Çocuklarıma Mektuplar (1)

01 Nisan 2010 22:29 / 2070 kez okundu!

 


Dedin ki: “Ben televizyon izliyordum, seninle konuşmamız gerekiyor, televizyonu kapatır mısın, dediler. Ablam da geldi. Ailecek toplandık. Ablamın (16 yaşında) haberi varmış. “Şafak, bilmeni istediğimiz bir şey var; biz iyi geçinemiyoruz, o yüzden ayrılacağız” dediler ve ben ağlamaya başladım. Çünkü korktum.

-----

Sevgili Şafak,

Ayrılık acısını, terk edilmeyi senden daha iyi kim bilebilirdi ki! “Göz yaşları ülkesi” nin yurttaşlarındandın sen. Gerçek babanı hiç tanımamıştın. Annen ise sana bak(a)mayıp birkaç aylıkken Çocuk Esirgeme Kurumuna vermişti. Orada bakıcı anneler ve diğer görevliler elinde bir hayat yaşamıştın. 5 yaşını bitirdiğinde – rastlantıya bak ki, mucize gibi bir şey oldu.

Kız çocukları olan ve “keşke bir de erkek çocuğumuz olsaydı” diyen doktor karı koca, evlat edinmek ister. Evlerinde bir oda, sofralarında bir tabak, yüreklerinde bir kimsesiz çocuğa yer açarlar. Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğüne başvururlar. Hazırladıkları “mutluluk ülkesi” ne seni alırlar. Hasarlı ruhuna çok uygun bir yerdir doktor ailenin evi. Abla da seni sevecenlikle bağrına basar. Bir sıcak aile ortamında senin için yeni yaşam başlar. Normal yaşam koşullarına ayak uydurman hiç kolay olmaz. Ama büyük ölçüde bunu başarırsın.

Biz seni tanıdığımızda 7 yaşındaydın, ilköğretime başlamıştın. Yarım gün ilkokula gidiyor yarım gün de bize “Etüt”e geliyordun. Senin özel süreçlerini bize anlatmamışlardı. Kişisel tarihinde yaralar olduğunu anlamış ve anne babanla konuşmuştuk. Bizim ortam da sana iyi gelmişti. Kabul görmen, sayılman, sevilmen gerektiğini biliyorduk. Hatta sen “Baba ben hep Masallar Ülkesi’ne gideyim, okulum orası olsun” demiştin.

***

Masum yüzün gözümün önüne gelince; “Ne denli içi dışında bir çocuk” olduğunu anımsarım. En birinci özelliğini sorsalar, “İçinde hiçbir şeyi saklayamayan çocuk” derim. Bir de “Her konuda kendini mutlaka bir şeyler söylemek zorunda hisseden ve özel olarak çağrılıp konuşulmaktan, beğenilmekten müthiş mutluluk duyan” hallerini söylerim.

Son bir haftadır sendeki rutin dışı durum dikkatimi(zi) çekmişti. Her zamankinden çok konuşuyor, yerinde duramıyor ve çevreni rahatsız ediyordun. Bu değişikliği anne babanla konuşmak istemiştik. Ama biz konuşmaya fırsat bulamadan, sen “Öğretmenim annem babam ayrıldı, biz (ablamla) annemle ayrı evde yaşayacağız,” demiştin. Ne yalan söyleyeyim, önce şaşırmıştık, belki de senin özgün durumundan dolayı kabullenmek istememiştik. Bir çok çocuğun anne babası ayrılıyordu, buna alışıktık. Hatta bazı ayrılmalar, sürekli gergin olan ilişkilerden çok daha “hayırlıdır.” Ve biz çok kere, “Bir birinizden boşanabilirsiniz fakat çocuklarınızdan boşanamazsınız..” demiş ve yol göstermişizdir. Açıkçası sizinkilere “boşanmayı” konduramamıştık. Çünkü bize hem sakin, dengeli bir çift hali yansıyordu hem de sen o çiftin “sosyal hizmetlerden evlatlık aldığı” bir şanslı çocuktun. Senin yeni bir endişe yaşayıp yaşamayacağın ve yeni bir endişe sürecini kaldırıp kaldıramayacağın aklımıza geldi ve kaygılandık.

Babanı aradık. Seni doğruladı, “bizimle konuşmaya geleceklerini” söyledi. Bu arada gözümüz senin üstündeydi. Anne baba ayrılığını son derece normalize etmiş bir vaziyetin vardı. Merak ettim ve “Benimle konuşmak ister misin” dedim. “Sevinirim” deyip yanıma geldin.

İlköğretim okulundan, öğretmeninden, arkadaşlarından söz ettikten sonra sıra evdeki yaşantıyı konuşmaya geldi. Bir arkadaşının sana küfür etmesi, “ayıp el hareketi yapması” - ki onunla da konuşmayarak sorunu çözdüğünü söylemiştin- dışında her hangi bir sorunun olmadığını söyledin. “Yeni eve taşındığınızı, annen ve ablanla beraber anneannenin evine yakın kiralık evde kaldığınızı, annenin nöbetçi olduğu günler babanın sizin yanınızda kaldığını ve evdeki programının eskisi gibi sürdüğünü” keyifle anlattın.

Dedin ki: “Ben televizyon izliyordum, seninle konuşmamız gerekiyor, televizyonu kapatır mısın, dediler. Ablam da geldi. Ailecek toplandık. Ablamın (16 yaşında) haberi varmış. “Şafak, bilmeni istediğimiz bir şey var; biz iyi geçinemiyoruz, o yüzden ayrılacağız” dediler ve ben ağlamaya başladım. Çünkü korktum.

- Size artık anne baba demeyecek miyim? dedim, evdeki herkes kahkahalarla gülmeye başladı, hatta gülmekten yerlere düştüler. Ben bu duruma şaşırdım.

- Annelikten babalıktan boşanmayacağız, senin annen ve baban biziz! Senin için hiçbir şey değişmeyecek.

Bu sözleri duyunca korkmama gerek olmadığını anladım, ben de gülmeye başladım. Çünkü benim için hiçbir şey değişmiyordu.”

Sevgili evlat, bu süreci bana anlatıp yanımdan ayrılırken söylediğin sözleri de unutamayacağım: “ Bu konuşma iyi oldu öğretmenim, rahatlattı konuşmamız.” Sanıyorum seni asıl rahatlatanın; “seni kaygılandıracak, endişelendirecek bir şey olursa, anne babanla ve bizimle konuşabilirsin,” demem ve sözün gücünü keşfetmen oldu.

***

5. yaşından sonraki kişisel tarihini belgeli olarak biliyordun. 5. yaş senin için milat gibiydi. Fotoğrafların, videoya çekilmiş filmlerin, okul gösterilerin 5. yaşından sonra arşivlenmişti. 5 yaş öncesine dair herhangi bir belgen bulunmadığı ve bellediğinde de hatırladığın bir görüntü olmadığı için sık sık şu soruları sorardın: “Ben bebeklik yaşamadım mı?, Ben hiç bebek olmadım mı?” Annen de sana bebekliğini, bebek ağlamalarını ve bebek sevimliliğini anlatırdı. Sen buna pek inanmaz ve “Saçmalama ben yuvadan geldim” derdin. 10. yaşında bu sorularına da yanıt buldun galiba! Ne kadar güzel bir doğum günü kutlaması hazırlamışlardı. En değerli hediyen, senin için hazırlanmış bir CD idi. O CD’de annenin SHÇEK’ten bulduğu iki tane bebeklik fotoğrafın da vardı. Cd’yi izlerken, bebeklik fotoğraflarını gördükçe sevinç çığlıkları atmış ve “Bu ben miyim? Sahiden ben miyim?”sorularını sormuştun birkaç kere. Yaşamının bilinmeyen zamanlarını da bilinir kılmışlardı senin için. Ve sen adeta tamamlanmış gibi bir duygu hali yaşamıştın.

Şimdi 10 yaşındasın, bu sıcak ve güzel yuvanın dağılması ihtimali seni kim bilir hangi kaygı ülkesine götürmüştü. Kim bilir o birkaç dakikada nasıl iç depremler yaşamıştın! Ne ki hemencecik senden ayrılmayacaklarını anlaman ve yaşantının değişmeyeceğini görmen, yepyeni ve taptaze bir mutluluk anı daha yaşatmıştı. Şimdi rahattın.

Ben de rahatladım yavrum. Senin yerine koydum kendimi ve bu satırları yazdım. Sana anne babalık yapan insanları tanıyorum. Onlar sana emek (sevgi, yuva sıcaklığı) vermekle bu dünyada cenneti yaşıyorlar bence. Çok saygıya değer insanlar onlar. Dünya biraz katlanılır durumdaysa, inan ki sana anne babalık yapan insanlar ve onlar kadar paylaşımcı insanlar sayesindedir.

Gözlerinden öperim.

Muammer öğretmenin

------

Muammer Sakaryalı
01.04.2010


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
09 Nisan 2010 15:44

Merih Yücel

Bu gerçek hikayeyi okurken gözlerim yaşardı. Şafak için değil, Şafak çok şanslı, onun yine anne, babası , ablası ve konuşabileceği sizin gibi öğretmenleri var. Ya diğer kimsesiz çocuklarımız, o ulaşamadıklarımız? İnsan oğlunun yaşamının her döneminde sevgi, şevkat ve güven duyabileceği insanlara gereksinimi var. Ama küçük yaşta, doğumundan itibaren eğer bu değerlere sahip olamazsa bu kayıplar onda büyük ruhsal travmalar yaratacak ve bunların tamiri belki de hiç mümkün olamayacaktır.
Yazınızı ve de sizi kutluyorum. Okuyanları toplumumuzda yaşanan çok önemli bir resime doğru bakmalarını ve empati yapmalarını sağladığınız için.
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.