oyun oynayalım dedi ona. Ama onun canı kanatlanmak istiyordu, ağaçlara konmak, süzülmek bulutlarda…


Nina Bencoya

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.