Mışlı toplumda 'türban-kadın-eşitlik'

10 Aralık 2010 00:55 / 1922 kez okundu!

 


Bu ülke yıllanmış sorunlar ülkesi, biliyoruz. Bazı konularda ayrılıklarımız büyük olduğundan uzlaşamıyoruz, bazı konularda çıkar çatışmaları uzlaşmaya izin vermiyor; birçok konuda ise öyle yalana, aldatmacaya dönüşmüş ki söylenenler kimsede karşısındakine güven kalmamış; konuşmak bile mümkün değil.

İşte alasından bir “mışlı toplum” durumu. İçler acısı. Bu durumu nereden yarıp, yarayı akıtır ve toplum olarak “temizleniriz”; bilemiyorum. Ama çok acıtsa da, buna ihtiyacımız büyük.
“Mışlı” tutum kadınlarla ilgili tüm konularda da geçerli; kadının tesettürü ile ilgili anlayış ve yaklaşımlarda da söz konusu.
Bir kere din konusunda konuşma hakkının, biz “cahillerin” hakkı ve yetkisi dahilinde olmadığına ilişkin yaygın bir tutum var. Oysa İslamiyet, bir yandan herkesin dini öğrenmesi ve konuşmasını istiyor, öte yandan bu yolda aracılara da pek itibar etmiyor. Öğrenmek ve konuşmak da, Arapça sure ezberlemek olmasa gerek.
Öte yandan hem İslamiyet’in mantık dini olduğu söylenmekte hem kadın konusunda ilerici ve eşitlikçi olduğu iddia edilmekte. Bu konuda kuşku duyulmasına yol açan Kuranın dili, hitabı, kadınlarla ilgili kurallarından söz edildiğinde ise, ne mantık ne eşitlik iddiası ortada kalmakta.
Oysa, bugün kadının tanıklığında “iki kadın” aramıyor, dört tane eş almasını günün koşullarında doğru bulmuyor, miras hakkını erkekle eşitliyor, boşanma meselesini de tamamen değiştiriyorsak, mantık ve eşitlik anlayışını örtünme meselesinde de arayabiliriz. Niye, başın örtülmesi, “başörtülerini yakalarının üzerine kadar örtsünler” diyen Ayet olduğundan da sıkılaştırılarak, üzerinde konuşma hakkı bulunmayan bir “tabu” haline getirilmekte?
Ekonomi ve finans sistemine uymak için İslam’ın beş “farzından” biri olan “faiz” yasağının bile delmenin yolu bulunmuş, bankacılık sistemi içinde iş yapan iş adamlarının “cehennemde yanacakları“ korkusundan kurtulması sağlanmışsa, neden kadınlara yönelen örtünme kuralının da kadınları daha rahat ettirecek bir versiyonu olmasın? Üstelik, aynı Ayete dayalı birden fazla yorum varsa ve birçok farklı uygulama da söz konusuysa.
Ve sonra sormayalım mı?
İslamiyet’in kadın erkek eşitliği konusundaki yaklaşımından bu kadar eminsek, nasıl oluyor da yalnız yüzyıllardır değil, yalnız bu ülkede değil ve yalnız örtünme meselesinde de değil, her alan ve konuda kadınlara yönelik büyük bir kısıtlama (hoşunuza gitmeyecek ama, baskı da diyebilirsiniz) yaşandı ve yaşanıyor?
Tarikatlar, cemaatler ve siyasal İslam’ı bayrak edinmiş, öyle yükselmiş siyasal partiler, en büyük görünürlüğü ve gücü kadınlardan almakta iken, önlerde neden hiç kadına rastlanmıyor?
Boy boy gazetelerde, boy boy köşe yazarları, kadın-erkek, bireysel seçimlerden, özgür iradeden söz etmeyi pek severken, bu özgür iradenin hep erkekten yana ve onun çıkarına tecelli etmesi neden hiç sorgulanmıyor?
İslamcı yazarlar ve siyasetçilerin, ”örtünme” özgürlüğünü savunurlarken, feminizmi hiç sevmemeleri, kadınlara karşı ayırımcılığın lafını etmemeleri, bunu telafi edecek önlemlere burun kıvırmaları nedendir?
Sakın, sınırlı sayıda kadının siyasette ve medyada “vitrin kotası” gibi kullanılmasının lafını etmeyin. Gücün olduğu, kararın verildiği, hükmün kesildiği yerde erkek var ve vitrin kotasından devreye giren kadınlar, tamamen demeyeceğim, ama büyük ölçüde, onların bu gücü devam ettirmelerini kolaylaştırmaktan öte bir işlev görememekte. Bunu hepimiz görüyoruz.
Sonra da ezber bozmaktan söz edilir! Bir de erkeklerin ezberine el atılsa ya!
Sonuç olarak, bu mışlı toplumun, bu ikiyüzlülüklerin en büyük günahının eril değerler olduğunu düşünmek için çok neden var.
Ve kadın olarak, verilenle yetinmek istemiyor, daha ötesini istiyor ve bize yönelen çifte standartlara, açık ve kapalı kısıtlamalara baş kaldırıyorsak, tüm yasaklama, kısıtlama, kontrol araçlarının gerisini, kökenini sorgulamaya başlamamız gerekiyor.
Bu sorgulamayı yapmadıkça, din, gelenek, örf adet aracılığıyla, aslında erkeklere hem kullanma hem kontrol hakkı veriliyor demektir.
Bu anlamda “türban” da, siyasal İslam’ın olduğu kadar, kadınları yönetmek ve kontrol etmenin en büyük simgesi olmuş durumda.
O zaman da ne özgürlüğü!
Görüyorum; bu konularda acaba deseniz, cehaletinizden haddini bilmezliğinize, oradan laikçi, cumhuriyetçi, Kemalist olmaya kadar uzanan sıfatlar ard arda sıralanırken, ayırımcı, ötekileştirici, şiddet uygulayıcısı olarak nitelendirilmeniz işten değil.
Ve bunları konuşmak, giderek bir “cesaret” işi oluyorsa, artık “mışlı” toplumdan öteye gidiyoruz diye korkarım. İşte o zaman bugüne dek “laikçi” diye küçümsenen kitlenin, aslında korkularında ne kadar haklı olduğu ortaya çıkmış olur; bilmem farkında mısınız sevgili kadınlar?
Böyle olduğunda bugün bir özgürlük olarak sunulan örtünmenin, yarın bir “cendereye” dönüşmesini de önleyemezsiniz.

REFERANDUM SONRASI MÜJDELİ NOTLAR!

Demokratikleşme beklentisi bir bir “doğrulanıyor”!
YÖK, üniversitede türbanı serbest bırakırken Anayasa Mahkemesi kararını aşmanın yolunu bulmuş; böylece demokrasi ve hukuk devleti güçleniyormuş!
Bu gibi durumlarda tutanak tutulabileceği öngörüldüğünden, öğrenci ve öğretim karşı karşıya geldiğinde ne yapacağını hocalar karar vereceklermiş!
Yani, bireyin iradesi önemseniyor, bu konuyu öğretim üyelerinin özgür iradelerine bırakarak üniversiteler “özerkleştiriliyormuş"!
Bu yetmedi üniversitelere sivil polis yerleştirilecekmiş. Zaten hep vardı ya, şimdi kurumsallaşıyor ve özgür üniversite “polisli üniversite” demek oluyormuş. Yani daha fazla özgürlük, daha fazla polis demekmiş!
Diyanet işleri, imamların “kanaat önderi” gibi işlevler görmesini istiyormuş. Tarikatlerin yol göstericiliğine, din hocalarına, İslam’a göre neyin doğru, neyin yanlış olduğunun sorulmasına, Hoca Efendi’nin uzaktan da olsa bunu “dedi, demedi”lerine alıştık; ama bunlar topluma yetmiyormuş! Şimdi imamların bu boşluğu doldurmalarına, birey ve toplumun kanaatlerinin oluşmasına katkı yapmalarına ihtiyaç duyulmuş.
Yani bireyin ve toplumun kararlarına saygı duyulması, onların daha fazla kuşatılması anlamına geliyormuş!
Cemaate dokunan ve ona aykırı bir şeylerden söz edenlerin itibarsızlaştırılması için her yolun denenmesi, seslerinin kısılması ise “kutsal ittifakın” demokrasi anlayışıymış.
Vay halimize.


Meryem Koray


Son Güncelleme Tarihi: 10 Aralık 2010 13:37

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.