Daha önce Türkiye’ye gitmek için hiç istek duymadığıma çok pişmanım…

20 Mart 2012 23:57 / 4516 kez okundu!

 


Bu sözler Almanya’nın Frankfurt kentine bağlı Flörsheim’da yaşayan bir Alman dostumuza ait. Onunla ilk kez 2002 yılında Almanya’da tanışmıştım. Kendisi siyasi yelpazenin sağında yer alan Hristiyan Demokrat Partili ve Florsheim Belediyesi Meclis Başkanı idi. İzmir’de bir metropol ilçemizle kardeş şehir ilişkisi kurmak istediklerinden, ilçemizin o tarihteki Cumhuriyet Halk Partili belediye başkanı, belediye meclis üyeleri ve sivil toplum örgütleri temsilcilerinden oluşan bir heyetle davet edilmiştik.

Rhein nehrinin kollarından Main ırmağı kıyısında, yatay yerleşimde, tarihi kent dokusunu korumuş, doğal güzelliği, üzüm bağları, şarapları, porselenleri, ressamları, yemekleri, festivalleri ile dikkati çeken, dünyanın en işlek 3. büyük hava limanı olan Frankfurt hava limanının çok yakınında, geleneklerine bağlı, güler yüzlü, konuksever halkıyla çok sevimli bir kentti Flörsheim…

Davet edildiğimiz günler her yıl Haziran ayında yapılan şarap festivaline denk gelmişti. Festivalde ilçenin üzüm bağlarının bulunduğu yöreler arasında o yılın en iyi ürünü seçilmekte ve geleneksel kıyafetler içindeki genç kızlara temsili taç töreni yapılmaktaydı. Tarih kokan sokaklar cıvıl cıvıl, şarap sunumlarının yapıldığı tarihi evler tıklım tıklımdı. Sokaklarda açık platformlar üzerine kurulmuş sahnelerde canlı müzik dinletileri, geleneksel kıyafetler içinde yapılan halk dansları ile gerçek bir festivalin içinde bulmuştuk kendimizi.

Halkla iç içeydik ve hiç tanımadığımız insanların konukseverliğine şaşırmıştım. Konukseverliğin yalnızca bizim ülkemize ait bir değer olmadığını, aslında insanın doğasında olduğunu bu sayede görmüştüm. İnsanlarla yaptığımız sohbetlerde, zaman zaman beni çok şaşırtan ve ülkemizin hala daha yeterince tanınmadığını düşündüren sorularla karşılaştığımı hatırlıyorum. Bunlar, giyim kuşam olarak kendileri gibi olduğumuzdan olsa gerek, bir kadın olarak daha önce Avrupa’da başka bir ülkede yaşayıp yaşamadığımız, ülkemizde başımızı örtüp örtmediğimiz, kadınların özgür olup olmadıkları, dört kadınla evlilik olup olmadığı gibi sorulardı. Akşam yemeği için girdiğimiz bir mekanda hemen yanımda oturan ve öğretmen olan genç bir hanım Türkiye’ye defalarca geldiğini ve pek çok yeri gezdiğini, ülkemizi bildiğini, Türkiyeli dostları olduğunu, akşam yemeklerinin Türkiye’de hiç konuşmadan hızlı bir şekilde yendiğini, bizlerin sohbetle ve yavaş yemek yediğimizi gördüğünde ise buna çok şaşırdığını söylemişti. Kendisine Türkiye’nin kırsal ve kentsel yaşamının her ülkede olduğu gibi farklı olabildiğini yine bölgeler arası kültürel çeşitlilik bulunduğunu söylediğimi hatırlıyorum.

Heyetimiz, çeşitli dallarda ticaret yapan kişiler, hukukçular, şehir plancıları, üniversiteyi Almanya'da okumuş bir makine mühendisi, akademisyen bir ressam ile birlikte Almanya’da uzun yıllar yaşadıktan sonra ilçemize yerleşmiş gurbetçi yurttaşlarımızdan ve nihayet eşi konsolosluk görevini Türkiye’de tamamlamış, gönlünü ülkemize vermiş, bu kardeş şehir ilişkisinin kurulmasında çok büyük emeği bulunan ve yaz aylarında aralıksız ilçemizde yaşayan bir Alman hanımefendiden oluşuyordu. Flörsheim Belediyesi'nin o tarihteki Belediye Başkanı Hrıstiyan Demokrat Parti'den bir tarihçiydi. Bizi karşılayan ve başlıktaki sözün sahibi Meclis Başkanı Türkiye’den işçi çalıştıran ünlü bir Alman otomobil fabrikasının üst düzey yöneticisiydi. Mecliste temsil edilen Sosyal Demokrat Parti ve Yeşiller Partisi'nin de çeşitli meslek gruplarından temsilcileri bizleri karşılayan heyetteydiler.

Flörsheim’da yaşayan Türkiye’li vatandaşımızla bir buluşma günü belirlenmişti. Almanya’da yaşayan yurttaşlarımızın bazıları belediyede, bazıları fabrikalarda işçi olarak çalışmakta, bazıları serbest ticaret yapmaktaydı. Siyaset yapan pek çok genç yurttaşımızla, üniversite eğitimi almış, inşaat mühendisliği, mimarlık, hukuk gibi alanlarda meslek edinmiş 3. nesil genç insanlarımızla da bu buluşma sayesinde tanışma fırsatı bulmuştuk.

Almanların genelde yakındıkları konu gurbetçi yurttaşlarımızın ülkeleri ile entegrasyon problemiydi. Kardeş şehir ilişkisinin entegrasyona katkı koyacağına inanıyorlardı. Uzun yıllar önce Almanya’ya gelmiş olmalarına rağmen hiç almanca öğrenmemiş yurttaşlarımız ile halen daha diyalog eksikliği yaşandığını, bunun kültürel olarak iki toplumun birbirini yok saymasına neden olduğunu söylüyorlardı. Biz ise paylaşımın karşılıklı olması gerektiğini, Belediyenin almanca ve hatta türkçe kurslar açarak dil öğrenmeye teşvik edebileceğini, özel kültürel günler düzenleyebileceklerini, yemek ve el sanatları gibi hobi kurslarında kaynaşma sağlayabileceklerini, İzmir‘e turlar düzenleyebileceklerini, bunun paylaşıma katkı sağlayabileceğini önermiştik. Daha sonra ki yıllarda ise bunların gerçekleştiğini öğrenince kardeş şehir ilişkisi sayesinde yurttaşlarımıza bir nebze katkımız olmasına sevindik.

Davet programında şehircilik hizmetlerini tanımamız için bir iki gün ayrılmıştı. İlçedeki en önemli merkez çok büyük bir alanda kurulmuş “deponi” dedikleri çöp depolama alanı ve atıkların geri dönüşüm merkeziydi. Burasını yaklaşık 20 yılda oluşturduklarını söylüyorlardı. Hepimizin hayranlığını uyandıran bu yer çevre düzenlemesi ile adeta bir botanik bahçesi gibi doğaya kazandırılmıştı. Bizde ise bugün daha yeni yeni yasal düzenlemelerle atıkların değerlendirilmesi, geri dönüşüm çalışmaları ve çöp depolama alanlarının modernizasyonu üzerinde çalışmalar yapılmakta.

Kent içinde belirlenmiş bir yerde kimsesizler için, açık mutfaklı bir oda ve tuvaletten ibaret yan yana dizili tek katlı evler yapmışlardı. Sokaklarda yaşadığını tespit ettikleri insanları buralara yerleştiriyorlar ve gıda bankası yolu ile yemek veriyorlardı. İlginç olan burada kalan insanların en fazla 6 ay kaldıktan sonra kendiliklerinden ayrılmış olmalarıydı.

Gezimizin bir bölümünde itfaiye merkezini gezdik. Burada resmi memur niteliğini haiz kimsenin çalışmadığını, araçların bakımlarının belediyece yapıldığını, eğitimli gönüllü kişilerde birer çağrı cihazı bulunduğunu ve ihtiyaç olduğunda ise onların görev yaptıklarını, yangın söndürme araçlarını kullandıklarını öğrendik. Bu benim en çok şaşırdığım konulardan birisi olmuştu.

Misafir olduğumuz kent halkında bizde pek rastlanmayan müthiş bir gönüllülük bilinci vardı. Bizdeki sivil toplum örgütleri sayısının on katı kadar değişik konularda görev yapan sivil toplum örgütleri olduğunu öğrenmiştik. Huzurevlerini ve sağlık merkezlerini gezdiğimizde ise buralarda gönüllü kişilerin bakım hizmeti yaptıklarını, yine rahibelerin de görev yaptıklarını öğrendik. Bir huzur evinde yaşlıların bir kısmı kendilerini daha mutlu hissettiren ve yaşama bağlılıklarını arttıran koltuk radyo gibi özel eşyaları ile barınmakta, kimisi ise sadece bir otel odası işlevi gören odalarda kendi tercihlerine göre barınmaktaydılar.

Flörsheim, porselenleri ile de ünlüydü. Eski porselenlerin sergilendiği bir müze gezdik. Kentin yerel ressamlarının resimlerinin yer aldığı müzeler oldukça etkileyiciydi. Sokak tiyatroları da öyle.. Kentteki heykellerin hikayesini dinlediğimizde ise kentin tarihini öğrendik... Irmak kıyısında müthiş bir doğa manzarası eşliğinde gezintiler yaptık. Heyetteki ailelerin evlerine konuk olduk.Yemeklerini tattık. Evrensel ve yerel kültüre dair ne varsa konuştuk. Güzel dostluklar kazandık. İlçemizden de bu kardeş şehir ilişkisi ile, öğrenciler ve aileler, Flörsheim’lı aileler de konuk oldular. Yeni dostluklar kurdular. Yaklaşık on yıldır süre gelen bu ilişkide herhalde İzmir’e ve güzel ilçemize Flörsheim’dan gelmeyen kimse kalmamıştır diye düşünüyorum.

Kardeş şehir ilişkileri sayesinde Türkiye’ye gelen, uzun yıllar Türkiyeli işçiler ile çalışmasına rağmen daha önce Türkiye’ye gitmek konusunda hiç istek duymadığına çok pişman olduğunu ifade eden, hatta bu pişmanlığını Flörsheim’da yayınlanan gazetelere ilan vererek Flörsheim’lıları Türkiye’ye gitmeye ve Türkiye halkını tanımaya davet eden Florsheim Meclis Başkanı Alman dostumuz, bugün Almanya’da Türk-Alman Dostluk Derneği'ni kurmuş ve artık Almanya’daki yurttaşlarımızın ihtiyaçları ile daha yakından ilgilenmektedir. Bu anı açıkça göstermektedir ki ülkemizin tanıtımı ve gelişimi, sadece turizm yatırımlarına bırakılmamalı, yerel yönetimler, kurumlar, okullar ile sivil toplum kuruluşlarımız uluslararası iletişimin sürekliliğine gerekli önemi vermelidirler. Unutmayalım ki sevgi ve dostluk ile uzanan bir el pek çok çatışkıyı ortadan kaldırabilecek bir başlangıç ve toplumların kaynaşmasının temel nirengi noktası olacaktır.


Nilay Sermi KÖKKILINÇ

20.03.2012

Son Güncelleme Tarihi: 21 Mart 2012 00:53

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.