KÜRESEL KAPİTALİZM VE MARKSİZM - 2 (CEVAP)

25 Nisan 2018 13:03 / 1236 kez okundu!

 

 

Nadi Öztüfekçi son yazısında usule atıfta bulunmuş. Usul bilmek bence de her şeyden önemlidir. Ben de nezaketinden dolayı kendisine teşekkür ediyorum. Bütün hayatımızda sadece iyi usulü öğrensek çok şeyi halletmiş oluruz. Tartışmalar düşmanlıkları törpülediğinde anlam kazanıyor. Bu yüzden usul özden daha önemli hale gelmektedir. Benim görüşlerim bana göre - muhtemel yanlış olan - doğrulardır. Sizinkiler de size göre öyledir. Değerli olan, bunları iyi bir usul doğrultusunda karşılaştırabilme kapasitemizdir.

 

******

 

KÜRESEL KAPİTALİZM VE MARKSİZM - 2 (CEVAP)

 

Nadi Öztüfekçi son yazısında usule atıfta bulunmuş. Usul bilmek bence de her şeyden önemlidir. Ben de nezaketinden dolayı kendisine teşekkür ediyorum. Bütün hayatımızda sadece iyi usulü öğrensek çok şeyi halletmiş oluruz. Tartışmalar düşmanlıkları törpülediğinde anlam kazanıyor. Bu yüzden usul özden daha önemli hale gelmektedir. Benim görüşlerim bana göre - muhtemel yanlış olan - doğrulardır. Sizinkiler de size göre öyledir. Değerli olan, bunları iyi bir usul doğrultusunda karşılaştırabilme kapasitemizdir.

 

Siyasi bir konuyu tartışmaya açtığımızda felsefe-siyaset ilişkisine değinmeden gerçek anlamda bir sonuca varılamayacağını düşünüyorum. İnternet ortamında siyaseten yazılanların bu ilişkiyi kuramadığından vasatlıkları aşamadığını görebiliyoruz. Çünkü tembellik ve ön yargılar ayağımızda prangalar oluyor. Retorik kolayımıza gidiyor. Yılmaz Özdil gibi yazanlar bizi fazlasıyla tatmin edebiliyor.

 

Konumuza dönersek… Kavramların anlamlarını ve vardığı sonuçları ortak algıladığımızda daha sağlıklı bir tartışma olabilmektedir. Yani siz bir fikri savunduğunuzda (özellikle siyaset alanında) bu savununuzu felsefe ile ilişkilendirdiğinizde kavram kullanarak fikrinizi güçlendirmiş olursunuz ama bu kavramlar (ikincil anlamları, asıl anlatmak istediği) dolayısı ile entelektüel alanda aynı zamanda başka birçok şey daha söylemiş olabilirsiniz. Dolayısı ile kavramlar üzerine kurulmamış bir anlatı ile kavramlar aracılığı ile yapılmış bir anlatı bazen ayrı düzlemlerdeymiş hissi uyandırabiliyor.

 

Öznel bir olgunun açıklanmasında bilimsel veriler bazen yeterli olsa da onun anlamını ortaya koymada çoğunlukla yeterli görülmemiştir. Bilim bazı olguların nasıl olduğunu açıklasa da “varlık neden vardır?” “Varlığın var olmasında bir amaç var mı?” “Toplumların oluşumunda geçmişi ve geleceği kapsayacak temel yasalılıklar mevcut mu?” “Bilgi nedir?” “Özgürlük nedir?” “Eşitlik mümkün müdür?” “Tarihin bizim şimdi kavrayamadığımız bir amacı ya da yasalılığı var mı?” gibi sorulara doğal olarak yeterli açıklamalar getirememiştir. Bu nedenle felsefe, kavramlar kullanarak hakikati anlamlandırmaya çalışır. Sanat, metafor kullanır. Bilimler ise gözlemler yaparak sonuçlar çıkarır. Sanat, sorgulama yöntemi arayışında, tutarlı olma ilgisi içerisinde değildir. Bilim özellikle siyaset alanında mekanik kalmıştır. Felsefe ise bilgiyi sorgulayıp kategorize ederek varlığı ve sosyal hayatı, aklın yöntemleriyle, dolayısı ile kavramlar aracılığıyla açıklamaya çalışmış, tutarlılık aramıştır. Dolayısı ile tartışmamızı bu bakış açısı doğrultusunda irdelemeye çalışacağım.

 

Daha önce yazdığınız Marksizm’e yönelik haklı haksız birçok eleştiri yapılabilir. Ama hayali aklın üstünde tuttuğunu söylemek bana kalırsa haksızlıktır. görüşünüzü tartışalım. Tarihi ilerlemeci ve ereksel bir süreç olarak tarif eden Marks ve Engels şöyle diyorlardı; biz tek bir bilim tanırız, o da tarihtir. Onlara göre tarih, herhangi bir bilim değil, var olan tek bilimdir. Diğer tüm bilimler onun içerisinde gizlidirler, onunla anlamlıdırlar. Marks geçmişin tarihini yanlış kademelendirerek olandan olması gerekeni çıkararak (ki bu yöntem bilimsel değildir) teorileştirmesinin yanı sıra geleceğin tarihini de anlatırken şöyle diyordu; Komünist toplumda hiç kimsenin belirli bir faaliyeti yoktur, fakat herkes istediği bir faaliyetle ustaca iştigal edebilir, … böylece benim için bugün bir iş, yarın başka bir işle meşgul olmak, sabahleyin avlanmak, öğleden sonra balık avlamak, akşam sığır gütmek, akşam yemeğinden sonra da eleştiri yapabilmek, içimden geldiğince, avcı, balıkçı, çoban veya bir eleştirmen olmama gerek kalmadan, mümkün hale gelir.Marks’ın hayali (cennet vaadi) katıksız fildişi kule hamlığıdır. Marks’ın idealizmi, bizi değişim ve iş bölümünün faydalarının olmadığı, barbar değilse bile, ilkel takas ve kabileci yaşantı devrine geri götürme riskini de taşımaktaydı. Harrington bu konuda şöyle demekteydi: “Marks, insanların maddi bolluğunu arttırmada sermaye, piyasalar, fiyatlar ve paranın rolünü kavramakta muazzam ölçüde yanılgıya düşmüş bir idealistti.” Marks, kara Avrupa aydınlanmasından etkilenen sürekli ilerleme ve yaşamın bir amacının olduğu fikrini meşruiyetin en başat unsuru sayarak geçmişte uygun olan bir kısım argümanların ve geleneklerin şimdi artık meşru olmadığı görüşünü ortaya çıkarmaya başladı. Bu fikir ilkel ve aşağı görülen geçmişe karşı önemli ölçüde düşmanlık yarattı. Bu çizgi aynı zamanda o günkü sosyal düzenin insan dizaynının bilinçli sonucu olduğu görüşündeydi. Buna karşın, ılımlı olan İskoç Aydınlanma filozoflarının hakikat algısı çok daha farklıydı. Onlar insani kurumların ve düzenin çok büyük çoğunluğunun insan davranışlarının niyetlenmemiş sonuçları olduğu görüşündeydiler. Bunlar ebette ki insan davranışlarının sonucuydu ama insan dizaynının sonucu değildi. Ilımlı liberal çizginin bu ferasetli algısı bence doğru olan anlayıştır. Dolayısı ile bu algı, mevcut kurumlarda, yavaş ve planlanmış gelişme verisini sürdürecek, daha sınırlı ve parçalı reformları savunmaya meyletmiştir. İskoç filozofları Aydınlanma düşüncesinin bu anlayışıyla ilk olarak, devletten farklı, devletten bağımsız bir varlık olarak sivil toplum nosyonunu geliştirdiler. Tarihte rastlantıların anlamsız gücüne de vurgu yaparak kaotik bir tarih anlayışını ortaya koydular. Ancak, İskoç Aydınlanması, sadece politik ekonomiyi icat ederek değil, fakat aynı zamanda, sivil toplumun işleyişi üzerindeki sistematik çalışmalarla da bu ayrımı daha anlaşılır hale getirdi. Dönemin filozoflarının çoğunun yaptığının tersine, İskoçlar kamusal alanı özel alana üstün görmediler.

 

Bu yüzden, kara Avrupasının akılcılığından etkilenmiş olan (ve Marks’ın öncüsü olan) Hegel, tarihte aklın egemen olduğunu söylerken, aslında tarihte, Aydınlanmanın sadece galip gelen akılcı ilgilerinin tarihini bulmaktaydı. Oysa aynı tarih, akılcı ilgilerin bastırdığı öbür ilgilerin de tarihidir; yani bastırılmış güdülerin, tutkuların, kısaca akıl dışı olanın da tarihidir. Bu yüzden tarihte erek ve yasa arayan Marksist akıl, tarihte rastlantıların anlamsız gücünü görememiş, bu konuda tam bir yanlışlığa düşmüştür. Dolayısı ile Marksizm için aklı aşan hayal benzetmesini yapmamın nedeni Marks’ın bu anlatısıdır. Çünkü Marks’ın hayalciliği determinist ilerlemeci tarih anlayışında açığa çıkmaktadır. Bu da insan için sorunludur.

 

Yazınıza diğer itirazım: Diyorsunuz ki; Kapitalizm, insan kötülüğünün kaynağı değildir. Sonucudur. Kapitalizm insan bencilliğinin, açgözlülüğünün, sahtekarlığının, korku ve kaygılarının konsolide edilmesidir. Bu anlatı bence Marksizm için doğru bir anlatı olamaz. Çünkü siz kötü ya da iyi kavramını kullandığınızda bir teorinin bütünlüğünü korumak için her şeyi baştan aşağı ona uyumlu hale getirmek zorunda kalırsınız. Bu yüzden Marksist ideoloji mutlak kötü insan tezi üzerinden yürümez. Oysa insan kötü ve bencil yanları olduğu kadar iyi ve olumlu yanlarıyla karmaşık bir yapıdadır. Doğal olarak kurduğu düzen de kendisine benzerdir, ancak binlerce yıl deneyimleri hafızasına yaza yaza “olmakta olan” olarak ortaya çıktığı için krizler yaşasa da alternatifi olmayan bir yapıdadır. Dolayısı ile bu kapitalist düzenin alternatifi, sadece reformlarla onu iyileştirmek olabilir. Marks karamsar bir fikir olarak Malthus tarafından ortaya koyulmuş olan merkantilizmi bu yönüyle eleştirmiştir. Özellikle Kropotkin’in ortaya koyduğu anarşist komünizm (komünizmin bir koludur ve tarihe bakış açısıyla Marksizm ile uyumludur) tam tersine net bir şekilde “iyi insan, kötü sistem” tezi üzerinden düşünce geliştirmiştir. Dolayısı ile söz etmiş olduğunuz “kapitalizm, insan kötülüğünün sonucudur” fikri salt bir kötücüllüğe işaret ederek aynı zamanda gelecek açısından iyimser bir ideoloji olan Marksizm’in bütünlüğünü her açıdan (tarih ve artı değer tezini) zorlar.

 

Marksizm’in ortaya koyduğu tarih anlayışı (determinizm) sonuçta kaçınılmaz bir diktatörlüğe yol açacağı için eleştirilmelidir. Nitekim Nietzsche “İnsanlık bu aydınlanma döneminde tarih hummasına yakalanmıştır” der. Konuyla ilgili olarak Nietzsche, Marks’ın bu tarihe düşkünlüğünün, yaşam ve kültür açısından büyük tehlikeler taşıdığını ve bizzat yaşamı zehirlediğini ve kültürel yaşamı barbarlaştırdığını belirtip şöyle demiştir: “Bu anlayış, yaşamayı, insanı ve toplumsal var oluşu boğazlamaktadır. Çünkü bu anlayış, insan yaşamındaki her şeyi tarihselleştirmekle, insani ve toplumsal olan her şeyi tarihe tutsak kılmıştır. Bunun sonucu ise insandaki eğilim, şevk ve eylem gücünü, kısaca insandaki güç iradesini baltalamak olmuştur. İnsan bin yılın kamçısı altına sokulmuştur. Ona kendisinin tarihin ürünü olduğu öğretilmiş ve böylece o kendini bu rasyonel görüş sayesinde edilgen hissetmeye, yapılmış bir eşya olarak görmeye başlamıştır.” İlerleme idesini ve Marks’ın hayalini Schopenhauer “mantıksal hokkabazlıklar”, Nietzsche “Hristiyanlığın tarih felsefesini akılcı yoldan doğrulama girişimi”, Popper “özgürlüğe karşı baskıcılığı formülleştirme girişimi olarak” görmüştür. Ancak, bunlar pratik hayatla sınanmadığı dönemlerde belki bir anlam içermiyordu. Fakat biliyoruz ki Marksizm ideolojisi, farklı pratisyenleri tarafından hayatla da karşılaştırıldı. Sonuç Popper’in, Nietzsche’nin ve daha birçok ünlü düşünürün söylediğinden farklı olamadı.

 

Belki hayat bu Marksizm pratiğinden söylediğiniz gibi bir önemli ders çıkarmıştır. Ancak, yapılan iyimser tahminlerle insanlığın kaybı 100 milyonlardır ve yanında ortaya çıkardığı yoksullaşma ve teknoloji geriliğidir. Yani Marksizm’in pratiğinin bedeli çok ağır olmuştur. Sonuçta bu anlayış Marks’tan önce Hegel’in rasyonel aklının ürünüdür. Hatta birçok düşünüre göre Hegel varken Marks’a ihtiyaç da yoktu. Hegel’e göre gerçek olan her şey akılsal, akılsal olan her şey gerçektir. Sorun da tam bu anlayışın ideoloji haline getirilmesinden çıkmaktadır. Hegel’den esinlenerek Marks’ın keşfettiğini söyleyerek ortaya koyduğu toplumsal yapılar ve ekonomik düzenekler asla bilimsel kuramlar değildiler. Test edilmesi ve gözlemlenmesi aşamasında da kurama uygun sonuçlar ortaya çıkaramamıştır.

 

Marksizm’in diğer temel öğretileri üzerinde de durmaya çalışacağım. Mesela “kapital” üzerinde de duralım. Küresel kapitalizmin getirip götürdükleri üzerinde de duralım. Ancak, bu tartışmayı sürekli hale getirmemiz hem sıkıcı olacağı hem de diğer konuları erteleyeceği için aralarda yazmayı doğru buluyorum.

 

Nihat ÜSTÜN

25.04.2018

 

Son Güncelleme Tarihi: 27 Nisan 2018 05:09

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.