DÝNOZORLARIN SESSÝZ GECESÝ VE KARANLIK ÇAÐ

06 Eylül 2018 09:58 / 1865 kez okundu!

 

 

Türkiye'de solun dinle olan iliþkisi halen sorunludur. Bu meseleyi aþmalarý da çok zordur. Mesele, uydurulan ideolojiye karanlýk ve aydýnlýk çað meselesini bilim ekseninde oturtma ve bir sýfýr noktasý yaratmaktýr. Marx, tarihin aslýnda bu sýfýr noktasýndan sonra baþlayacaðýný yazdýðýnda ne kadar ham kalmýþtýr.

 

****

 

DÝNOZORLARIN SESSÝZ GECESÝ VE KARANLIK ÇAÐ

 

Pol Pot, Kamboçya Demokrat Parti üyesiydi. Aydýn bir gençti, çalýþmalarý sayesinde parti bursu kazanmýþ ve Fransa’ya bazý arkadaþlarý ile birlikte üniversitede elektronik okumaya gönderilmiþti. Pol Pot, Fransa’da Batý aydýnlanmasýna ve marksizme merak sardý. Her gece arkadaþlarý ile biraraya gelip bu konuyu tartýþýyorlardý. Sýnýf mücadelesini keþfetmiþlerdi. Ýþçi-köylü iktidarý, ülkelerin ilerlemesi için çok önemliydi. Onlarýn temel meselesi dinin karanlýðý ve bilimin aydýnlýðýydý. Pol Pot, Kamboçya'da direkt komünist toplumun temellerinin atýlabileceðini arkadaþlarýna inandýrabilmiþti. Ve bu, dünyaya da örnek olacaktý. Bilime inananlar kazanacaktý. Artýk Fransa'da daha çok kalmanýn anlamý yoktu. Karar vermiþlerdi; hemen ülkelerine gidip çok zor ve meþakkatli iþe koyulmalarý gerekiyordu. Son gece hiç konuþmadýlar. Huþu içinde odalarýnda oturdular. Sessiz gece Fransa’daki en uzun geceleriydi. Artýk Kamboçya'da tarih sýfýr noktasýndan baþlayacaktý.

 

Kader, keder ve kadir kelimelerinin ayný kökten türediðini görüyoruz. Etimolojisine baktýðýmýzda, güçlü olma, gücü yetme, kapasite, deðer, kýymet, nicelik, ölçü köklerini görüyoruz. Bu kavramlardan alýn yazýsýna ulaþýlmýþ. Bir ölçüde kederden kader ortaya çýkarýlmýþtýr. Yani güç, alýn yazýsý (geleceðimiz) ve ortaya çýkacak olan keder/trajedi aslýnda bu kökte var. Olacak olanlar da tuhaf bir þekilde bunlardý. Kim bilebilirdi ki Pol Pot Fransa’ya bursla gönderildiðinde kader aðlarýný örmeye baþlamýþtý ve keder bir kadiri mutlak ile gelecekti. Hayat iþte böyle tuhaflýklarla doluydu ama bunu muhafazakâr E. Burke Fransýz devriminden hemen sonra þöyle ifade etmiþti: “çok takdiri þayan ve memnun edici baþlangýçlarýn çoðu zaman utanç verici ve üzücü sonuçlarý olur.” W. Benjeman ise 1930’lu yýllarda “düþünce düþünceyi sýnýrlar” diyordu. Yani onlarýn saplandýðý düþünce diðer bütün düþüncelerini sýnýrlamýþtý. Dolayýsý ile tek yönlü okuyan ve bilimsellik gözlüðünü takmýþ ve muhafazakârlýkla ilgilenmeyen bu dinozor arkadaþlýðý yakýnda Kamboçya’ya bir daha unutmayacaðý, dünyanýn en büyük trajedilerinden birisini yaþatacaktý. Ülkedeki üniversiteler, okullar, postaneler, fabrikalar, gazeteler, dergiler gibi kurumlarýn hepsi kapatýldý, tahrip edildi. Yeni kurulan düzende paraya ihtiyaç yoktu ve para yürürlükten kaldýrýldý. Merkez bankasý ve tüm bankalar kapatýldý. Adeta modernden bir ultra moderne geçiliyordu. Bu uðurda 3 milyon insan öldürüldü.

 

Basit bir modern varsayým, uzun yýllar sosyalistlerin bilincini esir almýþtý; gözünü körleþtirmiþ, vicdanýný da köreltmiþti. Bu varsayým “komünizm” idealidir. Onu ören taþlardan biri de bilimsellikti. Fikir þöyle baþlamýþtý: Antik Yunan'da insanlýk fikrin, bilimsel düþüncenin doruðuna ulaþmýþtý. Sonra yavaþ yavaþ dini taassup çýkageldi ve karanlýk bir orta çað baþladý. Ýnsanlýk bin yýl süren bu karanlýk orta çaðdan biraz da Müslümanlarýn Antik Yunaný çevirmesiyle aydýnlanma dönemini ortaya çýkardý ve bilime yönelerek bugünkü modern toplumu yarattý. Bu da bir varsayýmdý. Sonuçta devlet, din ve aile ortadan kalkacak, herkesin istediði zaman çalýþýp, istediði zaman balýk tutup, istediði zaman tartýþabileceði bir topluma evrilecekti.

 

Bu, trajediye kabaca meydan okuyan bir varsayýmdýr. Ancak trajedi bu varsayýmý yerden yere vurarak cevap vermiþtir. Trajedi, medeniyetin bastýrmýþ olduðu bilinçaltýný ve içgüdülerini insanlýðýn karþýsýna dikerek çok ama çok aðýr bir bedel ödetmiþtir.

 

Geçen gün artýk sosyalist olmadýðýný da söyleyen bir eski arkadaþýmýz ”orta çaðýn karanlýðýnda anlaþamýyorsak neyi konuþacaðýz?” diye bir yazý göndermiþ. Ve ideasý aynen sürüyordu. Aydýnlanmýþ bir antik çað ve sonra din taassubu ve sonra da aydýnlanma ile gelen modern. Yani sosyalist olmadýðýný söylüyor ama onun etkisi halen kendinde sürüyor, bundan haberi de olmuyordu.

 

Oysa Batý entelektüel solu bile (muhafazakârý zaten buna inanmýyordu) bu varsayýmý çoktan topraða gömmüþtü. Ernst Bloch, “Ýbni Sina ve Aristotelesçi Sol” kitabýnda þöyle der: ”Avrupa skolastiðini küçümsemenin devri çoktan geçti, bunu þurada burada hala sürdürenler de tamamen aptala dönmüþ haldeler.” J.Gray de günümüz modern uygarlýðýnýn antik dönem uygarlýðýnýn bir ilerlemiþ devamý olduðu yönündeki görüþü doðru bulmaz ve P. Leopardi’nin þu sözünü hatýrlatýr: ”Bu iki dönem, tamamlanmýþ, farklý ve ayrý iki uygarlýk türü olarak deðerlendirilmelidir.”

 

Karanlýk çað diye bir þey yoktur. Orta çaðla ilgili örnekle konuya bir baþka açýdan gireyim. Spinoza “Natura Naturans—Natura Naturata”yý ortaya koyduðunda önemli bir adým atmýþtý. “Tabiatlaþtýran tabiat, tabiatlaþan tabiat” fikriyatý aydýnlanma döneminde panteizmi içeren önemli bir tanrý anlayýþýdýr. Doða-Tanrý birliðinin anlatýmýdýr. Aydýnlanma döneminde de iþlenmiþ konularýn baþýnda gelir. Spinoza’nýn bu fikrinin biraz da Bruno’da (orta çað) olduðu gözlenebilir. Onu incelediðinizde Bruno da bu fikirde Ýbn Rüþd’den etkilenmiþ olabilir. Ýbn Rüþd ve Ýbn Sina’da da bu konuda anlatýlar vardýr. Bu etkileþimler tabii ki vardýr, ama her dönemde vardýr. Ayrýca orta çaðda birçok Doðulu, Batýlý bilim adamý ve filozof vardýr. Örnekler vereyim: Abelardus, Auinas, Maimonides, Farabi, Arabi, Razes, Kopernik gibi.

 

Türkiye'de solun dinle olan iliþkisi halen sorunludur. Bu meseleyi aþmalarý da çok zordur. Mesele, uydurulan ideolojiye karanlýk ve aydýnlýk çað meselesini bilim ekseninde oturtma ve bir sýfýr noktasý yaratmaktýr. Marx, tarihin aslýnda bu sýfýr noktasýndan sonra baþlayacaðýný yazdýðýnda ne kadar ham kalmýþtýr.

 

Bu algýnýn temeli pozitivizmden kaynaklanýr. Oysa dinlerin önemli bir iþlevi de olmuþ, ahlak sistemini oluþturmuþ ve çok derin bir sosyal ihtiyacý karþýlayabilmiþtir. Din ve ahlak sistemleri insanlýðýn geliþme evresinde bir ahlaki düzen vermeyi baþarabilmiþ, birarada yaþamayý saðlayabilmiþtir. Ama tabiidir ki trajediyi yenememiþtir. Karþýmýza çýkarýlacak dinin aðýr olumsuzluklarýna verilecek cevap basittir. Ortaya çýkarýlan modernin olumsuzluklarýna ne demeli?

 

Antik Yunan dönemini bir aydýnlanma dönemi olarak zikretmek de tartýþýlacak bir konudur. Bu dönemin Sokrates öncesi ve sonrasý dönemler diye 2 parçalý olduðunu görüyoruz. Sokrates öncesi dönemde büyük amfi tiyatro medeniyetini ortaya çýkaran þey tragedyanýn farkýndalýðýdýr. Bu baþlý baþýna çok önemlidir ve hayatý daha iyi anlamlandýran bir algýlama biçimidir; kendinden sonraki dönemi de ortaya çýkaran bir dönemdir. Sokrates sonrasýnda ise sorgulama ve akýl ve bilgi meselesi daha sýký ele alýnan bir dönemdi. Ama hayatý anlamada birinin diðerine üstünlüðü tartýþýlacak bir konudur. Mesela bunun için Nietzsche’nin Tragedya ile ilgili kitabýný okumak gerekir. Bu konuya girersek konu çok uzayacak. Çünkü bugün insanlýk yine Tragedya içerisinde yaþar ve bilgi onun ancak konforu için teknolojiyi geliþtirir. Orta çað (skolastik) da karanlýk çað diye anlamlandýrýlamaz. O dönem de bilginin iþlendiði bir dönemdir. Bu döneme karanlýk dönem denmesinin nedeni engizisyonun din adýna insanlarý yakmasý olarak gösterilir. Solun ilgisi de daha çok dinin karanlýðý meselesidir. Yani sol kendini aydýnlatýcý, bilinçlendirici bir unsur olarak göstermeye çalýþýyor ki yanlýþ bir çýktýdýr. Sola göre tarih de ilericilik ile gericiliðin savaþýdýr ve sonunda mutlaka bilim galip gelecektir. Bu tahayyül ayný zamanda “anlamaya” karþý tembelliði temsil etmektedir. Ve solun siyasi temelindeki zayýflýðý da oluþturmaktadýr.

 

Tarihte ilerleyen sadece bilginin artmasý ve geliþen teknolojidir, ancak insan artýk insanlýk için daha barbar, kýyýcý ve tehlikeli hale de gelmiþtir. Mesela, Simon Critchley “Ýmansýzlarýn Ýmaný” adlý kitabýnda “Ahlakçýlarýn çoðunun hatasý insaný daima özü itibariyle makul bir varlýk olarak düþünmek olmuþtur. Oysa insan, hareket etmek için sadece ihtiraslarýna danýþan ve aklýn ancak o ihtiraslarýnýn onu yapmaya sürüklediði ahmaklýklarý hafifletmeye yaradýðý, duyarlý bir varlýktýr.” diyordu.

 

“Skolastik” kelimesini etimolojik olarak incelediðimizde okul kökünden türetildiðini görürüz. Yani skolastik dönem aslýnda okullar dönemidir. Avrupa'da ilk üniversiteler bu dönemde kurulmuþtur. Daha sonraki dönem bu dönemin bir devamý ve çýktýsýdýr. Aydýnlanma dönemi ve sonrasýnda engizisyonun yaptýðý katliamlar aydýnlanma ve (sözde) ilerleme ile son bulmamýþtýr. Aydýnlanma dönemi ve sonraki bilim dönemi olarak gösterilen dönemde yapýlan katliamlar engizisyonu fersah fersah geçtiði için engizisyonun yýkýmýnýn karanlýk dönem için örnek gösterilmesi anlamsýzdýr. Orta çaðýn kapanmasý ile insanlýða bir güneþ filan doðmadý. Mesela, 1600’lü yýllarda Amerikan yerlilerinin vahþice yok edilmeleri, Fransýz Ýhtilalinden sonraki kanlý savaþlar, Birinci Dünya Savaþýndaki katliamlar, Ýkinci Dünya Savaþýnda 50 milyon insanýn katledilmesi. Hatta insanlarýn kiliselerin içerisinde yakýlmalarý, atom bombasýyla 2 þehrin haritadan silinmesi, Auschwitz’te bir ýrkýn/dinin yok edilmeye çalýþýlmasý (6 milyon) aydýnlýk bilgi çaðý denilen çaðýn eseridir ve engizisyon onun yanýnda bebek masumiyetinde kalýr. Bu da aslýnda insanýn trajedisidir. T. Eagleton bir anlatýsýnda “Ýnsan þiddetten kaçmak yerine þiddete alýþýr. Tarih süregiden katliamlarýn olaðan kabul edildiði uzun savaþlarla dolup taþar. Uyum saðlamakla ünlü homo sapiens þiddetle birlikte yaþamayý hemen öðrenir ve çok geçmeden bundan doyum saðlar.” diyor. Belki biraz da buralarý tartýþmamýz gerekiyor.

 

Nitekim Nietzsche “Ýnsanlýk bu aydýnlanma döneminde tarih hummasýna yakalanmýþtýr” der. Konuyla ilgili olarak Nietzsche, Marx’ýn bu tarihe düþkünlüðünün, yaþam ve kültür açýsýndan büyük tehlikeler taþýdýðýný ve bizzat yaþamý zehirlediðini ve kültürel yaþamý barbarlaþtýrdýðýný belirtip þöyle demiþtir: “Bu anlayýþ, yaþamayý, insaný ve toplumsal varoluþu boðazlamaktadýr. Çünkü bu anlayýþ, insan yaþamýndaki her þeyi tarihselleþtirmekle, insani ve toplumsal olan her þeyi tarihe tutsak kýlmýþtýr. Bunun sonucu ise insandaki eðilim, þevk ve eylem gücünü, kýsaca insandaki güç iradesini baltalamak olmuþtur. Ýnsan bin yýlýn kamçýsý altýna sokulmuþtur. Ona kendisinin tarihin ürünü olduðu öðretilmiþ ve böylece o kendini bu rasyonel görüþ sayesinde edilgen hissetmeye, yapýlmýþ bir eþya olarak görmeye baþlamýþtýr.” Sorun, varlýk olarak insandadýr. Leo Strauss’a göre de insan modernde devleþtirilmiþtir. O artýk bir devdir ama kör bir devdir. Büyüdükçe körleþmiþ bir devdir.

 

Orta çað sadece engizisyon dolayýsý ile karanlýk bir dönem olarak deðerlendirilemez. Devrimciler bir zorunluluk haliymiþ gibi hep kendinden öncesini karanlýk, sonrasýný ise aydýnlýk olarak resmetmek eðiliminde olmuþlardýr. Aydýnlanmanýn ortaya çýkardýðý Rus, Çin devrimleri kendinden öncesini karanlýk olarak deðerlendirme gayretindedir. Oysa Rus devriminden önce var olan kültür, devrim sonrasýndan çok daha yoðundur. Çin için de bu geçerlidir. Ýnsanlar sanki Aydýnlanma ile bilimle tanýþýrlar ve bilinçlenirler, sonra harekete geçerek ilerler, karanlýðý yýrtarlar. Oysa devrimi yapan bilinç deðildir. Ýnsanlar bilinçlenerek düzeni deðiþtirmezler. Onlarý harekete geçiren spekülasyonun yarattýðý heyecanlanmadýr. Bilinç insaný pasifize eder. Aslýnda Lenin de megafonlu çardan farklý biri deðildir. Ortaya çýkan da daha büyük bir diktatörlüktür ve katliamlarýn sistematikleþmesidir.

 

Doðuda dinin etkisinin kýrýlamamasý nedeniyle geri kalmýþlýðýn oluþmasý meselesi bütün içerisinde sadece bir parçadýr. Doðunun geri kalmasýnda dinden daha büyük etmenlerden birisi kýrýlamayan mültezim sistemidir. Doðal yapýdýr. Ki bu sistem orta çaðdan çok daha önceye dayanýr. Moðollarýn bütün þehirleri yerle bir etmesi, insanlarý kýrlara sürmesi de (bu saldýrý yüz yýl sürdü) önemli bir etkendir. Zengin kütüphaneleri (Baðdat) yok etmesi ve bunun yanýnda binlerce (tartýþmaya konu) etmen olmuþtur. Konuyu Gazali’ye baðlamak da çember içinde bir noktayý büyütmek gibidir. Bu konuda Ahmet Aslan’ýn çok önemli (orta çað felsefesi) eserleri vardýr. Okunmasýný tavsiye ederim. Aydýnlanmacýlarýn anlattýðý gibi hakikat, siyaset içinde ve dýþýnda o kadar net görünen bir þey deðildi. Mesela, marksist bir gelenekten gelen düþünür W. Benjamin de bir entelektüel olarak hakikat meselesine doðru bir yaklaþým koyabilmiþtir. O þöyle diyor: “Hakikat, gizemi yok eden bir açýða çýkma deðildir; bilakis adaleti mümkün kýlan bir vahiydir.” Bununla W. Benjamin hayatýn tuhaf rastlantýlar ve anlamsýz gizemlerle dolu bir tragedya olduðunu anlatmaya çalýþýr. Ancak bu bir ilahi durumdan çok, ona göre, ontolojik bir meseledir.

 

Oysa bize ilkokuldan üniversite sona kadar karanlýk dönem diye bir dönem olduðu ve bir devrimcinin bilim yoluyla bu dönemi yýkýp attýðý öðretildi. Bugün böylesi modern bir toplumda rahat içinde yaþýyorsak bunun sebebi bilimdir, diye anlatýldý. Ancak Batý bu tür bir orta çað karanlýðýný aydýnlanmanýn aydýnlatmasý gibi bir anlatýyý çoktan terk etmiþtir.

 

Ýnsanýn hamurunda fikir var. Ýnsanlar bununla yaþarlar ya da bununla ölürler. Bu orta çað karanlýðý ve bilimin aydýnlatmasý meselesini sorgulamamýz gerekiyor, çünkü sormak bir yol açmaktýr. Bu alanda özellikle sorgulamayan kemalist kesim, tembeldir. Düþünce tembelidir ve kliþelere alýþtýrýlmýþlardýr.

 

Ýnsanýn sabýrsýz olduðu için kovulduðu cennete, tembel olduðu için asla geri dönmediðini söyleyen Kafka ne kadar haklý.

 

Nihat ÜSTÜN

06.09.2018

 

Son Güncelleme Tarihi: 06 Eylül 2018 12:30

 

Bu yazýyý Facebook'ta paylaþabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaþ
0
Yorumlar
Uyarý

Yorum yazabilmek için üye olmalý ve oturum açmalýsýnýz.

Eðer sitemize üye deðilseniz buraya týklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eðer üye iseniz oturum açmak için buraya týklayýn.