Ayaklanma / 2

12 Mart 2015 17:39 / 1416 kez okundu!

 

 

2011 Yılının Ağustos ayında İngiltere’de özelllikle Londra’da neler oldu? N. Kazım Öztürk, "İlgililer kamuoyuna açıkça söylemeseler  de bunun bir ayaklanma olduğunu biliyorlardı ama ayaklananlar kimlerdi, bunları bilmiyorlardı. Onlar hakkında bilgimiz sınırlıydı diye itiraf edeceklerdi daha sonra. Peki kimdi bunlar? Kimler sokakları savaş alanına çevirmisti?" diyerek kolları sıvamış. Onun verileri ve yorumlarının ilk bölümünü yayınlamıştık. Şimdi ikinci bölüm yayında... Aynı verilerden farklı yorumlar çıkarmak isteyenlere de kapılarımız açık. 

5. gün - 10 Ağustos Çarşamba

Ayaklanmanın son gününde Salford ve Manchester şehir merkezleri nasiplerini birkez daha alıyor.

Beşinci günden sonra olayların şiddeti azalıyor, polis duruma tamamen hakim. Ayaklananlar; yağmalanmış dükkanları, yakılmış arabaları, aleve bulanmış sokakları, ezeli belki de ebedi sahibi otoriteye bırakarak ortadan -şimdilik- yok oluyorlar.

Beş günlük ayaklanma; 5 ölüm, yüzlerce yaralanma ve 4000 tutuklanmayla sonuçlanırken, 15 000 kişinin bu eylemlerde bir şekilde yer aldığı tahmin ediliyor.

Londra’nın kuzeyinde Tottenham’da, küçük ölçekli bir çetenin, Mark Duggan isimli şefinin polis tarafından öldürülmesiyle başlıyan masum protosto, anında, ciddi şiddete, yıkıcı ayaklanmaya ve yağmalamaya dönüşüyordu. Niye?

İlgili kişiler, politikacılar, sosyoloğlar olayları anlamaya çalışıyor; kendilerine ve başkalarına yanıtlarını veremedikleri soruları soruyorlardı. Sıcak Ağustos ayının bu beş günü, insanları özellikle gençleri; sokağa döken, dükkanları yağmalatan, polise karşılık vermesini sağlayan nedenler neydi?

Tottenham da tutuşturulan küçük bir yalaz nasıl oluyordu da önüne gelen herşeyi yakan ve yıkan büyük bir yangına dönüşüyordu? Dünyanın en zengin ülkelerinden, demokrasinin beşiği, kendini çok etnikli, çok kültürlü olmakla tanımlayan ve bununla  ‘övünen’, insanların yaşamak için can attığı ülkenin, sokaklarını savaş alanına kim, niye çeviriyordu? Ayaklanmaya katılanların yağmalama dışında ortak yönleri var mıydı? Varsa neydi? Niçin sokalardaydılar? Ne istiyorlardı? Yaşamlarında neler eksikti? Işleri var mıydı? Eğitim düzeyleri neydi? Kendilerini nasıl tanımlıyorlardı? Sokaklarda olmalarının etnik ve kültürel arka planı var mıydı? Herhangi bir örgütün üyesi, militanı mıydılar? Siyasi görüşleri var mıydı? Çete üyesi miydiler? Yaşamlarında polisle hiç sorunları olmuş muydu? Kısaca kimdi bunlar? Bunlar gibi sorulabilecek, belki de onlarca sorunun yanıtını bulmak için kapsamlı sosya-ekonomik analizler, uzun yılları gözlemleyerek İngiltere toplumunu mercek altına almak mı gerekiyordu? Bu araştırmalar birçok akademik çevrede, mediada ve belki de bizim görme ve bilme şansımızın olmadığı derin devletin araştırma birimlerinde yapılıyordu.

İlgililer kamuoyuna açıkça söylemeseler de bunun bir ayaklanma olduğunu biliyorlardı ama ayaklananlar kimlerdi bunları bilmiyorlardı. Onlar hakkında bilgimiz sınırlıydı diye itiraf edeceklerdi daha sonra. Peki kimdi bunlar? Kimler sokakları savaş alanına çevirmişti?

Çeşitli akademik çevreler ve  basın; araştırmalarında, ayaklanmayı; durdukları yere, bakış açılarına göreçeşitli nedenlere dayandırıyorlardı. Değişik kesimlerin farklı saptamaları vardı ama ortak olarak öne çıkan, birleştikleri nedenler de vardı.

Bunları;

Yoksulluk-  En yüksek oranında temsil ediliyor (% 86 üzerinde)

Polisin tutumu % 85

İşsizlik % 79

Mark Duggan'ın vurulması % 75

Çeteler % 75

Sosyal Medya % 74

Açgözlülük, hırs % 70

Sıkılmak % 68

Cezaya yatkınlık % 64

Etnik gerilim % 54

Aile bağlarının zayıflaması % 40 şeklinde sıralıyorlardı.

Bizde bu sorulara araştırmamızda kendimizce yanıtlar bulmaya çalışacağız.

***

Kim bu asiler? Sokakları kim yakıyor?

Sokakları savaş alanına çeviren insanlar düne kadar bizim aramızda yaşıyan; bizim komşumuz, bizim arkadaşımız, bizim çocuklarımız değil miydi?

Ayaklanmalara katılanlar, genellikle genç erkekler, toplumun çeşitli kesimlerden olup, genellikle o bölgenin gençleridir. Ayaklanmaya katılanların yarısına yakınının öğrenci olduğu, öğrenci olmayanların yarıdan fazlasının işsiz olduğu ve yarısından fazlasının zenci olduğu tahmin ediliyor. Ayaklanmaya katılanların yarısından fazlasının zenci olmasına rağmen eylemlere katılan siyahlar, bu ayaklanmanın ırksal bir ayaklanma olmadığını ısrarla vurguluyorlardı.

Ayaklanmaya katılanların % 3’ünün en zengin yüzde beşlik dilimden geldiği tespit edilmiştir. Ayaklanmaya katılanların % 64’ü en fakir yüzde beşlik dilime aittir.

Adalet bakanlığı rakamları incelendiğinde ayaklanma ve yağmalamaya katılmalarından dolayı ceza alanların oranlarında % 37 beyaz, % 40 siyah % 6 Asyalıydı. Ayaklanmanın olduğu bölgelerdeki etnik çeşitlilik bu oranları belirliyordu. Londra’ da beyaz asilerin oranı % 32 olurken Mersesi’de (Liverpool) bu oran beyazlar yönünden % 79'a  çıkıyordu.

Asilerin yaşadıkları yerler - Londra ve diğer büyük şehirler

İngiliz şehirleri; onsekizinci ve ondokuzuncu yüzyılda toprak sahiplerinin şekil vermesiyle yapılanmışlardır. Şehir çevresindeki bakir topraklar, aristokrat geçmişten gelen büyük toprak sahiplerine aittir. Yapılanma; onların gereksinimleri doğrultusunda oluşmuştur. ‘Town’ olarak isimlendirilen ‘kasabalar’ birbirine çok benziyen şekilde, toprak sahiplerinin çıkarlarına hizmet edecek biçimde imar edilmiştir. ‘High Street’ olarak adlandırılan ‘ana caddenin’ genellikle baslangıcında, toprakta ya da maden ocağında  çalışanların gittiği, toprak sahibine gelir getiren ‘Pup’ların olması gibi.

Toplam nüfusun % 0.06'sının (36.000 kişi) üye olduğu CLA (Country land and Busıness ASS) ülkedeki toplam kırsal arazinin yarısına sahiptir. Toplam arazinin üçte biri halen aristokrat ve  derebeylik kökeninden gelenlere aittir. Toprakların büyük kısmının aristokrat ve derebeylik kökeninden olanlara ait olması sonucu olarak İngiltere nin kırsalı gelişmemiştir (yapılanmaya açılmamıştır). Ingiltere’de -Londra hariç- kırsala gidildikçe emlak pahalanır.

Kendi içine kapalı kırsal (aristokrat) İngiltere’de ilk otaban 1959'da açılmışken italya’da ilk otobanın açılması 1925'de yönetime gelen Mussolini’den de önceye, 1924'e gider.

"İnsanın herhangi bir ucuna bile ulaşamadan saatlerce dolaştığı, yakınlarda bir yerde açık bir arazi olduğunu işaret eden en ufak bir belirtiyle bile karşılaşmadığı Londra gibi bir kent, garip bir şeydir. Bu heybetli merkeziyetçilik ve ikibuçuk milyon insanın tek bir noktada üstüste yığılışı; bir yandan da Londra’yı dünyanın ticari merkezi haline getirmiş, dev tersaneler yaratmış ve Thames’i sürekli olarak kaplayan binlerce gemiyi bir araya toplamıştır...

Londra için geçerli olanlar Manchester, Birmingham, Leeds ve bütün diğer kentler için de geçerlidir. Her yerde barbarca bir kayıtsızlık, bir tarafta katı bir bencillik, diğer tarafta isimsiz bir sefalet, her yerde sosyal bir savaş" (2) (F. Engels) 

On dokuzuncu yüzyılın sonunda F. Engels büyük şehirleri özellikle Londra’yı böyle betimliyordu. Onun aktarımıyla her yerde sefalet vardı. Onun sefalet odakları olarak tanımladığı şehirler; ayaklanmalarda taraf olan asilerin (yaşadıkları bölgeler) % 59 oranında İngiltere'nin görece fakir, geri ve mağduriyet bölgelerinden geldiğini çarpıcı bir şekilde yüzyıllarca sonra teyit ediyordu.

Londra süper zenginler farafından şekillendirilen uluslararası bir şehir. Son yıllarda satışı yapılan bir milyon pound değerinden fazla evlerin neredeyse tamamına yakını yabancı zenginler tarafından satın alınmıştır.

2010'da merkezi Londra da satılan evlerinin sadece % 26'sını İngilizler alırken, bu oran çok uzun zaman önce değil sadece 2008’de % 40 idi.                     

1918’de çıkartılan yasa; yerel yönetimlere, bölgelerindeki ihtiyaç sahipleri için (fakirlere) ev inşa yetkisi verdi. Bu tarihi takip eden iki on yıl içerisinde yüzbinlerce belediye evi inşa edildi. 1979 yılında Thatcher’ın (Thatcherizm) başlattığı özelleştirme politıkaları; belediyelerin sahibi olduğu evlerin -içinde oturanlara- satılmasına izin veriyordu.

Günümüzde, büyük şehirlerde özellikle Londra’da ev sorunu -evsizlik- yoksulların en yakıcı sorunudur.

Belediye evlerinde sıranın size gelmesi için uzun yıllar beklemeniz gerekir. Evlerin kime verileceği belli kriterler göz önüne alınarak puanlama yöntemiyle saptanır. Mülteciler, puanlama yönteminde belli ölçülerde ‘pozitif ayrımcılığa' tabi kılınarak exstra puan alabilirler, ki bu durum ‘beyazların’, ‘yıllardır beklediğimiz sıranın önüne geçiyorlar’ tümcesiyle ironik bir ırkçılık içeren eleştirisine de neden olabiliyor.

Göçmenleri toplumun bir parçası yapmayı hedetleyen entegrasyonun çokça kullandığı pozitif ayrımcılığın başka bir yorumu da; normal işleyişi içerisinde her türlü azınlığı dışlayan, özümsemiyen sistemin, yasal zorlamalarla sistemi (entegrasyon) yürütmeye çalışmasıdır. (3) (Ahmet İnsel).

Bu bilgilerin yanında İngiltere’yi diğer Avrupa ülkeleriyle kıyasladığımızda çok dikkat çekici farklı (ilginç) sayılabilecek göstergeleri de analım; 1990’lar da yeni inşa edilen evlerin yarısı Almanya, İtalya ve Fransa’da, bizim apartman dairesi olarak adlandırdığımız konutlar olmasına rağmen, bu oran İngiltere’de sadece % 12'dir. Bunun anlamı; insanların çoğunlukla mustakil evlerde yaşadığı ve yine İngiltere’de evlerin % 65’nin sahipleri tarafından kullanıldığı gerçeğidir -bu rakam kıta Avrupa'sında yarı yarıyadır-. Bunun da anlamı, çoğunluğun kendilerine ait evlerde oturduğudur. (2010 rakamları).

(Devam edecek)

 

N. Kazım ÖZTÜRK

12.03.2015

 

Dip notlar:

 2 (F. Engels) İngiltere de emekçi sınıfların durumu - Sosyalist yayınları

3 ( Ahmet İnsel) Evrensellik Kimlik ve Özgürleşme - Birikim yayınları

 

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.